Teketek Haber

BAYRAK OLAYININ PİSİKOLOJİK ANALİZİ

BAYRAK OLAYININ PİSİKOLOJİK ANALİZİ
19 Eylül 2018 - 9:46

Bayrak olayı üzerine en ayrıntılı şekilde duran ve psikolojik analizini yaparak Işık gazetesinde 1987’de yayınlayan A. Saim Emirmahmutoğlu da o yıllarda henüz küçük olsa da olayın görgü şahitlerindendir. Đlk gençlik yıllarının ardından da sürekli sorgulamış, araştırmış ve elde ettiği bilgileri kaleme almıştır. Ayrıca A.Saim Emirmahmutoğlu konuyu farklı yönlerden de ele alır.

Kahraman Maraş gençliğine; “Ey!. Milli Mücadelenin ilk zaferini kazanan kahraman gazilerin ve aziz şehitlerin torunları ve Kahramanmaraş’lı, gelecek nesiller, şehit ecdadımızın mübârek kanlarıyla sulanmış olarak bizlere armağan bıraktıkları bu cennet vatanı “sulh ve salah” içinde, var gücünle çalışıp çabalayarak her alanda, evet her alanda kalkındır ve o kahraman gazilerin ve aziz şehitlerin evlatları olduğunu göster. “Nemelazımcılık” etme. Ey! Kahramanmaraş’lı genç… Bilerek ya da bilmeyerek şanlı tarihini yanıltanlara, millî haysiyet ve namusuna gölge düşürenlere kim olursa olsun göz yumma ve fırsat verme asla… Sen o yüce kahramanların torunları ve nesli olduğunu unutma ve kahramanlara lâyık nesil ol… Sen de onların yaşındasın.. Maraş milli mücadelesinin şerefli gençleri Aşıklıoğlu Hüseyinlerin, Çuhadar Alilerin, Ciyerlioğlu Đbrahimlerin, Şekerci Ökkeşlerin, Evliya Halillerin, Cıngıl

121

Alilerin, Muharrem Bayazıtların, Bombacı Ahmetlerin, Mehmetlerin, Pazarcıklı Saitlerin… ve daha binlerce adsız kahraman Türk gençlerinin yaşındasın… Onların asil kanı senin damarlarında da dolaşıyor. Sen de asil ve kahramansın, unutma ve aklından çıkarma…” diye seslenen A. Saim Emirmahmutoğlu’nun konu ile ilgili yazdıkları şunlardır:

“O günleri yaşamış olanlar da, olmayanlar da; bilenler de, bilmeyenler de; hatta aklı erenler de, ermeyenler de; “Bayrak Olayı” sırasında “Kahramanmaraş kalesine Fransız bayrağı çekildi mi? çekilmedi mi? tartışmasını sürdürüyorlar.

Bu defa “Kahramanmaraş Đkinci Kurtuluş Sempozyumu’nun ikinci oturumunda da bir sayın dinleyici konuyu bir soru ile gündeme getirdi. Oturumu yöneten Sayın Prof. Dr. Refet Yinanç, konuşmacılardan Tarih öğretmeni Sayın Yalçın Özalp Hocamızın soruyu cevaplandırmasını istedi. Sayın Hocamız “15 kitap çekilmediğini yazıyor. 20 yerde çekildiğini yazıyor” gibi bir cevap verdi, fakat herhangi bir kitap veya kaynak göstererek kesin bir açıklama yapmadı.

Biz de dinleyici olarak sempozyumu izliyorduk. Söz alarak, güvenilir yegane eser olan (Đstiklâl Savaşında Maraş) isimli kitaptan ilgili şu paragrafı okuduk:

“Fransızlar kaleye Türk Bayrağının çekilmesine mani olmak istedilerse de, yerine Fransız bayrağı çekilmemişti. Fakat halk buna boyun eğselerdi Fransız bayrağının da çekileceğine şüphe yok idi.” (s.17)

1943’de Mersin Ata Çelebi Basım evinde basılmış olan bu kitabın yazarı, Đçel Veteriner Müdürü Hüsameddin Karadağ, kitabında şu satırları da yazıyor;

“Cuma namazı vakti erişmişti. Ulu Cami hınca hınç dolmuştu. Osmaniye’den gelenlerin de bazıları camide idi. Ben de birinci safta vaiz kürsüsünün önünde bulunuyordum. Ezan okundu, Sünnetler kılındı, hatip mimbere çıktı: ikinci ezan okundu, hatip hutbeye başladı. “Elhamdülillah” der demez dışarıda bir gürültü koptu, bu gürültü içeriye de geçti. “Bayraksız namaz kılınmaz” sesleri duyuldu. Cemaat camiyi

122

boşaltmağa başladı. Biz de herkes gibi, ayakkabılarımızı alarak kendimizi dışarı attık. bu esnada mimberdeki tarihi sancak omuzlanarak götürülüyordu. Artık camide kimse kalmamıştı. Avluda beli iki kat olmuş bir ihtiyar “Haydin babam din kavgasıdır bu” diyerek eliyle halkı ileriye doğru yürütmeye çalışıyordu.

Halkın Ulu Cami’den sancağı alarak kıyamı (Ayaklanması – Başkaldırması) derhal her tarafa yayıldı, dükkanlar bir anda kapandı. Ermeniler büyük bir korku içinde evlerine kapandılar. Ulu Cami’den halk kaleye doğru yürüdü. (Hücum başladı.) Kalenin kapısı Güvernör’ün Jandarmaları tarafından kapanmış idi. Halk kale duvarlarına (Kale burçlarına) tırmandılar ve kaleye girdiler, kapılar da açıldı. Meydanlık gazilerle doldu. Al sancak yerine çekildi bir kaç el tabanca da atılarak bayrak selamlandı.” (s.16-17)

Yani Hüsameddin Karadağ “Bayrak Hadisesi” sırasında görevli (Baytar-Veteriner) olarak Maraş’ta bulunuyordu, görgü şahidi idi.

Bu açıklama karşısında sayın Yalçın Özalp, “Âlem-i Đslama Hitap beyannamesinde Fransız bayrağının kaleye çekildiği yazılıyor” dedi.

Beyannâmenin aslına uygun olarak ilk defa Karadağ’ın bu kitabında yayınlandığını, Türk Bayrağının -Guvernör Kapiten Andre- emriyle Cuma günü kaleye çekilmeyeceği o gece duyulmuş ve bu haber şehre yayılmıştı. Kısakürek zâde Avukat Mehmet Ali tarafından kalede herhangi bir bayrak görünemez iken beyannamenin gece karanlığında yazıldığını hatırlattık. Kendi evimiz de kaleye nâzır olup penceremizden çocuk yaşıma rağmen “kaleye hücum”u seyrettiğimi ve Fransız bayrağını görmediğimi açıkladım.

Sayın Prof. Yinanç Ankara Üniversitesinden gelerek sempozyuma katılan konuşmacılardan “Maraş Milli Mücadelesi” üzerine araştırmalar yapan ve doktora tezi hazırlayan Sayın Yaşar Akbıyık’a söz verdi. Sayın Akbıyık

123

da araştırmaları sırasında Kaleye Fransız bayrağının çekildiğine dair bir kayda rastlamadığını söyledi.

Bu sırada dinleyiciler arasında bulunan emekli öğretmen Sayın Halit Kurtaran, babası (Hatuniye Semt Başkanı Milis Kumandanı) Şeyh Ali Sezai Efendinin günü gününe not alarak “Türk Đstiklâl Mücadelesine Ait Maraş Tarihçesi’ni (hususi ve siyasi olmak üzere) 114 sahife olarak yazdığını bu esere göre de, Maraş kalesine Fransız bayrağının çekilmediğini söyleyerek babasının el yazması eserini gösterdi. Böylece Kurtuluş Sempozyumunda da tarihi hakikat belirlenmiş oldu.

Henüz yayınlanmamış olan Şeyh Ali Sezai Efendinin elyazması eseriyle sempozyuma katılan Prof. konuşmacılar ilgilendiler ve eserin fotokopisinin alınarak bir nüshasının Ankara Üniversitesi Türk Đnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde bulundurulmasını istediler.

Tarihin yanıltılmaması bakımından güzel ve yerinde bir istek değil mi? Bizim tarihimiz, ecdadın milletimize bıraktığı değerli bir miras, onurlu bir hazinedir. Onu saptırmaya, yozlaştırmaya kimsenin hakkı yoktur. Ona milletçe sahip çıkmalıyız, onu titizlikle ve bozmadan gelecek nesillere ulaştırmalıyız.”

“Konu önemsiz değil. Bir tarih olayıdır. Maraş kalesine niçin Fransız bayrağı çekilmedi? Niçin çekemediler? Bu müstevli düşmanın içine düştüğü ruh halini gösterir. Bunda psikolojik nedenler var.”

“Türk Đstiklâl Savaşı’nda, ilk şahlanan şehir Kahramanmaraş oldu. 253 gün (8 ay, 8 gün) süren Đngiliz işgali altında homurdandı, gürledi ama Đngilizler Kahramanmaraşlıların asâletini ve kahramanlığını anlamakta gecikmedi. Ölçülü davranma gereğini anladılar. Kahramanmaraşlıları kükretip, şahlandıracak herhangi bir harekette bulunmaktan kaçındılar. Ermeni tahrik ve şikayetlerine de kulak asmaz (boş verir) oldular.

124

Đngiliz işgalinin sekizinci ayı sonlarına doğru, işgalin Fransızlarla el değiştireceği duyuldu. Fransızların işbirlikçileri (ellik gavuru) Ermeniler ile birlikte -Adana taraflarında yaptıkları haber alınan zulümler, Maraş’ta derin nefret uyandırıyordu. Bu nedenle ilk kükreme, daha Fransızlar Maraş’a gelmeden oldu.

(Maraş’ta behemehal bir yabancı işgali gerekiyorsa, Đngiliz askerlerinin ipka edilmesine, aksi halde ileride meydana gelecek elim olaylardan mesuliyet kabul edilmeyeceğine) dair bir telgraf hazırlandı. Ulucami’de kürsü önünde, Dr. Mustafa tarafından okunarak halkın tasvibine sunuldu, ittifakla tasvip edildi.

Telgraf, esnaf şeyhleri ve şehrin ileri gelenleri tarafından imza edilerek Padişaha, Đtilaf devletleri mümessillerine ve Mareşal Alenbi’ye çekildi.

Bölgede işgalin el değiştirmesi, itilaf devletleri arasında kararlaştırılmış siyasi emellere dayandığından bu telgrafa cevap verilmedi ve 30 Ekim 1919 Perşembe günü Fransız kuvvetleri Maraş’ı işgal etti.

Đngilizlerden umdukları iltifatı artık göremeyen ellik Ermenileri, Fransız işgaline umut bağlıyarak dört gözle beklemişlerdi.

Ancak Fransız işgalinin daha ertesi günü düşman, ilk ihtarı bir Türk ferdi kahramandan aldı ve ilk şamarı O Milli Kahraman Sütçü Đmam’dan yedi.

31 Ekim 1919 Cuma günü Türk namusuna uzanmak isteyen düşman eli, daha uzanamadan Uzunoluk’ta kırıldı. Bir Türk esnafı sütçünün, milli şahlanışla gösterdiği bu akıl almaz büyük kahramanlığı, 1 Kasım 1919 Cumartesi günü Maraş’tan çekilecek olan Đngiliz işgal kuvvetleri de, hayret ve ibretle görmüşlerdi.

Bu olay düşmanın ilk yenilgisi oldu ve Fransız işgal kuvvetleri olay karşısında çaresiz kaldı, kahraman Đmam edeyi yakalamayı bile başaramadılar. O, 2 ay 21 gün sonra başlayacak şehir savaşlarında da görev yapacaktı, yaptı da.

125

Fransızlara büyük ümitlerle bel bağlayan Ermeniler, ümitlerinin boş olduğunu o gün görüp anladılar. Fransız işgaline güvenleri de o gün sarsıldı, güvenlerinin sarsılmasının başlangıcı oldu o gün. Ermenilerin içine ilk korku o gün düştü, ilk yılgınlık böyle başladı.

Ama işgal kumandanı Guvernör Andre, Maraşlıların Fransız üst kumandanına başvurarak Maraş’ın işgalinin henüz ikinci gününde yaptıkları protestoyu hatırladı. Yoksa yanlış bir adım mı atmıştı? Ürperdi ve titredi, Türkler, (Fransız üniformalı) Ermeni fedailerinin artan ceberüt ve şımarıklıklarını, ültimatom verir gibi protesto etmişlerdi. 31.10.1919 Cuma günü Şeyhadil mekviinde, savunmasız bir Türkün Ermeniler tarafından öldürülerek kulaklarını kestikleri anlatılıyor ve derhal gerekli tedbirlerin alınmasını kesinlikle istiyorlardı. Ermenilere alet olduğu ve işgal kuvvetleri arasında Ermeni askerleri bulunduğu sürece Maraş’ta emniyet ve asayişin sağlanamayacağı ihtar ve ilave ediliyordu.

Bütün bunları hatırladı ve içine büyük bir korku düştü. Maraşlı Türklerin ayaklanmalarına sebebiyet verirse, bu kendisinin sonu olurdu.

Fakat “Korkunun ecele faydası yoktur” derler. “Emir verilmiş ok yaydan çıkmıştı bir kere” diye düşündü. Bundan sonra olsun, daha tedbirli davranmalı idi. Bir an verdiği emri geri almayı bile düşündü. “Olmaz” dedi. Olayların gelişmesini beklemeliydi. Nitekim Türk Bayrağının kaleye çekilmemesi emrini vermişti ama yerine Fransız bayrağının çekilmesi emrini vermekte acele etmemiş olduğunu düşünerek birazcık ferahladı. Türkler ayaklanacak olursa, Fransız bayrağının yırtılması, yakılması ve hakarete uğraması muhakkaktı. Bunu ileri sürerek, kendini savunabilirdi. “Bayrağımın ve milletimin şeref ve haysiyetini korudum,” diye savunmasını yapabilirdi.

126

Bu düşünceler ve tereddütler içinde Andre, Maraş kalesine Fransız bayrağının çekilmesi emrini vermedi, daha doğrusu veremedi. Đşgal kumandanının ruhunu saran korkulu tereddüt böylece tezahür etmiş oluyordu.

Kaleye hücum sırasında ve ertesi gün cereyan eden olaylar, Maraş kalesine Fransız Bayrağının çekilmesi emrinin verilmediğini ve binnetice Fransız bayrağının kaleye çekilmediğini kesin olarak ortaya koymaktadır.

Türk Đstiklal savaşında, ilk şahlanan ve kendini kurtaran ilk şehir Kahramanmaraş oldu. Milli mücadelenin ilk zaferini bu kahraman şehir halkı kazandı. Ve bu zafer, istilaya uğramış olan diğer Anadolu şehirleri için güç ve moral kaynağı oldu. Aslında Kahramanmaraş’ın Kurtuluş gününü, 1. Cihan harbinin galibi, müstevli Fransız ordu Kuvvetlerinin, Türk Müslüman halkın (çetelerin) öldürücü savaş ve saldırılarına 22 günden fazla dayanamayarak 11/12 Şubat 1920 gecesi, gece yarısı, atlarının ayaklarına keçe sararak sessizce ve gizlice şehir dışına çıkıp Đslahiye istikametinde mağlup ve makhur (yenik, perişan ve hakir) bir halde kaçtığı günden daha önceki -Fransızların geldiklerinin ertesi gün- Uzunoluk (31 Ekim 1919 Cuma Sütçü Đmam Hadisesi) ve daha sonra Bayrak (28 Kasım 1919 Cuma) olaylarında Fransız silahlı kuvvetlerinin yenik düştüğünün görüldüğü günlere kadar götürmek gerekir.

Uzunoluk hamamından çıkan bir Türk kadınının peçesine el uzatmak isteyen Fransız üniformalı bir Ermeni militanını Karadağ tabancası (altıpatları) ile vurup öldüren Sütçü Đmam’a Fransız ordu kuvvetleri hiç bir şey yapamamış, yakalamakta bile aciz kalmışlardı.!

Düşmanın ikinci ve büyük yenilgisi, anlamı çok yüce olan “Bayrak Hadisesi” adı ile tarihe geçen Bayrak olayında görülmüştü.

Askeri kışladan ve Abarabaşı Kilisesi çan kulesinden kale düzlüğüne ve yamaçlarına ölüm kusmağa hazır düşman mitralyöz ve yordanfil namluları, “Cuma namazı hür olan

127

insanlara farzdır. Hürriyet timsali bayraksız Cuma namazı kılınmaz” parolasıyla kale duvarlarına tırmanıp burçları aşan silahsız halk ayaklanması karşısında susmuş, tetikteki düşman parmağı korkudan titreye kalmış, hiç bir yerde görmediği ve hatta hayal dahi edemediği silahsız bir halk ayaklanmasının kaleye hücum ile ölümü hiçe sayarak Şanlı Türk Bayrağının geri yerine takılışı manzarasının heybet ve azameti karşısında mantık ve muhakemesi duran ve zavallı bir şaşkına dönen işgal kumandanı Guvernör Kapiten Andre ruhen çökmüş, kanı kaçan dudağını kımıldatıp “ATEŞ” emri vermediği gibi, çaresizlik içinde bocalamıştı.

Bu hali gören Ermeniler, belbağladıkları Fransız işgalinden ümitlerini o gün kesmişler, korkulu rüya görür gibi sarsılıp büyük korkulara kapılarak sinmişlerdi.

Türkler ise, her olaydan cesaret ve iman güçleri bilenerek (keskinleşerek) şahlanıyor, inisiyatifi ellerinde tutuyorlardı.

Bu günlerde bir Türk kadını (Şekerci Ökkeş’in annesi Hürü Ana) tek başına elinde bir tahta parçası, bitişik Ermeni evlerinin damlarına çıkarak barbar bağırıyor:

-Ellik gavurları bizim malımızı, canımızı alacaklarmış! Gelsinler de görsünler… Onların hepsi bana yetmez.. Şu tahta parçasıyla ben kırarım hepisini… diye tehditler savurabiliyordu… Ermeniler evlerine kapanmış, başlarını kaldırıp Hürü Ana’ya bakmağa bile cesaret edemiyorlardı. Bu bizim mahallede gördüğümüz münferit bir olaydı. Oysa o günlerde her semtte her Türk anası bir Hürü Ana kesilmişti.

Yine bu günlerde, işgal kuvvetlerinden bir Fransız subayı, neye sinirlenmişse sinirlenmiş, Ulucami önündeki eski kahvehanenin avlusuna çıkmış (şimdiki halıcı dükkanının yerinde bir kahvehane ve yoldan bir metre kadar yüksek avlusunda iki büyük dut ağacı vardı) yüksek sesle bir şeyler söylüyor. Türklerden oluşan bir kalabalıkta subayın etrafında halka olmuşlar, ne dediğini anlamadıkları halde hayretle onu dinliyorlardı. Fransızın bağırarak sinirli

128

konuşmasına sinirlenen ve onun susturulması gerektiğine inanan 25-30 yaşlarında bir Türk genci (Hürü Ana’nın damadı Cıngıl Ali Ede) kalabalığı yararak Fransız subayına yaklaştı. Bir o yüzüne, bir bu yüzüne iki şamar indirdi ve “Bize mi küfür ediyor bu gavur zabit?” diye bağırdı. Fransız neye uğradığını anlayamadı, şaşırdı ve sustu. Her hangi bir mukabelede bulunamadığı gibi, elini belindeki tabancaya dahi götüremedi. Türkler Cıngıl Ali Ede’yi çekerek kalabalık arasında saklayıverdiler. Ne o anda, ne de daha sonra Fransızlar olayı araştırmağa bile yanaşmadılar.

Bunlar münferit ve basit gibi görünen olaylar ama, düşünülürse o günlerde Türklerin ve düşmanların ruh hallerini yansıtması bakımından önem taşırlar.

Kahramanlıklarıyla düşmanın uykusunu kaçıran genç ve Kahraman Çuhadar Ali de, Cıngıl Ali Edelerden biri idi. Her semtte, her mahallede bir çok Çuhadar Ali’ler, Sütçü Đmam’lar, Çakmakçı Said’ler olmasa idi bu vatan kurtarılabilir miydi? O günleri anarken şair, ne güzel doğru söylemiş.

“Biricik saymak neden, öyle bir taşaslanı? Olmuştu her Maraş’lı o gün Maraş Arslanı.”

Genel olarak Maraş halkının cesaret, kahramanlık, ruh ve iman gücü üstünlüğünü belirledikten sonra, konumuz olan Bayrak Olayı’nın psikolojik analizine dönelim.

Önce o günlerdeki Türk halkının ruh haline bakalım. O günleri fiilen yaşamayan ve görmeyenler kaleye Fransız bayrağının çekilmesi ile çekilmemesi arasında belki bir fark görmeyebilirler… Oysa durum öyle değil. Toplumların ruh haline, milli duygularının yüceliğine, yiğitlik ve cesaretlerinin derecesine ve iman gücünün kuvvetine göre durum değişebilir. Hiç bir millet yabancı bir bayrak altında yaşamağa razı olmaz elbette. Ancak biri kalesinde yabancı bayrağını gördükten sonra harekete geçer belki… Başka bir

129

millet ise, Kahramanmaraş’ta olduğu gibi, düşman bayrağını görmeyi bekleyemez. Daha düşman bayrağının çekildiğini görmeden, yani kendi bayrağını gönderinde göremeyince, ölümü hiçe sayarcasına şahlanır. Kahramanmaraş’ın kahraman halkı işte bütün dünyaya bu örneği verdi…

“Maraş’ta Şanlı bir gün -28 Teşrini sani 335 Kal’aya Bilhücum Sancak Keşidesi” tablosunu çizen ressam Kaptan Hayrettin Muci’nin olay esnasında istihbarat salonundan görerek çizdiği tablo da Fransız bayrağının Maraş Kalesine çekilmediğini ispatlayan başka bir belge, en kuvvetli belge niteliğinde sanat eseri bir tablodur. O’nu kimse yalanlayamaz…

Kahramanmaraş’ı seven, kahramanlığına inanan her insan, bu sanat eseri belge tablo gibi, Maraş kalesine Fransız bayrağının çekilmediğini yazan kitaplar ve görgü şahitlerinin şahitlikleri karşısında tarihi realiteyi kabul etmek zorunda kalırlar ve bir daha bu konuda herhangi bir münakaşaya girmezler. En azından yanıldıklarını itiraf etme faziletini göstererek Kahramanmaraş halkından özür dilemelidirler.

…..

Đşgal altındaki Maraş’ta geçen ve kurtuluş savaşını başlatacak olan tüm Anadolu şehirlerine moral veren olayların ilki ya da ikincisi yüce anlamlı “Bayrak Hadisesi” silahsız bir şehir halkının, ölüm kusmağa hazır yordanfillerin (küçük çaplı topların) mitralyözlerin (makinalı tüfeklerin) namluları önünde ölümü hiçe sayan ve tarihte benzerine rastlanmayan milli bir ayaklanma, halk ayaklanması idi.

Adana’daki Fransız askeri valisi Miralay (Albay) Bremond’un Mutasarrıf Ata Bey ile Bayazıt zâde Kadir Paşa ve Şükrü Beye ve Kadı zâde Hacı Hasan Efendiye gönderdiği telgrafta, Cebelibereket (Osmaniye) Guvernörü Kapiten Andre’nin uhdesine ilaveten Maraş Guvernörlüğünün de verilmiş olduğunu bildirmesi ve Guvernör Andre’nin yanında Osmaniye mutasarrıfı, Belediye Reisi ve eşraftan bazı kimselerle Dörtyol müftüsü olduğu halde, Fransız üniforması

130

giydirilmiş bir bölük atlı jandarma refakatinde ve en önde Ermeni militanları tarafından gergin bir halde taşınan bir Fransız bayrağıyla, 24 Kasım 1919 Pazar günü Maraş şehrine girmesiyle Bayrak hadisesinin psikolojik süreci başlar; olayların etkisi altında şaşkına dönüp ruhi bunalımlar içinde bocalayan Guvernör’ün Maraş’ta başarı gösteremeyeceğini anlayarak 4 Aralık Pazartesi günü görevini bırakarak kaçarcasına Maraş’tan ayrıldığı tarihte – üzücü herhangi bir olay olmadan- biter. Görevli geldiği için beraberinde getirdiği madamasını (karısını) da iki gün sonra aldırır.

Beraberinde getirdiği eşini, unuturcasına Maraş’ta bırakıp, kendisi Antep’e ulaştıktan iki gün sonra aldırması, Guvernör’ün içine yuvarlandığı ruh halini gösteren göz ardı edilemeyecek önemde psikolojik durumunu yansıtan bir olaydır. Guvernör Andre, Maraş halkının vakur ve kararlı ayaklanması karşısında, görevli geldiği Maraş’ta, on bir günden fazla kalamamış, psikolojik bir çöküntü içinde görevini ve eşini Maraş’ta bırakıp kurtuluşu Maraş dışına kaçmakla bulmuştu.

Maraş kurtuluş tarihinin psikolojik analizini yapacak olanlar, Maraş’ın kurtuluşunu, 22 gündüz ve gece süren şehir muharebesinden sonra, 11 – 12 Şubat 1920 gecesi kışlayı yakıp gizlice ve atlarının ayaklarına keçe bağlayarak sessizce şehir dışına sızan Fransız işgal kuvvetlerinin Đslahiye istikametinde kaçtığı günden daha önceye, “Bayrak Hadisesi” sonunda Guvernör Andre’nin görevini ve madamasını bırakıp Antep’e kaçtığı günü kurtuluş günü olarak saptamasalar bile, kurtuluşun ilk müjdesi olarak tespit etmeleri yanlış bir saptama sayılmaz. Hatta daha önceye, “Bayrak Hadisesi”nden bir ay öncesine, “Uzunoluk Hadisesi”ne, Sütçü Đmam Olayı’na götürebilmeleri bile gerekir. Bu, Fransız işgal kuvvetlerinin şehre girdiği günün ertesi gün, Maraş’ın kurtuluş müjdesinin vatan sathına dalga dalga yayıldığı gün demektir. Bu gün başlayan psikolojik (soğuk) harp, 22 gün süren silahlı şehir muharebesiyle birlikte değerlendirildiği takdirde, Maraş’ın Fransız işgali altında

131

sadece 24 saat kaldığı ortaya çıkmış olur. Bunun anlamı, Maraş halkının -olaysız geçmiş olmasına rağmen- Fransız işgaline bir günden fazla tahammül edememiş olması demektir.

Uzunoluk Hadisesi (özet olarak): Peçe kullanılmaz, gerekçeli sarhoş mantıksızlığıyla Türk kadınının peçesine uzanmak isteyen düşman elini -daha uzanmağa fırsat bulamadan- Uzunoluk Hamamı önünde Karadağ altıpatları (tabancası) ile kırmış ve Fransız üniformalı bir Ermeni militanını ağır surette yaralamıştı. Yaralı Ermeni kaldırıldığı hastanede akşam ölmüş ve ölüsü bir taput içinde, bir manga asker muhafazası altında Kaledibi Ermeni kilisesine getirilmiş, ertesi gün de Fransız askerinin iştirakiyle Ermeniler tarafından bir cenaze alayı düzenlenerek gömülmüştü. (Đngiliz işgal kuvvetleri “Uzonoluk Hadisesi” ne şahit olduktan sonra, kendileri zamanında böyle veya benzeri bir olaya sebebiyet vermedikleri için memnun ayrıldıklarını belirterek 1 Kasım 1919 Cumartesi sabahı Maraş’ı terk edip, çekilmişlerdi. Đngilizler gelirken Ermeniler tarafından törenlerle ve coşkuyla karşılandıkları halde, giderken uğurlamağa hiçbir Ermeni gelmemiştir! Bu da Ermeni karakterini gösterir.)

…..

“Fransız askerlerinden olan bir Ermeni’nin öldürülmesi Fransızlarla beraber Ermenilerin de gözünü yıldırmış, Türklerin ise maneviyatını artırmış idi. Bununla beraber Fransız askerlerini Türk düşmanı Ellik (Gâvuru) Ermeniler oluşturduğu için Fransız işgal kuvvetleri geldikten sonra şehirde Emniyet ve âsayiş bozuldu.”

Maraşlı Türkler bu durumdan da yararlanmayı bildiler. Ellerinde bulundurdukları insiyatifi muhafaza etmeyi başararak düşmanı kovuncaya kadar da aralıksız sürdürdüler.

….

Sekiz ay süren Đngiliz işgalinden sonra 30 Ekim 1919 Perşembe günü ikindi vakti Fransız askerlerinin şehre

132

girmesiyle Fransız işgali başladı. Fakat bir gün sonra -dikkat buyurulsun hemen ertesi gün- 31 Ekim 1919 Cuma günü Fransızlarla beraber Ermeni (halkın ellik gâvuru dediği) yardakçılarının da ruhunu derinlerinden sarsan, ümitlerini kökünden yok eden ve işgal altındaki bütün Anadolu şehirlerine moral getiren kurtuluşun ilk müjdesini, Fransız işgalinin hemen ertesi günü Uzunoluk (Sütçü Đmam) Olayı getiriyordu.

Hükümet konağı ile Maraş kalesine resmi günlerde ve Cuma (hafta tatili) günleri çekilmesi dini ve milli âdet ve an’ane olan Türk Bayrağının bundan sonra çekilmemesi Fransız işgal kumandanlığınca ihtar olunmuş ise de mutasarrıflığın girişimleri üzerine bunun doğuracağı vahim olaylar işgal kumandanlığınca da kabul edilerek üst komutanlıktan verilecek emre göre hareket edilmek üzere bayrağın bermutat çekilmesine muvafakat gösterilmiş idi.

24 Kasım 1919 Pazar Guvernör Kapiten Andre Maraş’a geldi. Fransızlar ve Ermeniler tarafından törenle karşılandıktan sonra doğruca Hükümete giderek Mutasarrıf Ata Beyle görüştü. Osmaniye Guvernörlüğüne ilaveten Maraş Guvernörlüğüne atandığını ve bu sıfatla Maraş’a geldiğini söyledi. Beraberinde Osmaniye’den getirdiği süvari jandarma kuvvetlerinin kaleye yerleştirilmesini, kendisi için de hükümet konağında iki oda tahsis edilmesini ve bu odaların Belediye tarafından döşenmesini istedi.

Guvernör hiç de beklemediği bir cevap alarak şaşkına döndü. Yüzüne indirilen bir şamar gibi, onu ruhen çökerten ilk cevabı Mutasarrıf Ata Bey’den aldı:

– Burada bir hükümet var, ve başında mutasarrıf olarak ben bulunuyorum. Bu nedenle sizi guvernör sıfatıyla değil, ancak bir misafir olarak kabul edebilirim. Osmaniye’den beraberinizde getirdiğiniz süvari jandarmaların da misafir olarak kaleye yerleştirilmesine müsaade edebiliriz. Sizin misafir olarak istirahatiniz için de iki oda tahsisini düşünürüz, cevabını verdi.

133

27 Kasım 1919 Perşembe günü Guvernör için Baytar (Veteriner) ve Nâfia (Bayındırlık) daireleri odası boşaltıldı ise de, ertesi gün “BAYRAK HADĐSESĐ” oldu ve Guvernör kendisi için hazırlanan odalara içine düştüğü psikolojik bunalımın telaş ve korkusunun etkisi altında bir kez olsun ayak bile basamadan Maraş’tan kaçmağa mecbur kaldı, Baytar ve Nafia daireleri geri kendi odalarına taşındı.

Adana’da bulunan Fransız askerî valisi Miralay (Albay) Bremond’un telgrafta belirttiği talimat gereğince Guvernör, akşam yemeğini Kadir Paşa’nın konağında yedikten sonra, eski Maraş mebusu (Milletvekili) Hırlakyan’ın evinde şerefine düzenlenen dans partisine gitti. (Kadir Paşa konağındaki yemeğe davetli oldukları halde Türklerden hiç kimse gitmedi. Bu durum dahi Guvernör’ü derin düşündürmüştü.)

Guvernör danslı toplantıda dansa davet ettiği bir Ermeni güzelinden:

-Sayın Guvernörle dans etmekten onur duyarım. Ancak beni ma’zur görsünler. Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanan bir şehirde teklifinizi kabul edemem, red cevabını alır.

Şeytanî zekalı fettan Ermeni dilberinin sözleri Guvernör’ün muhakeme kabiliyetini altüst eder. Toplantıda bulunan Osmaniye Jandarma kumandanı Sıtkı Beye şu emri verdi:

-Yarın kaleye Osmanlı Bayrağı çekilmeyecek. Müfrezenize bu emrimi hemen iletiniz.

Guvernör’ün emri, kaleye yerleştirilmiş bulunan jandarma müfrezesine derhal bildirildi. Osmaniye’den gelen jandarmalar tarafından da gece olmasına rağmen el altından süratle şehir halkına duyuruldu. Haberi alan Türkler büyük heyecan ve ayaklanmağa hazır homurdanmalar içinde sabahı zor yaptılar.

Haber, evinde hasta yatan Kısakürek zâde Av. Mehmet Ali bey tarafından da duyulmuş ve gece karanlığında “ALEM-Đ ĐSLAMA HĐTAB” beyannamesini yazarak birkaç

134

nüsha çoğaltmış, çocuk yaştaki oğlu Şahab’a kimseye sezdirmeden Ulu Camii ile Sarayaltı Camilerinin avlularına bırakmasını söylemiş ve sabah ezanı vakti bu camilere yollamıştı. Đlk gençlik çağındaki Şahap verilen görevi başarıyla yapmıştı.

Sabah namazına gelen camilerin cemaatleri beyannameleri bulmuşlar ve öbek öbek toplanarak okuyorlar, yapılacak işi konuşuyor ve planlıyorlardı. Bundan sonrasını olayların bilfiil içinde bulunan görgü şahidi Veteriner Müdürü Hüsamettin Karadağ’ın kitabından okuyalım:

“Cuma namazının vakti erişmişti. Ulu Cami hıncahınç dolmuştu. Osmaniye’den gelenlerin de bazıları camide idi. Ben de birinci safta vaiz kürsüsünün önünde bulunuyordum. Ezan okundu. Sünnetler kılındı. Hatip mimbere çıktı. Đkinci ezan da okundu. Hatip “Elhamdülillah” der demez dışarıda bir gürültü koptu, bu gürültü içeriye de geçti. (Bayraksız namaz kılınmaz) sesleri duyuldu.”

Mimberde bulunan Đmam Hatip (Rıdvan Hoca) halkı teyit etti: Cuma namazı hür olan kimselere farzdır. Hürriyet ve Đstiklal alameti bayrak yerine çekilmeden Cuma kılınamaz, deyip mimberden indi, cemaatın arasına karıştı.

Cemaat camiyi boşaltmağa başladı. Biz de herkes gibi ayakkabılarımızı alarak kendimizi dışarı attık. Bu esnada mimberdeki tarihi sancak omuzlanarak götürülüyordu. Artık camide kimse kalmamıştı. Avluda beli iki kat olmuş bir ihtiyar: -Haydin Babam din kavgasıdır bu, diyerek elleriyle halkı ileriye doğru yürütmeğe çalışıyordu.

Halkın Ulu Cami’den sancağı alarak kıyamı (ayaklanması) derhal her tarafa yayıldı. Bir yanda dükkanlar kapandı. Ermeniler büyük bir korku içinde evlerine kapandılar. Ulu camiden halk kaleye doğru yürüdü. Kalenin kapıları Guvernörün jandarmaları tarafından kapanmış idi. Halk kale duvarına tırmandı ve kaleye girdiler, kapılar da açıldı, meydanlık gazilerle doldu. Alsancak yerine çekildi. Birkaç el tabanca da atılarak bayrak selamlandı.

135

Abarabaşı Kilisesi çan kulesinden ve askeri kışladan kale düzlüğüne çevrilmiş düşman top ve makinalı tüfek namlularını hiçe sayan halk bayrağın gölgesinde Cuma namazını kıldı. Halkın bu korkusuz davranışları düşmanı iyice sindirmiş ve korkutmuştu.

“Kaledeki iş bittikten sonra halk hükümet konağına yöneldi. Mutasarrıf Ata Beye, Fransızların hükümetimize ve bayrağımıza hiçbir suretle müdahalelerini kabul etmeyecekleri söylenildi. Guvernörün tercümanı ve muavini (yaveri) Vahan adındaki bir Ermeni de tahkikat için oraya gelmişti. Vahan halka; Bu çaput parçasından ne çıkar? diye bayrağımızı tahkire başlaması üzerine halk tarafından (O çapıt parçası değil, bayrağımız bizim) denilerek halk tarafından dövüldü ve tabancası müsadere edildi. Jandarma Yüzbaşısı Mahmut beyin yardımıyla canını kurtararak çekip gitti.”1

Guvarnör akşam üstü yolda Kaymakam Abdullah Beye rastlar ve yanına alarak telaşlı ve sinirli bir halde Mutasarrıf Ata Beye gider. Bir takım sert münakaşalardan sonra halk temsilcilerinin huzuru ile ertesi gün Belediye de bir toplantı yapılması kararlaştırılır.

Guvernör ertesi sabah tercümanı ile birlikte halkın nabzını yoklamak maksadı ile şehre çıktı.

Çukuroba camii önünden aşağıya doğru inip Kanlıdere köprüsünden geçerek Nakip camiine yöneldiler. Camiin duvarı dibine çömelmiş güneşleyen bir gençle konuşmak istediler. Bu delikanlı Aşıklıoğlu Hüseyin idi. Guvarnör tercümanı aracılığıyla:

-Dün bir bez parçası için kaleye tırmandıklarını gördün mü?

-Herkes gördü. Sen görmedin mi?
-Bir bez parçası için bu yaptıkları doğru muydu?

1 Hüsamettin Karadağ, a.g.e., Sayfa 17. 136

-O bizim bayrağımızdır. Beşikte gözümüzü açtığımız zaman onu görürüz. Mezara gidinceye kadar hep onu seyrederiz. Bayrak bizim şanımız, canımız. Biz onsuz yaşayamayız.

-Ama dün bir emir verseydim yüzlerce adamınız ölür ve yaralanırdı.

-Biz ölmeyi zaten göze almışız. Ama dün niçin emir veremediniz? Emir veremediniz ki… Biz ölmeyi göze almışız, öldürmesini de biliriz.

-Sen yiğit bir delikanlıya benziyorsun, ama sizler ölürseniz ananız, bacınız, karınız ve çocuklarınız ne olur? Onları düşünmüyor musunuz? Evleriniz, iş yerleriniz yanar yıkılır…

-Biz hepisini ve her şeyi düşündük… (Yanında duran bir bağ yağlı çırayı gösterir) Şunları görüyor musun? Büyüklerimiz, “bu vatan bizlere mezar olmadıkça düşmana gülzar olamaz” diyorlar. Bu çıralarla önce evlerimizi yakacağız. Çocuğumuzu, çoluğumuzu yok edeceğiz. Ondan sonra sizinle harp edeceğiz, öldüreceğiz öldüreceğiz.

-Sen gerçek yiğit bir gençsin. (Tercümana) o paraları bu gence ver.

Tercüman, Aşıklıoğlu’na Guvernörün söylediklerini anlatır.

-Guvernör hazretleri seni pek beğendi. Sana bir kese para ikram ediyor. Al şu paraları.

-Đstemem, onun parası bize haramdır. Sen efendilerine söyle de o paraları Ermeni yardakçılarına ikram etsin.

Guvernör, bir delikanlıdan aldığı bu cevaplar karşısında bozgun ve şaşkın bir halde yoluna devam eder.

Çarşıda, eşeğe yüklediği odunları satmakta olan ihtiyar bir köylüyü gözüne kestirir. Bir de sakallı köylünün nabzını yoklamak ister. Tercüman aracılığıyla:

-Dün bazı kimseler kaleye hücum etti, der. Ben emir verseydim, mitralyöz ateşine tutardım, hepsi ölürdü. Oysa biz

137

bunun için gelmedik. Padişahınızın isteği ile yollarınızı, köprülerinizi yapmağa, memleketinizi imar etmeye geldik. Padişah efendiniz bizim hükümetimizden borç para almıştı. Ödeşinceye kadar burada kalacağız. Yollar, okullar, hastaneler yapacağız.

-Ya.. Öyle mi? Biz sizi istemiyoruz. Bu vatan bizim, der ve odun yüklü eşeğini sürerek işine gider.

Guvernör ihtiyar köylüden de beklemediği cevabı aldıktan sonra nabız yoklama işinden vazgeçip karargâhına döner.

Guvernör nabız yoklamasında umduğunu bulamamanın ruh çöküntüsü içinde hırçınlaşmıştı. Bir an Maraş’ta başarılı görev yapamayacağını düşünerek ümitsizliğe kapıldı. Maraş’a geldiği üç-beş günlük zaman içinde birbirinden vahim başarısızlıklar devam ediyordu.

Bir ara Ermeni militanlarıyla konuştu. Mutasarrıf Ata Beye telefon etti. Dünden kararlaştırılmış olan halk ileri gelenleri ile yapılacak toplantı için Belediye’ye gelmeyeceğini ve toplantının kendi evinin salonunda yapılmasını bildirdi. Son kozunu oynayacaktı. Ama başarı gösteremeyeceğini anlayarak görevini terkedip Maraş’tan kaçmasını doğuran bu toplantı ve toplantıdaki konuşmalardan bir cümleyi, -Fransız bayrağının Maraş kalesine çekilmediğini ifade ve ispat eden sadece bir cümleyi buraya almakla yetiniyoruz:

Şeyh Ali Sezai Efendi (Guvernöre hitaben) Milletin istiklal ve mevcudiyetinin ve hakimiyet şerefinin alameti olmak üzere, öteden beri kaleye Ay yıldızlı Sancağımız çekilmekte olduğundan, şimdiye dek vukuu görülmemiş olarak kaldırılıp yerine Fransız bandırası çekilmek üzere olduğunu gören halk; “Açık ve meşru hakkımıza tecavüz vaki olmuş, bayrağımız kaledeki yerine çekilmemiş olup bayraksız Cuma namazı kılınmaz” diyerek, o yolsuz muamele der, halkın umumi galeyanına sebep olup, alâmet-i milliye ve

138

diniyyemiz cümlesinden olan sancağımızı kendi yerine iade ederek tam bir sükunetle avdet etmişlerdir.”2

Çok nazik ve anlamlı olayların doğurduğu şartlar karşısında Guvernör, Türk bayrağının kaleye çekilmemesi emrini vermek gafletinde bulunmuş ise de, yerine Fransız bayrağını çektirme cesaretini gösteremediğini, olayın içinde bulunan görgü şahidi Veteriner Müdürü de (Đstiklal Savaşında Maraş) adlı kitabında şunları yazmaktadır:

“Fransızlar kaleye Türk bayrağının çekilmesine mani olmak istediler ise de yerine Fransız bayrağı çekilmemişti. Fakat halk buna boyun eğselerdi Fransız bayrağının da çekileceğine şüphe yok idi.”3

Burada Bayrak Olayı’nın psikolojik analizine geçmeden önce –Bayrak Olayı’nın ve Psikolojik Analizi’nin gündeme gelmesine neden olan- Kahramanmaraş Belediye başkanlığınca üç yıldan beri (1986-1988), her yıl 10-11 Şubat günleri düzenlenen Kahramanmaraş Kurtuluş Sempozyumu’nun gerekli ve yararlı olup olmadığından söz etmek zorunluluğunun doğmuş olduğu üzerinde duracağız.

Milli Mücadele tarihimize aykırı; asılsız ve hayalî bazı olaylar ve sahneler yazılıp ortaya sürülerek, Maraş Kurtuluş Savaşı’nın yüceliğine ve yüce anlamına gölge düşürecek nitelikte uydurmaların su yüzüne çıktığı görülmüştür ve bunu Kahramanmaraş Kurtuluş Sempozyumları sağlamıştır.

Gelecek nesillere yanlış bilgiler vererek şanlı yakın tarihimizi yozlaştıracak nitelikte olan bu asılsız olayların ve uydurma sahnelerin örneklerini elbette gözler önüne sereceğiz. Bu, Kahramanmaraşlı her Türk için, atalarımızın başardığı o eşsiz ve mübarek şehir savaşı kadar millî kutsal

2 Şeyh Ali Sezai Efendi (Türk İstiklal Mücadelesine Ait Maraş Mücadele Tarihçesi) 114 sahifeden ibaret olan bu eser henüz yayınlanmamıştır. Şeyh Ali Sezai Efendi (Abdülcelil zâde ailesinden), Maraş’ın işgali günlerinde Arslan Beyin reisliği altında savunma ve mücadele amacıyla kurulmuş olan Heyeti Merkeziyeye bağlı 10. Bölge semt reisi (Milis Kumandanı) idi. Bkz. İstiklal Savaşında Maraş, S. 23-24.

3 Hüsamettin Karadağ, (İstiklal Savaşında Maraş), S. 17. 139

ve kaçınılmaz bir vazifedir. Öylesine üzerinde hassasiyetle durulması, titiz davranılması gerekir.

Türk’ün yüce karakterine, vekar ve asaletine de ters düşen ve tarihe ihanete kadar uzanabilecek olan bu tür yanlışlıkların yapılmasına müsaade edilmemesi gerekir. Bunu da ancak Kurtuluş Sempozyumları ile başarabiliriz. Unutmamalıyız ki, Türk öldürülebilir ama, namusuna leke düşürülmesine, şeref ve haysiyetinin payimal edilmesine boyun eğmez, göz yummaz asla!…

Kahramanmaraş 1. Kurtuluş Sempozyumu, 10-11 Şubat 1986 günleri Kahramanmaraş Sabancı Kültür Sitesi konferans salonunda yapıldı ve güzel bir kitap (broşür) halinde, Ankara Üniversitesi Basımevi’nde bastırılarak yayınlandı. (1987 Ankara). Groma karton kapak içinde 104 sayfadan oluşan bu eser, 1. hamur kağıda ofset baskı olup bazı renkli resimlerle de süslenmiştir.

….

Mutlaka kurulması gereken Kahramanmaraş Kurtuluş Müzesi’ne konulacak yazılı eserlerin başında bulunacak olan bu güzel ve çok yararlı eser gibi Kahramanmaraş II. ve III. Kurtuluş Sempozyumu ile ilgili eserlerin de yayınlanmasını bekliyoruz. Bunların yayınlanması ihmal edildiği takdirde, yapılmış olan sempozyumlar muallakta kalacak, sanki yapılmamış sayılacaktır. Bunca emekler, zahmetler, zaman ve masraflar hebâ olacaktır. Yani bu sempozyumlar gayeye ulaşmadan lafta kalmış olacaktır.

Oturum Başkanı Sayın Prof. Kafalı, “Sempozyumun Gayesi” başlıklı konuşmasında: “Milletimiz çok çabuk unutur, bu da kin gütmemek ile alakalıdır. Kendi öz safveti ile alakalıdır. Acıları ve kötülükleri çabuk unutur. Đşte bu sempozyumlar, her yıl yapılan toplantılar, acı günü-tatlı günü, acı taraflarıyla tatlı taraflarıyla unutturmamayı da temin edeceği için, bu bakımdan da faydalı olacaktır” demişti.

140

Maraş Kurtuluş Mücadelesine dahil Bayrak Olayı gibi en yüce anlamlı olayların bile unutulduğu, daha kötüsü, realiteye aykırı olarak tarihi yanıltacak biçimde tahrif edildiği (değiştirildiği): Türk namusuna ve kahramanlığına leke düşürecek biçimde –olmamış olaylar- olmuş gibi gösterilerek ortaya sürülen uydurmaların su yüzüne çıktığı: Maraş Kurtuluşunun ve Maraş kurtuluşundaki olayların, zaferlerin çeşitli yönlerden incelenip yorumlanarak özüne ve ruhuna inilmek suretiyle yetkili bilim adamları profesörler tarafından teşhis konulup değerlendirildiği bu sempozyumların sağladığı sayısız yararların bir kaçıdır.

….

Kaleye hücum (Bayrak) Olayı’nın hangi ve nasıl şartlar altında meydana geldiğini bilmeyenler, O’nu elbette değerlendiremezler.. Gereği kadar araştırma ve inceleme yapmadan değerlendirmeğe yeltenenlerin ise yanılabilecekleri ve telâfisi mümkün olmayan yanlışlıklar yapabilecekleri de şüphesizdir.

….

Bir Tarih olaylarının bütünü içinde, o tarihi olaylar zincirini oluşturan olaylardan birine sadık kalınmaz da yanlışlık yapılırsa, bu yanlışlık o tarihin bütününü etkiler ve yazılan o tarih bütünü ile doğru yazılmış bir tarih olmaz..

Maraş Milli Mücadele Tarihi’nde olaylar zinciri içinde, anlamı ve değeri çok yüce olan bir olayda, Bayrak Olayı’nda yanlış yapılmaması gerekir ki, bu yakın Milli Tarihimiz gelecek kuşaklara doğru olarak iletilsin. Oysa şimdiden, olayın kahramanlarının torunlarına bile bugün yanlış iletilmiş ve yanlış öğretilmiş olduğu esefle görülmektedir. Bu nedenle konu üzerinde uzun uzun ve titizlikle duruyoruz.

Zaten Kurtuluş Sempozyumlarında (I. ve II.) bu konu, Ankara Üniversitesinden yetkili konuşmacı Sayın Dr. Yaşar Akbıyık’ın beyanları ve açıklamalarıyla iki kere kesin olarak ortaya konulmuş olduğunu bir kez daha tekrarlamayı gerekli

141

görüyoruz: Bayrak Olayı’nda Maraş Kalesine Fransız bayrağı çekilmemiştir.

Maraş Milli Mücadelesinde, Bayrak Olayı’nın ertesi sabah halkın nabzını yoklamak üzere şehre çıkarak Kanlıdere Köprüsünü geçip Nakip Camii önüne gelince rastladığı delikanlı yaştaki Aşıklıoğlu Hüseyin ile konuşurken genç Aşıklıoğlu’nun sözlerinden Maraş Türklerinin Savaş Parolası oluşup doğuyordu:

“Maraş bizlere mezar olmadıkça, düşmana gülzâr olamaz.”

Maraş Türkleri savunmasız ve silahsız idi ama, çok kuvvetli bir iman gücüne sahip bulunuyorlardı.. Havsalaya sığmaz bu imanla da insiyatifi daima ellerinde tutmuşlar ve hiçbir dönemde de, soğuk savaşta (işgal altında) da, sıcak savaşta (şehir savaşı sırasında) da insiyatifi düşmana kaptırmamışlardır…

Đspat mı istiyorsunuz? Fransız işgalinin ilk günlerinde şımarma alâmetleri gösteren Ermenilere karşı Hürü Ana’nın Ermeni damlarına çıkıp elinde bir tahta parçası olduğu halde, Ermeni militanlarında kendisine bakacak cesaret bile bırakmayıp titreten; “Hepiniz şu tahta parçası ile bana bile yetmezsiniz… Haydi çıkın yüreğiniz varsa meydana” gibi haykırmaları ve delikanlı yaştaki tek oğlu Şekerci Ökkeş’i kastederek “Bir oğlum var. Onu da vatana adadım. Ulan Ökkeş, ya şehit olacaksın ya gazi…” diye düşmana meydan okuması… Damadı marangoz kalfası Cıngıl Ali’nin de çarşı ortasında bir Fransız subayını tokatlaması ve bunu gören Ermeni gençlerinin korkudan, yol kenarında boş duran bir kağnının (öküz arabasının) altına sığınıp saklanmaları… gibi, Ulucami civarında cereyan etmiş olan bu ve şehrin her semtinde sık sık görülen bu tür bir çok olayları örnek gösterebiliriz.

Bu tür olaylar karşısında Fransız işgal kuvvetleri “nasıl bir tepki gösteriyordu?” diye sorarsanız, yurt sathında bilinen “Uzunoluk Olayı”nda düşman, kahramanımız Sütçü Đmam’a

142

ne yapabildi ki, bu tür olaylara karşı tepki gösterebilsin. Düşman hiçbir tepki gösteremiyordu.

Dedik ya, “Đnsiyatif daima Maraş Türklerinde idi.”

***

Şimdi biraz da, Bayrak Olayı sırasında düşmanın silah ve kuvvet durumuna bir göz atalım:

Zaman zaman düşman, takviye kuvvetleri alıyordu. Şehirdeki bütün kiliseler yabancılara ait iytamhâneler, hastaneler, imalathâneler, hanlar, hamamlar, bazı dükkânlar, Ermeni köşkleri, kâşâneleri Fransız-Ermeni işbirliği ile birer cephânelik ve müstahkem mevki haline getirilmişti.

Kale çevresinde de durum aynı idi. Kale çevresindeki kiliseler ve Ermeni evleri müstahkem mevki ve cephane deposu halinde idi. Kale yamaçlarına ve düzlüğüne hakim Abarabaşı Kilisesi çan kulesinde ve Askerî Kışla’da mevzilenmiş olan mitralyözlerin (makinalı tüfeklerin), yordanfillerin (küçük çaplı topların), kaleye çevrilmiş bulunan ölüm kusmağa hazır kapkara ve korkunç namluları gözle görülebiliyordu. Kale burçlarındaki muhafız koğuşlarına ve kale düzlüğüne Guvernör’ün Osmaniye’den getirdiği atlı jandarma bölüğü yerleştirilmişti.

Böylece, Maraş kalesinin yamaçları çepeçevre, top ve tüfeklerin kara delikli çelik namlularının koruması altında bulunduğu gibi, üstü ve düzlüğü de bir bölük atlı jandarmanın muhafazası altına alınmış bulunuyordu… Daha doğrusu düşman ve Guvernör Andre böyle sanıyordu.

Fakat Bayrak Olayı gecesi (Cuma gecesi) Guvernör Andre’nin emriyle Türk Bayrağının, kale burcundaki gönderinden indirildiği haberi, Müslüman jandarmalar tarafından şehrin her tarafına yayıldı. Kısa zamanda kara haberi duymayan Müslüman Türk kalmadı. Yüreklere oturan ince bir sızı ve dayanılmaz bir heyecan ile birlikte Maraş Türklerinin içinde kabaran iman gücü bilenmeğe başladı.

Evinde hasta yatan Kısakürek zâde Avukat Mehmet Ali Bey de kara haberi duymuştu. Vakit gece idi, kale ve

143

burcundaki bayrak direği görünmüyordu. Mehmet Ali Bey de bir heyecan kasırgasına tutularak kaleme sarıldı ve (Âlem-i Đslama Hitap) beyannamesini yazdı petrol lambasının titrek ışığında. Birkaç suret daha yazdıktan sonra düşünmeğe başladı. Beyannâmenin bir nüshasını Ulu Cami’ye, birer nüshasını da Sarayaltı ve Çarşıbaşı Camilerinin avlularına bırakıp cemaatin okumalarını sağlamak gerekti. Kendisi hasta olduğu için beyannâmeleri ilk gençlik çağındaki oğlu Şahap eliyle camilere bıraktıracaktı. Sabah namazından önce karanlıkta kimse görmeden camilere bırakmalıydı Şahap. Üçetek zıbının cebini söküp beyannâmeleri buradan birer birer camilere bırakmalıydı… Planladığı gibi yaptı. Av. Mehmet Ali Bey:

Sabah namazı için camilere gelenler beyannâmeleri bulup, öbek öbek okumağa başladılar. Cuma vakti gelinceye kadar, cemaat artıyor, heyecan son haddine ulaşıyordu.

Ulu Cami’de toplanan cemaat (Maraş Türkleri) kararlıydı. Aralarında duygu, heyecan ve karar birliği olduğu hissediliyordu. Đman gücüne dayanan bir kararlılık ve karar birliği oluştuğu görülüyordu. Caminin mehabeti vardır, saygı göstermeliydi. Mahşeri cemaat kalabalığından çıt çıkmıyordu. Cami tıklım tıklım dolmuştu ama, kimse konuşmuyor, fısıltı bile yok. Dudaklar ancak dua için açılıp kapanıyordu. Patlamaya hazır korkunç bir sessizlik hüküm sürüyordu. Nöbetçi imam – hatip Rıdvan Hocaefendi vakur adımlarla mimbere çıkmağa başladı. Cemaatta sessiz bir kımıldama oldu. Sanki bu anı bekliyorlarmış gibi bir haldi bu…

Hatip mimberin merdivenlerine çıktı, durdu, yüzünü cemaata döndü. Gözlerini mahşerî cemaat topluluğu üzerinde ağır ağır gezdirdi. Hocaefendi birini mi arıyordu? Bu mahzun ve manalı bakışlarıyla ne demek istiyordu? Sessizlik devam ediyordu. Hocaefendinin mimberde geçirdiği şu kısa an, cemaate dayanılmayacak kadar uzun geldi. Neredeyse patlayıp sessizliği bozacaklar gibi oldu!. Hatip cemaatta gördüğü büyük iman gücüne dayanarak tok bir sesle:

144

“Elhamdülillââh” der demez, caminin içinden ve dışından bir konuşma oldu. Yükselen bir uğultu arasında “Bayraksız namaz kılınmaz” duyuldu. Hatip devam etti:

“Cuma hür olanlara farzdır. Bayraksız Cuma namazı kılınmaz, caiz değil bayrağımız geri yerine çekilinceye kadar…”

Cami bir anda boşalmağa başladı. Avluda beli bükülmüş ak sakallı bir ihtiyar: “Haydin babam haydin, din kavgasıdır buuu!…” diyerek elleriyle halkı ileriye doğru itiyordu.

Ulu Cami’de başlayan şahlanış kaleye yönelmişti. Şehrin her tarafından yetişen kahramanlarla birlikte –top ve tüfek namlularına hedef olmaktan çekinmeden- ölümü hiçe sayarak Allah… Allah… na’raları arasında kaleye hücum başladı. Kale yamaçlarında bir insan seli yukarı doğru akıyordu. Kale kapısı düşman jandarmaları tarafından kapatılmıştı. Maraş Türkleri burçlara tırmanıp aşmağa başlayınca jandarmalar selâmeti arka küçük kapıdan kaçmakta buldular.. Kale burçlarını aşan Türk kahramanlar büyük kale kapısını da açtılar. Kalenin üstü bir anda kahraman Türklerle dolmuştu. Gece indirilmiş olan bayrağımız bırakıldığı yerden alındı. Saygıyla öpülerek geri yerine çekildi. Nazlı nazlı dalgalanmaya başlayan şanlı bayrağımız birkaç el tabanca atışı ile de selâmlandıktan sonra cemaat saf tuttu, bayrağın gölgesinde Cuma namazını edâ etti.

Olay öyle âni, öyle hızlı ve heybetli gelişmişti ki, tetiklerdeki düşman parmakları tirtir titredi ve bir tanesi bile bir tetik çekme cesaretini kendinde bulamadı. Hücumun azamet ve heybeti, Türkün kararlılığı, azim ve havsalaya sığmaz iman gücünün büyüklüğü karşısında işgal kumandanı ve Guvernör Andre şaşkına döndü. Sapsarı kesildiler, dudakları titredi. Onlar da “Ateş” emri veremediler… Đşbirlikçiler ve kışkırtıcı Ermeniler dükkân ve işyerlerini kapatıp telaş ve korku içinde evlerine koşup kapandılar..

145

Đşte böyle… Topu, tüfeği, askeri birlikleri, yardımcıları ve işbirlikçileri birlikte düşman –dünyanın faltaşı gibi açılan gözleri önünde, o gün Maraş’ta- mağlup, makhur ve mahcup olmuş, kendi iman gücünden kuvvet alan kahraman Maraş Türkleri ise, görevini başarmış olmanın engin sevinci içinde yine insiyatifi ellerinde tutmağa devam etmişlerdir. Bayrak Olayı, Maraş kurtuluşunun ilk haberi ve ilk müjdesi idi…

Bayrak Olayı budur, böyle olmuştur, anlamı ve değeri böylesine yücedir… Rahmetli dedemin şehit kardeşi Beyazıt zâde Halit Beğ’in dediği gibi:

“Kalemizi düşman bayrağı ile kirlettirmedik…”

Milli mücahitlerimizden Maraş şehir savaşlarının şehitlik mertebesine yükselen kahraman Evliya Efendi’nin şehit düştüğü gün aynı yerde yaralanan ve sonra aynı gece şehit olan –meçhul kahramanlarımızdan- şehid Halid (Bayazıd) Bey’in yukarıdaki cümle ile yaptığı değerlendirmenin anlamını kim anlamaz ve o değerlendirmeye kim katılmaz!..

***

Maraş Türklerinin Fransızlara karşı başlattıkları “Soğuk Savaş”, Sıcak Savaş’ın – Silahlı Şehir Savaşı’nın başladığı 21 Ocak 1920’ye kadar 83 gün sürdü.

Evet “Soğuk Savaş” şehrin her semtinde görülen küçüklü büyüklü, münferit ve çeşitli hamlelerle beraber, zaman zaman vuku bulan Uzunoluk (Sütçü Đmam) Olayı (31 Ekim 1919 Cuma, Fransızların geldiğinin ertesi gün), Kaleye Hücum (Bayrak) Olayı 28 Kasım 1919 Cuma), gibi heyecan ve saldırıların doruk noktalara ulaşarak sürdüğü 83 gün… Bu 83 günü “Fransız işgali” olarak değil, “Fransızlarla soğuk savaş” olarak incelemek ve değerlendirmek realite ve gerçeklere daha uygun olur. Maraşlılar boynu bükük, eli-kolu bağlı kalarak sessiz sedasız işgali kabullenmedilerdi ki…

***

Türkler “Soğuk Savaş”ı başlatıyorlar.

Đlk Raund (Maraş Halkının Raundu):

146

Fransızların Çukurova’da işledikleri cinayetlerden ve kötü idarelerinden kin ve nefret duyguları kabarmış olan halk Ulu Cami etrafında toplandı.

Bir ihtar ve ültümatom telgrafı hazırladı. “Maraş’ta behemhal bir yabancı işgali gerekiyor ise, Đngiliz askerlerinin burada bırakılmasına, aksi halde ileride vuku bulacak vahim olaylardan sorumluluk kabul edilmeyeceğine” dair bir telgraf yazıldı. Bu telgraf Ulu Cami’de, kürsü önünde, Dr. Mustafa Bey tarafından halka hitaben okundu, hazır bulunan ahali tereddütsüz tasvip eyledi. Telgraf esnaf şeyhleri, yiğitbaşılar, ulemâ, eşraf ve halkın diğer ileri gelenleri tarafından imza edilerek Padişah’a, Đtilaf Devletleri Mümessillerine ve General Allenbi’ye çekildi.

Đşgalin el değiştirmesi itilaf devletleri arasında siyasi emellere dayandığından “Soğuk Savaş”ın ilk raundunu başlatan bu telgraf cevapsız kaldı ve cevapsız kalması bir sürpriz değildi.

2. Raund (Davulcu Halil Ağa’nın Đlk Raundu):

Fransız işgalinin başlayacağı gün kesinleşince, Ermeni eşrafından eski Maraş Mebusu (Milletvekili) ve Ermenilerin en zengini Hırlakyan Agop Ağa, Gıbti aşireti boybeyi en usta davulcu Abdal Halil Ağa’ya “Gelsin” diye haber saldı. Gıbtilerin mahallesi “Çomaklı”, Hırlakyanların mahallesi “Kuyucak”a çok yakındı. Halil Ağa’yı hemen buldular geldi.

-Etbâ’ını topla gel. Ordusunun başında gelen büyük Fransız kumandanını karşılamaya gideceğiz, dedi Agop Ağa.

Öteden beri Hırlakyan’ın emrine amâde olan ve onu eğlendirmek için kırk takla atarak davul çalan davulcu bu sefer:

-Olmaz, dedi. Gelemem.

Beklemediği bu cevap karşısında şaşıran zengin Agop Ağa:

-Kasnağını altınla doldururum, dedi.

147

Uzun sakalını avucunun içine alan usta davulcu Halil Ağa:

-Belli… Bilirim. Hemi de doldurursun. Davulumu değil, evimi bile altunlarınla doldurursun, dedi. Ama bu, din bahsi… Bir çomak bile vuramam, cevabını verdi.

Bu cevapla “Soğuk Savaş” fiilen başlıyordu. “Bu din bahsi.. Bir çomak bile vuramam” sözleri, hızla şehrin her tarafına yayıldı. Đzzet Baba adındaki halk filozofu da, gündüzleri fenerini yakarak çarşı çarşı, sokak sokak “Adam arıyorum… Adam arıyorum” diye figüranlık görevine başlamıştı. Bu görevini “Soğuk Savaş” müddetince sürdürecektir.

3. Raund (Halil Ağa’nın ve Bir Mahalle Halkının Đlk Raundu):

Fransız öncü işgal kuvveti 30 Ekim 1919 Perşembe günü, ikindi üzeri Maraş’a girdi. Şehrin ortasından kuzeye doğru uzanan caddenin iki tarafındaki Ermeni evlerinin damlarını dolduran Ermeni kadın ve kızlarının alkış tufanları arası yürüyüş kolu halinde caddeyi geçerlerken, Ermeni sergerderleri ve militanları da ellerinde Fransız ve Ermeni bayrakları olduğu halde, Türkleri sinirlendirip hiddetlendiren gösteri ve tahriklerde bulunmak suretiyle de Fransız işgaline büyük güven beslediklerini ortaya koyuyor ve şımarıyorlardı.

Đşgal alayı cadde boyunca yürürken, süvari birliği piyade bölükleri arasında süngüleri takılı iki askerin koruması altında bir de Fransız bayrağının taşındığı görülüyordu. Bu gündüz herhangi bir olay olmadı.

Aynı günün akşamı evi aynı mahallede bulunan ve Hırlakyanların konağından rahatça görülebilen Şişman zâde Hacı Ahmet Ağa’nın toprak damı üstünde kütükler çatıldı, ateş yakıldı. Gecenin karanlığında yükselen kızıl alevlerin etrafında halaylar çekildi, oyunlar oynandı. O gün, işgal kumandanını karşılamaya gitmeyen usta davulcu Halil Ağa’nın usta çomağından çıkan gümbür gümbür davul sesleri bütün mahalleyi yankılandırıyordu. Etraftaki evlerin

148

damlarına çıkarak davul zurna seslerine alkış tutmak suretiyle çevre Türkleri de “Soğuk Savaş”a katılıyorlardı. Ermeniler ve Fransızlar o tarafa bakmağa bile cesaret edemiyorlardı.

Böylece Türklerde moral ve maneviyat yükselirken, Yiğit Halil Ağa’nın gümbür gümbür çaldığı davul seslerine karışan çetelerin na’raları düşmana gözdağı veriyor, onları tir tir titretiyor ve sindiriyordu. Arada bir mertçe erkekçe haykırmalar geceyi yırtıyor, Hırlakyanlara ve işgal kuvvetlerine hakaretler yağdırıyordu.. Soğuk savaş başlamıştı, ama düşmanda “tısss” yoktu…

Maraş’a giren Fransız işgal kuvvetleri arasında halkın “Ellik Gâvuru” dediği çok sayıda yerli Ermeniler de bulunuyordu. Ertesi gün, daha 24 saat geçmişti aradan… 31 Ekim 1919 Cuma, akşama doğru, silahlı olarak cadde ve sokaklarda üçer-beşer kişilik guruplar halinde dolaşmakta olan Fransız üniformalı Ermeni askerlerinden bir gurup Uzunoluk Hamamı önüne geldi. O anda hamamdan bir Türk kadını çıkıyordu. Kadın yabancı gözlere karşı, her Türk kadını gibi, çarşaf ve peçe ile örtünmüştü. Kafileden ayrılan bir asker kadına doğru yürüdü:

-Maraş Fransızın işgali altında… Peçe takılmaz, diyerek kadının peçesini açmak istedi. Orada bulunan halk taşlar ve sopalarla mücadeleye giriştiler ise de, askerler tabanca kullandı. O sırada oradan geçmekte olan Đngiliz süvarileri yetişerek olayı yatıştırdı. Đngiliz süvariler: “Daha dün geldiler” diyor ve Fransızları suçluyorlardı.

4. Raund (Sıcak Savaş’a Doğru, Uzunoluk –Đmam Emmi- Raundu):

Ancak yarım saat geçmemişti ki, başka bir gurup Ermeni askeri de Uzunoluk Hamamı önüne geldi. Bunlar da, hamamdan çıkmış olan bir Türk kadınının pençesine el uzatmak üzereyken, durumu gören Đmam Emmi, sütçü dükkanından fırladı, yetişti ve altıpatlar Karadağ marka tabancasını Türk kadınının peçesine el uzatmak isteyen düşman üzerine boşalttı. Düşman askeri yere serildi ve yaralı

149

olarak Kaledibi kilisesine kaldırıldı ise de, kurtarılamayarak hak ettiği cezayı çekti, gece öldü. Sabahleyin bir manga askerin katıldığı törenle Ermeni mezarlığına gömüldü.

Bu, ilk silahlı raunddu. Bu raund “Ateşli Harb”i başlatabilirdi ama, düşman bu cesareti gösteremediği gibi, Đmam Emmi’ye de hiçbir şey yapamadı.

Đşgal kumandanlığının Sütçü Đmam Emmi’ye hiçbir şey yapamamış olması, Ermenilerin Fransız işgaline bağladıkları ümit ve güvenleri o günden sarsılmağa başladı. Đçlerine bir korku düştü.

Fransız askerlerinden bir Ermeninin öldürülmesi Fransızların da Ermenilerle birlikte gözünü yıldırmış, Türklerin maneviyatını kuvvetlendirmişti.

5. Raund (Halkın Protesto Raundu):

Perşembe, Fransız işgal kuvvetleri Maraş’a girdi.

Cuma, Uzunoluk Olayı oldu ve Sütçü Đmam Fransız askeri bir Ermeniyi öldürdü. Aynı gün tek başına tarladan gelmekte olan müdafaasız bir Türk Ermeniler tarafından öldürüldü.

Cumartesi, Đngiliz işgal kuvvetleri Maraş’tan çekildi.

Pazar, Soğuk Savaş’ın bir raundu daha Türklerin protestosu. (2 Kasım 1919). Maraş Türkleri Antep’teki Fransız kumandanına telgraflar çekerek, Ermeni askerlerinin Maraş’ta yaptıkları uygunsuz halleri protesto ettiler, bu hallere son verilmesi için tedbir alınmasını istediler, Ermeni askerleri işgal kuvvetleri arasında bulundukça Maraş’ta emniyet ve asayişin sağlanamayacağını bildirdiler.

Bu protestoya cevaben, Fransız kumandanlığından gönderilen telgrafta bundan sonra olayların tekerrür etmeyeceği söz veriliyordu.

6. Raund (Halktan Destek Alan Hükümetin Raundu):

Aradan yirmi gün kadar zaman geçti. Bu zaman içinde şehrin her tarafında Türk halkı münferit olaylarla Soğuk Savaşı sürdürüyordu. Örnek mi gerek? Đşte Ulu Cami

150

semtinden basit ve küçük gibi görünen iki olay: Sallaklar’ın Hürü Ana (Şekerci Ökkeş’in anası), elinde bir tahta parçası Ermenilerin damlarına çıkıp şımaran Ermenilere bağıra bağıra gözdağı veriyor. “Ulan kancık Ermeniler, güvendiğiniz Fransız ve hepiniz şu tahta parçasıyla bana yetmezsiniz. Bir oğlum var. Vatana adadım. Ulan Ökkeş, ya gazi olacaksın ya şehit” diye bar bar bağırıyordu. O’nu duyan Ermeni erkekleri Hürü Ana’ya bakmağa bile cesaret edemiyor, evlerine koşup kapanıyorlardı.

Đkinci olay: Ulu Cami önündeki kahvenin avlusunda bir Fransız zabiti bağırıp çağırıyor ama, etrafında toplanmış olan ahali hiçbir şey anlamıyordu. Fransızın bir şeye kızdığı belliydi. Hürü Ana’nın damadı marangoz kalfası genç, Cıngıl Ali halkı yararak ortaya zabitin karşısına dikildi ve öyle iki tokat aşketti ki elinin beş parmağı zabitin yüzünde kıpkırmızı bir iz bıraktı. Neye uğradığını anlamayan Fransız sallandı sallandı yıkılmadı ama, tabancasına ve kasaturasına da davranamadı: Manzarayı gören iki Ermeni delikanlısı, yol kenarında boş duran öküz arabasının altına sığınıp saklanmış tirtir titriyorlardı.

-Bu it oğlu it ne havlıyor? diye bağıran Cıngıl Ali’yi halk kolundan çekerek hemen oradan uzaklaştırdılar.

Đşgal kuvvetlerinden olayı arayan soran ilgilenen bile olmadı.

Evet aradan 20-22 gün kadar zaman geçmişti.

Đşgal kumandanlığından, Cuma günleri çekilmesi an’ane halinde olan Türk Bayrağının bundan sonra hükümet konağına ve kale burcuna çekilmemesi mutasarrıfa tebliğ edildi. Mutasarrıf ile kumandan arasında temaslar başladı.

Mutasarrıf Ata Bey, Maraş Türklerinin iffet ve namus üzerine titredikleri kadar, dinî ve millî inançlardan gelen bağlılıkla bayrak meselesinde de çok hassas ve heyecanlı olduklarını ısrarla söyledi. Uzunoluk (Sütçü Đmam) Olayı’nı hatırlatarak.

151

Gördünüz silahlar patladı. Yine silahların patlamasını ve daha feci olaylara meydan verilmesini istemiyorsanız, mes’uliyet yüklenmeyiniz. Bu çok nâzik bir meseledir. Âmiriniz kumandanlığa sorunuz, oradan gelecek emre göre hareket edilmesi daha münasip olmaz mı? dedi. Đşgal kumandanlığınızın zor durumlara düşmesini ben istemem, elbette siz de istemezsiniz.

Uzun uzun münakaşalardan sonra âmirlerinden gelecek emre göre hareket edilmek üzere, şimdilik bayrağın çekilmesine muvaffakat gösterildi. (22 Kasım 1919)

Adana’daki yüksek işgal kumandanlığı işgal ettikleri her yerde Fransız bayrağının dalgalanmasını işgalin mutlak gereği ve simgesi sayıyordu. Bu nedenle, başaracağına inandıkları Cebelibereket Guvernörü Kapiten Andre’nin bu görevine ilâveten Maraş Guvernörlüğüne atanmasını Adana askeri valisi Miralay Bremond ile kararlaştırdılar. Askeri vali Mutasarrıf Ata Bey’e Kadı zâde Hacı Hasan Efendi ile Bayazıt zâde Kadir Paşa’ya ve Şükrü Bey’e birer telgraf göndererek Guvernör Andre’nin Maraş’a geleceğini tafsilatlı bir şekilde bildirdi ve iyi kabul gösterilmesini tavsiye etti.

Maraş Türklerinin Fransızlara karşı başlattığı “Soğuk Savaş”ın her raundu Türklere puan kazandırıyordu. Maneviyat ve cesaretlerini artırırken, düşman her raundda devamlı puan kaybediyordu. Ermenilerin Fransız işgaline bağladıkları ümitleri kırılıyor, güvenleri sarsılıyor, adeta düşmanlık duyguları içine yuvarlandıkları görülüyordu. Türklerin devamlı surette puan kazanmış olması Fransız kumandanlığını da olumsuz yönde etkiliyor, derin derin düşündürüyordu.

7. Raund (J. Yzb. Mahmut ve Yusuf Çavuş Raundu):

Guvernör Andre, Adana askeri valisi Miralay Bremond’un gönderdiği telgraflar uyarınca, beraberinde Osmaniye Mutasarrıfı ve Belediye Reisi ile Dörtyol Müftüsü ve Osmaniye eşrafından bazıları olduğu halde bir bölük

152

Fransız giysili süvari jandarma ile Maraş’a girdi. (26 Kasım 1919 Çarşamba).

Guvernör, Maraş işgal kumandanına bir telgraf göndererek parlak bir törenle Eloğlu’ndan (Türkoğlu) karşılanmasını ve karşılama hazırlıkları tamamlanınca kendisine bildirilmesini istemişti. “Ermeniler erkek kadın, genç ihtiyar, çoluk çocuk ellerinde beyaz mendiller, (ve Fransız, Ermeni bayrakları), demet demet çiçekler, lavanta şişeleri olduğu ve önlerinde Trasanta rahiplerinin bandosu bulunduğu halde bir saatlik mesafeden karşıladılar. Alkışlarıyla havayı çınlatıyorlardı. Birlikte götürdükleri (büyük boy) Fransız bayrağını açarak (gergin bir halde taşıyarak) Guvernörün önüne düştüler. “Türk savunma teşkilatı semtlerden birer ikişer kişi olmak üzere gözcü göndermişti. “Karşılama program dairesinde pek parlak oldu.” Ermenilerin aşırı sevinç ve tezahuratı Türklerin kin ve nefretini daha da artırdı. Türk ahaliden ve aşiretlerden karşılamaya katılan olmadı. “Ermeniler’in rehberliği ile, şehir ortasındaki çarşı ve hükümet caddesinden ilerleyen Guvernör (ve karşılama komvoyu) Hükümet kapısına kadar gelmişti. J. Blk. K. Mahmut Bey, Guvernörle tercümanından başka kimsenin içeri giremeyeceğini “nöbet beklemekte olan nefere önceden emir ve tenbih etmişti”. Guvernör yaklaşınca nöbetçi erin, emri yerine getiremeyeceğini anlayan Göllülü kahraman Yusuf Çavuş bölük kumandanıyla işaretleşerek nöbet değiştirip kendisi nöbete geçti. Yusuf Çavuş hemen “Ermeni kalabalığının karşısına geçerek içeri giremeyeceklerini söyledi. Dinlemek istemeyenlere karşı derhal silaha davranması, bunları korkuttu. Bunların kenara çekilmeleri ile açılan yoldan Guvernör ve tercüman geçtikten sonra arkadan gelmekte olan Osmaniye mutasarrıfı ile Osmaniye ileri gelenlerini de girmekten men eyledi. Bu durum Guvernörün dikkatini çekti, derin derin düşündürdü.

8. Raund (Mutasarrıf Ata Bey Raundu):

Andre hükümet konağında Mutasarrıf Ata Bey ile görüştü ve Maraş’a Guvernörlük görevi ile geldiğini söyledi.

153

Kendisi için iki oda ayrılıp belediyece döşenmesini, ayrıca beraberinde getirdiği jandarma birliğinin kaleye yerleştirilmesini ve bu nedenle Cuma günleri kaleye Türk bayrağının çekilmemesini istedi.

Ata Bey vakur ciddiyetle kendisinin mutasarrıf olarak vazifesi başında bulunduğunu, Mösyö Andre’nin Guvernör sıfatıyla değil, ancak bir misafir olarak kabul edileceğini kesin bir dille söyledi. Guvernör, tokat yemiş gibi şaşırdı. Aralarında tartışma başladı.

Mutasarrıf, Maraş Türklerinin özellikle misafirperverliklerinden bahisle bunun gereği olarak Osmaniyeli jandarmaların kaleye yerleştirileceğini ve kendisinin de istirahati için iki oda tahsis edeceğini bildirdikten sonra, bayrak meselesinin çok nazik ve çok büyük bir mesele olduğu üzerinde durdu. Guvernör Andre:

-Đşgal kuvvetlerimizin bulunduğu yerde başka devlet bandrasının bulunması usulsüzlüktür.

Mutasarrıf daha önce bu konuda, bayrak meselesinde işgal kuvvetleri kumandanı ile mutabakata varıldığını, meselenin üst komutanlığa bildirildiğini, oradan gelecek emre göre hareket edileceğini söyledi.

Guvernör Osmanlı devletinin resmi görevlisi bir kişinin bu tür konular karşısındaki tavrına şaşırmış, ne yapacağını bilemiyordu. Hükümet konağına girerken de nöbetçi çavuşun davranışlarını beğenmemiş morali bozulmuştu. Karşılama töreninde de Türk halkından kimsenin bulunmayışını hatırladı. Daha önceleri Maraş Türklerinin tekin olmadığını işitmişti. Dediklerinden de daha cesur ve atak insanlar galiba, diye düşünmeye başladı.

9. Raund (Davetlilerin Raundu):

Askeri vali Miralay Bremond’un telgrafı vechile Bayazıt zâde Abdulkadir Paşa konağında bir ziyafet hazırlandı. Maraş ileri gelenleri de davet edilmişlerdi.

154

Resmi tören elbisesini giymiş olan Guvernör Andre Osmaniyeli jandarmaların kumandanı Sıtkı, tercüman Vahan, Osmanlı meb’usu Hırlakyan Agop ve oğulları Osep ve Setrak, ayrıca yirmibeş kadar süvari jandarma ile birlikte debdebeli bir şekilde Kadir Paşa konağına geldi. Vakit olduğu halde davet edilmiş olan şehrin ileri gelenlerinden hiçbir Türk gelmedi. Bu durum Guvernör’ün tasavvurlarını alt-üst etti. Söyleyecekleri sözler içinde kaldı. Davetlilerin gelmemesini Guvernör hakaret ve protesto olarak kabul ediyordu. Ev sahipleri telaşlandılar ve bunun bir yanlış anlamadan, alaturka alafranga saat farkından ileri gelmiş olabileceğini söyleyerek vaziyeti kurtarmak ve Guvernörü yatıştırmak istediler.

10. Raund (Aşiretlerin Raundu):

Guvernör Maraş’a gelirken beraberinde getirdiği bazı kimselerle Ermeniler ilçelere mektuplar yazmışlar sadakat gösterilmesi ve hizmet edilmesi lüzumuna inandırmağa çalışmışlardı. Özellikle Göksun ve Süleymanlı Çerkezleri ile Pazarcık Kürt aşiretleri buna teşvik edilmişlerdi. Bunlardan bazılarına para, bazılarına da memuriyetler va’d etmişlerdi.

Guvernör bunun cevabını ertesi gün aldı. “Göksun ve Süleymanlı Çerkezlerinden ve Pazarcık Kürtlerinden gelen cevaplarda, Maraş’tan gönderilen yazıların lânetle ve nefretle karşılandığı bildiriliyordu. (27 Kasım 1919 Perşembe).

Bu raund da düşmanın ümidini kırmış, Guvernörü perişan etmişti.

Öğreniniz ve unutmayınız…

Türk Bayrağı mermûtad o Perşembe günü de akşamdan kale burcuna ve hükümet konağına çekildi.

Güvernör Andre, Maraş eski meb’usu Hırlakyan Agop Ağa’nın konağında o gece şerefine düzenlenen bir dans partisinde bulunacaktı.

Ermeni komitecileri ve militanları, mutlaka Maraş kalesine Fransız bayrağı çekilmesini istiyor ve bunun Maraş

155

Türklerini sindirmek için indirilecek en büyük darbe olacağını hesaplıyorlardı. Guvernör Andre’nin bu işi başarmak ve Fransız işgalinin Maraş’ta fiili (maddi) tamamlanması ile birlikte psikolojik (manevi) işgalinin de tamamlanmasını sağlamak üzere Maraş’a gönderildiğini ve Osmaniye’den beraberinde getirdiği süvari jandarma bölüğünün kaleye yerleştirilmesinin, bu plânın ilk adımı ve ilk başarılı uygulaması olduğunu biliyorlardı.

Ancak Guvernörün tedbirli ve çekingen hareketlerinden memnun değil idiler. Bir an önce kale de Fransız bayrağının dalgalandığını görebilmek için kendileri de bir plan hazırladılar. Fettan Ermeni güzeli Virjini’yi, oyunun başoyuncusu olarak hazırladılar.

Hırlakyanların konağında düzenlenen danslı eğlence gecesi başladı. Gece biraz ilerleyince, Guvernör Kapiten Andre gecenin yıldızı gibi gözlerini üzerine çeken Virjini’ye dans teklif etti. Fettan Ermeni güzeli:

-Guvernör cenapları ile dans etmek benim için ulaşılması güç en büyük şereftir. Ancak Türk bayrağı dalgalanan yerde değil… Affınızı dilerim, dedi.

Guvernör Andre bir an, Maraş’a gönderilişi nedenini düşündü. Đşgalin simgesi olan Fransız bayrağını dalgalandırma başarısını göstermek için Maraş’a gönderilmemiş miydi? Ama yine de tedbirli olmalıydı. Acele etmemeliydi. Önemli olan, Maraş Türklerinin Fransız bayrağına hakaret etmelerine meydan ve fırsat vermemekti.

Kaleye yerleştirilmiş olan Osmaniye jandarma birlik kumandanı Sıtkı Bey de geceye davet edilmişti ve orada bulunuyordu. Guvernör işaret etti. Yanına gelen Sıtkı Beye, kale burcunda dalgalanan Türk bayrağının indirilmesi emrini verdi, sonra Ermeni güzeli Virjini’ye;

-Teşekkür ederim, görevimi hatırlattınız bana… Gerekli emri verdim. Türk bayrağı gönderinden indirilecektir. Şimdi dans edebilir miyiz, dedi.

156

Onlar dans edip eğlene dursunlar, Osmaniye’den beraberinde getirdiği Guvernör’ün kaledeki Türk jandarmaları hemen şehre inerek dağıldılar. Türk bayrağının gönderinden indirildiği haberini şehre yaydılar. Haber, dayanılmaz acı bir sızı halinde yüreklere işledi. Maraş Türkleri bütün gece uyumadılar. Sabahın olmasını iple çekiyorlardı.

Acı haberi, evinde hasta yatan Avukat Mehmet Ali Bey ile ressam Hayrettin Muci de duydular.

11. Raund (Bir Avukat ve Bir Sanatçıdan Geldi):

Avukat Mehmet Ali Kısakürek sabahı bile bekleyemedi. Hasta yatağında doğruldu. Hemen kaleme sarılarak, Maraş Türklerini ayaklandıran ünlü (Âlem-i Đslama Hitap) beyannamesini yazdı. Ve gece karanlığında oğlu Şahap’a vererek Türklerin görmeleri için bazı camilerin avlularına gizlice bırakmasını sağladı. Kendisi hasta yatağından kalkamadığı için Cuma günkü Bayrak Olayı’na katılamadı.

Ressam Kaptan Hayrettin Muci ise, sabahı zor yaptı. Ve sabah olunca Heyet-i Merkeziye Đstihbarat salonuna koşarak akıllara sığmayan ve düşmanları tirtir titreten, onların bütün planlarını altüst edip Maraş Türklerine en büyük puanı kazandıran ve kurtuluşun ilk müjdesi o mehip, o yüce anlamlı Kaleye Hücum olayını büyük bir heyecan içinde baştan sona izledi ve fırçasına sarılarak sulu boya ile (28 Teşrin-i Sani 335 Cuma, Kaleye Bilhücum Sancak Keşidesi – 28 Kasım 1919 Cuma, Kale’ye Hücum ile Bayrak Çekilmesi) resim altına yazdı ki (Maraş’ta Şanlı Bir Gün) adını verdiği sanat eseri tabloyu yaptı. 55×41 cm ebadındaki bu resim, Türklerin maneviyatını kuvvetlendiriyor, Fransız ve Ermenilerin bellerini büküyordu. Bu tablo Kale’ye hücum eden kahramanların taşıdığı üç tane Türk bayrağını tespit ettiği gibi, kale burcundaki bayrak direğinin de boş olduğunu, yani herhangi bir yabancı bayrağının çekilmemiş olduğunu gösteren sanat eseri kıymetli bir belgedir.

157

12. Raund (Lâedrî bir Halk Şairinden Gelmiştir): Bayrak Olayı üzerine bir dörtlüğünde:

“Kalesi tertemiz, hır-hış girmedi Düşman bayrağıyla kirlettirmedi ‘Cuma ancak hür olana farz’ dedi Tekbir getirdi de şahlandı Maraş”

Diyen Maraşlı bir halk şairi, Bayrak Olayı’nı da bir türküsünde şöyle dile getiriyordu:

GUVERNÖR’E TÜRKÜ

Bayrağımı indirdi de yerine Bandırasın takamadı Fransız Maraşlı’nın çetesine, erine
Bir kezcik yan bakamadı Fransız

Korktu da yan bakamadı Guvernör Bandırasın takamadı Guvernör

Çelik bir kaledir kolay yıkılmaz Çıtırık bir ceviz başa çıkılmaz Bir tek Maraşlıya yüz Fransız az Bandırasın takamadı Fransız.

Geldi bir iş yapamadı Guvernör Bandırasın takamadı Guvernör …

158

Filozof Şair:
“-Hazır ol cenge, eğer istersen sulhu salah!…” diyordu. Maraş Türkleri de:

“-Ölmeye hazır ol, eğer kurtulmak ve sulhu salah içinde yaşamak istersen!..” demişlerdi ve dediklerini de yapmışlardı kurtuluş savaşında ve tarih sahnesinde…

Maraş Türkleri büyük bir iman ve inançla –birlik halinde kenetlenerek- ölmeğe hazır oldukları için, Milli Mücadelenin ilk zaferini kazandırmışlar; topsuz, tüfeksiz ve askersiz her şehre, dünya üzerindeki her şehre örnek olmuşlardı!…

BÜYÜK RAUND (Maraş Türklerinin Kaleye Hücum Raundu):

Fransızlar planlı hareket ediyorlardı. Akıldâneleri ve kılavuzları da Ellik Ermeni komitecileriydi. Maraş kalesinin etrafındaki Ermeni kaşaneleri ve Hırıstiyan kiliseleri cephane deposu halinde müstahkem mevkilerle çevrilmişti. Askeri kışladaki toplar da kaleye çevrilmiş, kale düzlüğüne hakim ve ateşe hazırdı. Abarabaşı Kilisesi de kale yamaçlarına ve düzlüğüne hakimdi. Çankulesine yerleştirilmiş olan yordanfil ve mitralyözlerin ölüm kusmağa hazır namluları her taraftan görülüyordu. Cebelibereket Guvernörlüğüne ilaveten Maraş Guvernörlüğüne atanmış olan Militer Kapiten Andre’nin beraberinde Osmaniye’den getirdiği atlı jandarma bölüğü de kale muhafızı hücrelerine yerleştirilince Fransız bayrağının Maraş kalesine çekilmesi planı tamam oluyordu. Şimdi sıra Türk bayrağının indirilmesine gelmişti. Ondan sonra Fransız bayrağının dalgalandırılmasına hiçbir engel kalmayacağını sanıyordu Fransız kumandanları…

Guvernör Andre’nin emriyle Türk bayrağı da indirildi ama, yerine Fransız bayrağını çekmek nasip olmadı düşmana. Ulu Camide oluşan büyük raund başlamıştı. Ne olduysa Ulu Cami’de oldu. Ölmeyi göze alan binlerce Maraş Türkü tekbir getirerek Ulu Cami’den fırladı. Kale yamaçlarına azimli,

159

vakur ve fakat sessiz bir akın başladı, ölüm saçmağa hazır top ve makineli tüfeklerin namluları önünde ve ateş menzili içinde… Kale kapısı Fransız jandarmaları tarafından kapatılmıştı. Şahlanan yiğitler engel tanır mı? Dalga dalga kale duvarlarına tırmanıp burçları aştılar bir sel coşkunluğuyla.. Kale kapısını da açtılar, binlerce cami cemaatı kale düzlüğünü doldurdu. Đndirildikten sonra bir tarafa bırakılmış olan bayrağımızı yerden kaldırıp öptüler, öptüler ve ezeli yerine, bayrak direğine taktılar. Üç el tabanca atışıyla şanlı bayrağımızı selamladıktan sonra, zaten camiden abdestli gelmiş olan Maraş Türkleri nazlı nazlı dalgalanmağa başlayan ay-yıldızlı bayrağın gölgesinde Cuma namazını edâ ettiler.

Kaledeki Fransız jandarmaları, hücum başlar başlamaz, kuzeydeki küçük kale kapısından kaçmışlardı. Ve bütün bu olaylar, parmakları tetikte ateşe hazır bekleyen düşman nöbetçilerin korkudan faltaşı gibi açılmış gözleri önünde oluyordu. Ermeni militanları ve sergerdeleri dükkanlarını kapatıp evlerine koşuyorlar, kapılarını içeriden sürgüleyip evlerine kapanıyorlardı. Düşman kumandanları –özellikle Guvernör Andre- büyüyen gözlerle olayları seyrediyor, ne yapacaklarını bilemez bir durumda dudakları titriyor, herhangi bir emir vermek şöyle dursun konuşamıyordu bile…

14. Raund (Büyük Raunddan Önce, Ulu Camii Nöbetçisi Đmam-Hatibi Rıdvan Hocaefendi’nin Raundu):

28 Teşrin-i Sani 335 (28 Kasım 1919) tarihli (Âlem-i Đslama Hitap) beyannamesi Ulu Cami cemaati arasında elden ele dolaşıyor, öbek öbek toplanıp kendi aralarında okuyorlar, heyecan arttıkça artıyor, gözler kaleye dikiliyor, “Bayrağımız indirilmiş” diyerek ağlayanlar bile vardı.

“Cuma namazı vakti erişmişti. Ulu Camii hınca hınç dolmuştu. Osmaniye’den gelenlerin de bazıları camide idi. Ben de birinci safta vaiz kürsüsünün önünde bulunuyordum. Ezan okundu, sünnetler kılındı, hatip mimbere çıktı. Đkinci ezan da okundu. Hatip hutbeye başladı: “Elhamdülillah” der

160

demez dışarıda bir gürültü koptu, bu gürültü içeriye de geçti. “Bayraksız namaz kılınmaz” sesleri duyuldu” diyor görgü şahidi kitap yazarı.

Mimberdeki hatip Darendeli zâde Rıdvan Hoca: “Beli, dedi. Cuma namazı hür olanlara farz. Hürriyetimizin sembolü al bayrağımızdır. Bayrağımız yerine takılmadan Cuma kılınmaz. Kılmak caiz değildir” demesiyle caminin boşalması bir oldu. Büyük Raund (Bayrak Olayı) başladı.

15. Raund (Beli Đki Bükülmüş Đhtiyardan Geliyordu Bu Raund):

Savaştan önce, savaşta ve savaştan sonra ilde görevli Maraş baytarı (Veteriner Müdürü) görgü sahibi ve olayları fiilen yaşamış olan (Đstiklâl Savaşında Maraş) adlı kitabın yazarı Hüsameddin Karadağ şöyle yazıyor: “Biz de herkes gibi ayakkabılarımızı alarak kendimizi dışarı attık. Bu esnada mimberdeki tarihi sancak omuzlanarak götürülüyor. Artık camide kimse kalmamıştı. Avluda beli iki kat olmuş bir ihtiyar:

“Haydin babam, din kavgasıdır bu..” diyerek elleriyle halkı ileriye doğru yürütmeye çalışıyordu.”

Zaten yel gibi esen, sel gibi akan yiğit Maraş Türklerinin kaleye hücumu başlamış, delikanlı gençler kale duvarlarına tırmanıp burçları aşmışlar, Guvernörün jandarmalarının kapattığı kale kapısını akıncı Türkler açmışlardı elle… Bunlar büyük raunddan hemen önceki raundlar.”

Araştırmacı yazar A. Saim Emirmahmutoğlu “Büyük Raund” adını verdiği Bayrak Olayı öncesi yaşanan olayları bu şekilde sıralar. Bu yazı dizisi Işık Gazetesi’nde 20 Nisan 1987 tarihinde başlamıştır yayınlanmaya. Sağlık nedenleriyle zaman zaman ara verir, sonra kaldığı yerden devam eder. Sağlığı pek elvermese gerek ki birçok kere tekrara düşer ister istemez. Ve yazı dizisi “Büyük Raund” sonrasını eksik bırakarak bıçak gibi kesilir 25 Temmuz 1989 tarihinde.

161

Sağlığında en büyük arzusunun bu yazı dizisinin bir kitapçık şeklinde yayınlanmasını arzu eden ve 17 Aralık 2000 tarihinde ebedi aleme hicret eden A. Saim Emirmahmutoğlu’nu rahmetle anıyoruz.

Not: Bu yazı serisinden târihî gerçeklere ve coğrafyanın tabii şartlarına uymayan bazı kısımlar çıkartılmıştır.