İbrahim BALIK*
Mugiseddin Tuğrul Şah, II. Kılıç Arslan’ın 11 oğlundan birisidir. Bilindiği gibi II. Kılıç Arslan, iktidarının son günlerinde ülkeyi oğulları arasında paylaştırmıştı. Bu paylaşımda Mugiseddin Tuğrul Şah’a Elbistan düşmüştü. Bu uygulama eski Türk devlet geleneğine uygun olarak yapılmıştı[1]. Bu paylaşım çerçevesinde II. Kılıç Arslan’ın oğulları “Melik” veya “Şah” unvanlarını kullanmışlar, babalarının yüksek hâkimiyetini tanımak şartı ile kendi adlarına hutbe okutup, para bastırmışlardır[2]. Nitekim Tuğrul’da “Şah” unvanını kullandığı gibi, Elbistan’da kendi adına hutbe de okutmuştur. Erzurum Melikliği döneminde de kendi adına para bastırmıştır[3].
Türk Kültürünün bir gereği olarak hatta bir iyi niyet çerçevesinde gerçekleştirilen bu durum kısa sürede tersine dönmüştür. Paylaşımın yapılmasından kısa süre sonra daha II. Kılıç Arslan’ın sağlığında kardeşler arası mücadele başlamıştır. Bu mücadeleler yüzünden Türkiye Selçukluları, Anadolu’da kendini ispatlama ve önemli bir güç olma aşamasında sıkıntılı bir süreç yaşamıştır. Özellikle III. Haçlı seferinin bertaraf edilmesi ve 1176 Miryakefalon savaşının kazanılmasından sonra hızlı bir yükseliş dönemi beklenirken; devlet bir fetret dönemine girmiştir.
Tuğrul Şah, Elbistan’da bulunduğu sırada özellikle Ermeni Kralı Leon ile bazı ilişkiler içine girmiştir. 1195’te II. Leon, kardeşler arasındaki bu mücadeleden faydalanarak Selçuklulara ait bazı yerleri eline geçirmeye başlamıştır. Önce Kayseri Meliki Nureddin üzerine yürüyen Leon, bu bölgede bazı kaleleri eline geçirmiştir. Bu mücadele çerçevesinde Elbistan Meliki Tuğrul Şah’ı da kendisine tabi kılmıştır. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre Tuğrul Şah da bu duruma fazla itiraz etmemiştir. Hatta bu durumu kendi lehine çevirmeye gayret etmiş, zaman zaman bölgedeki varlığını sürdürebilmek için, Leon’dan yardım talebinde bulunmuştur. Nitekim, Sivas ve Aksaray hâkimi olan kardeşi Kutbeddin Melik Şah’a karşı, II. Leon’dan destek almış ve O’nun himayesi ile topraklarını koruyabilmiştir[4].
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kardeşler arası mücadele daha II. Kılıç Arslan’ın sağlığında başlamış; O’nun ölümünden sonra da devam etmiştir. Görüldüğü kadarıyla Mugiseddin Tuğrul Şah ilk dönemdeki bu mücadelelerde kayıtsız kalmış, kendi elindeki Elbistan ile yetinmeyi tercih etmiştir. Bilindiği üzere kardeşler arası bu mücadelede II. Rükneddin Süleyman Şah ön plana çıkmaya başlamış, diğer kardeşlerinin büyük bir bölümünü kontrolü altına alarak Konya’daki kardeşi I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile nihai bir taht mücadelesine girişmiştir. Sonuçta O’nu da mağlup etmeyi başaran II. Rükneddin Süleyman Şah, tek başına Konya’da Selçuklu tahtına oturmayı başarmıştır[5].
Tahtı ağabeyine bırakmak zorunda kalan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, sâbık ve sürgün bir hükümdar olarak Anadolu’da değişik yerlerde dolaşmaya başlamıştır. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, bu sürgün hayatı sırasında bir ara Elbistan’a da gelmiştir. Mugiseddin Tuğrul Şah, küçük kardeşi Gıyaseddin’e gayet iyi davranmış; hatta bu bölgeyi O’na devretmekten de çekinmemiştir. Yapılan bir toplantıda bu durumu açıkça ifade de etmiştir[6]. Tuğrul Şah kardeşine karşı uyguladığı bu olumlu tutumun karşılığını ileride alacaktır. Nitekim, I. Gıyaseddin Keyhüsrev ikinci kez Selçuklu tahtına oturduğunda o zaman Erzurum Meliki olan Tuğrul Şah’ı yerinde bırakmıştır. Ancak I. Gıyaseddin Anadolu’da gittiği hemen her yerde olduğu gibi, Elbistan’da da kendini güvende hissetmemiş ve kısa süre sonra buradan da ayrılmıştır. Bilindiği gibi bu şekilde Anadolu’da bir miktar dolaşan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, sonunda İstanbul’a gitmiş ve Bizans sarayındaki dayılarının yardımı ile tekrar Anadolu’ya gelip tahtı ele geçirinceye kadar da burada kalmıştır.[7]
Bu arada Mugiseddin Tuğrul Şah gerek II. Rükneddin Süleyman Şah’ın diğer kardeşleri ile mücadelesi sırasında ve gerekse I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile giriştiği nihai mücadele sırasında olabildiğince olayların dışında kalmayı tercih etmiştir. Bu mücadelelerde açık bir şekilde taraf olmadığı gibi, mücadele içindekilerden her hangi birinin hoşnutsuzluğuna sebep olacak tavır ve davranışlardan da kaçınmıştır. Nitekim bir taraftan kendisine sığınan kardeşi I. Gıyaseddin Keyhüsrev’i hoşnut edecek tavırlar sergilerken, diğer taraftan Konya tahtını ele geçiren kardeşi II. Rükneddin Süleyman Şah’a hemen bağlılığını bildirmiştir. Muhtemelen, Tuğrul Şah’ın itaatini arz etmesinde, Süleyman Şah’ın saltanatının ilk günlerinde Niksar gibi Danişmendlilerin çok önemli bir merkezini ele geçirmiş olması etkili olmuştur[8]. Sonuçta Mugiseddin Tuğrul Şah, Konya tahtında ortaya çıkan yeni durumda da elindeki Elbistan’ı muhafaza edebilmiştir.
Her ne kadar II. Rükneddin Süleyman Şah, kendisine tabiiyetini bildiren kardeşi Mugiseddin Tuğrul Şah’ın elindeki Elbistan’a ilk anda dokunmamış ise de; daha sonra O’nu bir şekilde Elbistan’dan uzaklaştırmış ve bu bölgeyi doğrudan kendisine bağlamıştır. Ancak bu değişim aslında her iki tarafı da mutlu edecek şekilde gerçekleşmiştir.
- Rükneddin Süleyman Şah, 1202 yılında Doğu Anadolu Bölgesine bir sefer düzenlemiştir. Saldırılarını giderek artıran Gürcülere bir darbe vurmak ve Doğu Anadolu’daki otoritesini pekiştirmek için düzenlediği bu seferde kardeşi Mugiseddin Tuğrul Şah da yanında bulunuyordu. Sefer sırasında Süleyman Şah, Saltuklu Beyi Melik Aladdin Melikşah’ın[9] kendisini karşılamaya geç geldiğini ve bu konuda gereken hassasiyeti göstermediğini bahane ederek elinden topraklarını almıştır. Böylece Saltuklulara son veren Süleyman Şah, Erzurum’u yanında bulunan kardeşi Tuğrul Şah’a vermiştir (25 Haziran 1202)[10]. II. Rükneddin Süleyman Şah bu hamlesi ile bir taşla iki kuş vurmuştur. Hem Saltukluları ortadan kaldırıp, Selçuklu’nun Anadolu’daki Türk birliğini kurma çalışmalarında önemli bir adım daha atmış; hem de Tuğrul Şah’ı Elbistan gibi son derece verimli ve önemli bir bölgeden uzaklaştırmıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu davranış aslında her iki tarafı da memnun etmiştir. Süleyman Şah kendi açısından son derece önemli iki kazanç elde ettiğini düşünürken, Mugiseddin Tuğrul Şah da, Elbistan yerine, çok daha mamur ve geniş bir bölgeye (Erzurum ve çevresine) sahip olduğundan dolayı memnun olmuştur.
Tuğrul Şah Erzurum’da daha rahat hareket etmiş ve müstakil bir melik seviyesine ulaşmıştır. O’nun bu durumu bastırdığı bazı paralar ve bıraktığı eserlerdeki kitabelerden rahatlıkla anlaşılmaktadır. Nitekim 1216 yılında bastırdığı gümüş sikkeler (Dinar) üzerinde, “Mugisü’d-Din Ebu’l-Feth Tuğrul bin Kılıç Arslan” yazılıdır. Bu yıllarda Konya tahtında yeğeni I. İzzeddin Keykavus oturmaktadır. Tuğrul Şah’ın bastırdığı parada kendi adı ile birlikte halifenin adı da bulunmasına rağmen, Selçuklu sultanı İzzeddin Keykavus’un adı bulunmamaktadır. Bu durum onun tamamen bağımsız olduğunun ve II. Rükneddin Süleyman Şah’a olan tabiiyetinin O’nun hayatı ile kaim olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla beraber özellikle Bayburt Kalesi[11] üzerinde bulunan ve günümüze kadar ulaşan pek çok kitabede değişik unvan ve lakaplar da kullanmıştır. Bahsi geçen kitabede: “Melikü’l âlem el – müeyyed, el – muzaffer, el – mücahit, el – mürabit, kamiu’l – kefere ve’l – müşrikîn, Melikü’l – Biladi’r – Rum ve’l – Ermen, Tuğrul bin Kılıç Arslan bin Mesut” ifadelerini kullanmıştır. Yine 1213 tarihli bir başka kitabede de benzer ifadeler mevcuttur. Tarihi tespit edilemeyen bir başka kitabede ise Selçukludaki en üst seviye unvanlar olan “Sultanu’l – Muazzam” ve “Şahin Şâhu’l-Â’zam” unvanlarını kullanmıştır[12].
Mugiseddin Tuğrul Şah, Erzurum melikliği döneminde Gürcülere karşı yoğun bir mücadelenin içine girmiştir. Bunun yanında bölgesinde meydana gelen diğer gelişmelere de kayıtsız kalmamış, olabildiğince olayların içine girerek etkinliğini artırmaya çalışmıştır.
Mugiseddin’in Erzurum Melikliğini elde ettikten iki yıl sonra, 1204 yılında bölgenin oldukça uzağında meydana gelen bir gelişme Erzurum ve çevresinin siyasi yapısını derinden etkilemiştir. IV. Haçlı Seferi sırasında Latinler, İstanbul’u işgal etmişti. Latinlerin bu işgali sırasında Bizans hanedan üyeleri İstanbul dışına sürülmüştü. Bunun neticesinde Laskarisler İznik’te müstakil bir yönetim tesis ederken; Kommenoslar Trabzon çevresinde devlet kurmayı başarmışlardır. Böylece bölgede kısa süre içinde hızlı siyasi değişimler yaşandı[13]. Saltuklu hâkimiyeti yıkılıp yerine Selçuklular hâkim olurken, Gürcülerin yanına birde Kommenoslar eklenmiştir. Nitekim bu gelişmeler üzerine Mugiseddin Tuğrul Şah, Kommenosları daha yakın bir tehlike olarak görmeye başlamıştır. Bu çerçevede de Bayburt kalesini yeniden ve çok müstahkem bir şekilde inşa ettirmiştir. Böylece kuzeyden gelecek bir saldırının önünü almaya çalışmıştır. Bu kalede bulunan kitabelerde geçen bazı unvan ve lakaplardan yola çıkarak Bayburt ve çevresinde Kommenoslara karşı bir takım başarılar elde ettiği de anlaşılmaktadır[14]. Tuğrul Şah, tıpkı Bayburt gibi Erzurum’da da önemli bir tahkimat çalışması yaptırmıştır. Özellikle yönetim merkezi haline getirdiği Erzurum’u müstahkem surlarla yeniden tahkim etmiştir. Erzurum Kalesi’ne birçok yeni ilaveler yaptırmış ve harap yerlerini onarttırmıştır[15].
Mugiseddin’in asıl önemli mücadelesi Gürcülerle olmuştur. Bu dönemde Gürcüler önce Azerbaycan’da şiddetli bir istilâ ve yağmaya girişmiştir. Peşinden bu istilâ ve yağmalarını, Ahlât ve Erzurum çevresine kadar genişletmişlerdir[16]. Bu durum üzerine Ahlât Şah Balaban ile Mugıseddin Tuğrul Şah ordularını birleştirip Gürcülere karşı savaşa girişmişlerdir. Bu mücadelede Gürcüleri mağlup eden Tuğrul Şah ve Balaban, Gürcü tarihinin en meşhur komutanlarından birisi olan Zekeriya’yı da öldürmüşlerdir[17]. Bu yenilgi üzerine Gürcüler memleketlerine geri çekilmiştir[18].
İki komşu Türk hükümdarı bu ittifaklarını Eyyubilere karşı da sürdürmüşlerdir. Yeni bir kuvvet olarak sınırlarını kuzey yönünde genişletmek isteyen Eyyubiler, Ahlatşahların zayıflamasını da göz önünde bulundurarak bu bölgeye bir ordu göndermişlerdir. Bu Eyyubi ordusu Muş’u alıp Ahlât’ı da kuşatmıştır. Bunun üzerine Ahlât hâkimi Balaban Tuğrul Şah’tan yardım istemiş, Tuğrul Şah ta bu yardım talebine olumlu karşılık vermiş ve ordusu ile Ahlât’a gelmiştir. Burada Balaban’ın ordusu ile birlikte Eyyubileri yenen Tuğrul Şah onları bölgeden püskürtmüştür[19].
Bu başarılar üzerine kendini oldukça güçlü hissetmeye başlayan Tuğrul Şah, çok büyük bir stratejik hata yapmıştır. Tuğrul Şah, müttefiki ve dostu olan Balaban’ı öldürüp Ahlat’ı teslim almayı düşünmüştür[20]. Tuğrul Şah gerçektende Balaban’ı öldürmüş; böylece bir asırdan fazla sürmüş olan Ahlât merkezli Ahlatşahlar da sona ermiştir (1207)[21]. Balaban’ın öldürülmesinden sonra Ahlat’ı kuşatan Tuğrul Şah, burada çok şiddetli bir mukavemetle karşılaşmıştır. Halk çok sevdikleri Balaban’ın gereksiz yere öldürülmesinden dolayı Tuğrul Şah’a karşı büyük bir nefret duymaya başlamıştı. Bundan dolayı da şehirlerini Tuğrul Şah’a karşı canla başla savunmuşlar ve şehri Tuğrul Şah’a vermemişlerdir. Ahlat’ta uğradığı başarısızlığı telâfi etmek isteyen Tuğrul Şah, bu kez Malazgirt’i kuşatmış; burada da bir sonuç elde edememiştir. Eyyubiler hemen mevcut durumdan faydalanmaya çalışmışlardır. Bu çerçevede Eyyubi Melik Eşref bölgeye gelmiştir. Kısa süre önce Tuğrul Şah’ın yardımı ile şehirlerini Eyyubilere karşı koruyan Ahlâtlılar, bu kez Eyyubi komutanı Melik Eşref’i memleketlerine davet etmişlerdir. Ahlâtlıların bu tutumunda, Tuğrul Şah’ın Balaban’ı öldürmesi ve Ahlât’ı kuşatması üzerine O’na karşı bir ittifak kurma refleksi çok etkili olmuştur. Nitekim Melik Eşref, Ahlât’a gelip şehir yönetimini ele geçirmiştir. Ne varki; Mugiseddin Tuğrul Şah’tan haz etmeyen Ahlat halkı, Melik Eşref’e de ısınamamış ve kısa süre içinde O’na karşı da isyan etmeye başlamışlardır. Ancak bu isyana Melik Eşref’in tepkisi sert olmuş ve pek çok kişiyi öldürttüğü gibi şehrin önemli isimlerinden bazılarını da sürgüne göndermiştir.[22]
Büyük ölçüde Mugıseddin Tuğrul Şah’ın hatalarına bağlı olarak, Ahlat ve Erzurum arasındaki ittifakın bozulması, her iki tarafında çok ciddi şekilde güç kaybetmesine sebep olmuştur. Nitekim Tuğrul Şah’ın bu siyasi hatası yüzünden Ahlat Şahlar devleti yıkılmıştır. Tuğrul Şah’ta Erzurum’da, Gürcüler, Kommenoslar ve Eyyubilere karşı yalnız kalmıştır.
Her şeye rağmen, Mugıseddin Tuğrul Şah bölgedeki varlığını sürdürmeye gayret etmiştir. Yalnız bundan sonra kendi ayaklarının üzerinde durup hâkimiyetini sürdürmek yerine; başka unsurların yanına sokulup onların yardımını temin ederek ayakta durmaya çalışmıştır. Bu sırada Gürcülerin kralı Giorgi ölmüş ve yerine kızı Rosudan geçmişti. Rosudan, bir Selçuklu şehzadesi ile evlenip gücünü artırmak isteyince Tuğrul Şah hemen bundan faydalanmak istemiştir. Oğlunu Rosudan’a koca olarak göndermiştir. (Saltuklularda zaman zaman Gürcülerle bu şekilde evlilikler yapmıştı.) Fakat Gürcüler, Selçuklu Şehzadesi Hristiyanlığı kabul etmedikçe bu evliliğe razı olamayacaklarını açıklamışlardır. Bunun üzerine Tuğrul Şah’ın oğlu Hristiyan olmuş ve Rosudan ile evlenmiştir. Fakat kraliçe Rosudan’ın, kölesi ile gayr-i meşru ilişkisi karı kocanın arasını açmış ve gözden düşen Selçuklu şehzadesi bir kaleye hapsedilmiştir. Bu evlilikten Rosudan’ın, Thamara ve David adlı iki çocuğu doğmuştur. Bunlardan David annesi Rosudan’ın ölümünden sonra Gürcistan Kralı olmuştur. Thamara ise Selçuklu sultanlarından II. Gıyaseddin Keyhüsrev ile evlenmiştir. Daha sonra Müslüman olan Thamara, Gürcü Hatun adı ile meşhur olmuştur[23].
Tuğrul Şah bu dönemde sadece bölgesindeki olaylara müdahil olmakla da yetinmemiş, Selçuklu tahtındaki gelişmelerde de rol almaya gayret etmiştir.
Mugiseddin Tuğrul Şah, saltanat mücadelesi içinde en yoğun dönemini, Aladdin Keykubat’ın saltanat süreci sırasında yaşamıştır. Aladdin Keykubat, amcası Mugıseddin Tuğrul Şah ile çok iyi ilişkiler içinde idi. Bunun içinde abisi I. İzzeddin Keykavus’a karşı ilk harekete geçtiğinde Tuğrul Şah’ı yanına almıştı. Nitekim Mugiseddin Tuğrul Şah, yeğeni Aladdin Keykubat ile beraber, diğer yeğeni İzzeddin Keykavus’u Kayseri’de kuşatmıştır. Bu kuşatma sırasında Ermeni Kralı Leonda Aladdin ile birlikte hareket etmiştir. Ancak Leon kısa süre sonra Keykâvus’un adamları tarafından elde edilmiş ve kuşatma bölgesinden ayrılıp ülkesine geri dönmüştür[24]. Kuşatmanın uzaması ve başarısız olacağının anlaşılması üzerine, Mugiseddin Tuğrul Şah da Kayseri’den ayrılmış ve Erzurum’a geri dönmüştür[25].
Tuğrul Şah babası II. Kılıç Arslan’ın gerek sağlığında ve gerekse ölümünden sonra taht kavgalarına karışmamış; daha çok güçlü olanın yanında yer almayı tercih etmiştir. Yeğenleri İzzeddin ve Aladdin arasındaki mücadelede Aladdin’in yanında yer almış ancak mağlup olmuştur. I. İzzeddin Keykavus vefat edince bazı devlet erkânı Tuğrul Şah’ı tahtın alternatiflerinden biri olarak görmeye başlamıştır. Hatta I. Alâeddin Keykubad, hükümdar olunca Tuğrul Şah’ın saltanat davasına kalkışacağından endişe ettiyse de o herhangi bir harekette bulunmamıştır[26].
Her ne kadar Selçuklu tahtı için yapılan mücadelede aldığı roller Tuğrul Şah’ı Konya tahtına taşımaya yetmemiş ise de; O Erzurum’da “melik” veya “sultan” unvanlarını kullanma fırsatı bulabilmiştir. Mugiseddin Tuğrul Şah 1186’dan 1202’ye kadar 16 yıl Elbistan’da; 1202 – 1225 yılları arasında 23 yıl Erzurum’da toplamda 39 yıl meliklik yapmıştır. Bu süre içinde zaman zaman bölgesinde olaylarda etkin rol oynamaya çalışmıştır. Bu uzun meliklik süreci içerisinde azda olsa taht mücadelelerinde de etkin olmaya çalışmıştır. Ancak İzzeddin Keykavus’un ölümünden sonra bazı devlet erkânının arzusu hariç hiçbir zaman tahtın gerçek anlamda bir alternatifi olamamıştır. Bu uzun meliklik döneminin sonunda II. Kılıç Arslan’ın hayatta kalan son evladı iken 1225’te vefat etmiştir.
KAYNAKÇA
Celil Arslan – Methiye Gül Çöteli, “Anadolu – Türk Şehri tarihinde Bayburt Kenti ve Anıtsal (Kamusal) Yapı Mimarisi”, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:6 Ocak 2015, s.185-219.
Emine Uyumaz, Sultan I. Alâeddîn Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasi Tarihi (1220-1237), Ankara 2003.
Faruk Sümer, “Tuğrul Şah Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 41, İstanbul 2012, s.346-347.
Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara 1998.
George Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çev.: Fikret Işıltan, Ankara 1991.
Gürsoy Solmaz, “Ortaçağda Erzurum Kalesi” A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı II, Erzurum 1999, s.231-249.
İbn Bibi, El-Evamirü’l-Ala’iyyefi’l-Umuril-Ala’iyye (Selçuk Name), C.I, Çev.: Mürsel Öztürk, Ankara 1996.
İbnü’l-Esîr, El Kâmil Fi’t-Tarih, Çev.: Ahmet Ağırakça, Abdülkerim Özaydın, C. XII, İstanbul 1987.
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1986.
Mahmut Aksarayî, Müsameratü’l-Ahbar, Çev.: M. Nuri Gençosman, Ankara 1943.
Mikail Bayram, Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Konya 2005.
Murat Keciş, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Türkler (1204-1404), Ankara 2013.
Mustafa Demir, Selçuklular Tarihi, İstanbul 2015.
Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Basım Yeri ve Zamanı.
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1985.
Salim Koca, Sultan I. İzzeddin Keykâvus (1211-1220), Ankara 1997.
Selim Kaya, I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi (1192-1211), Ankara 2006.
Suryanî Patrik Mihailin Vekainâmesi, İkinci Kısım (1042-1195), Çev.:Hrant D. Andreasyan, Ankara 1944.
Tuncer Baykara, “Türkiye Selçuklularında İdari Birim ve Bunlarla İlgili Meseleler”, Vakıflar Dergisi, Ankara 1985, S. XIX, s.49-60.
Yusuf Ayönü, Selçuklular ve Bizans, Ankara 2014.
*Yard. Doç. Dr. AKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. E- Mail: ibalik@aku.edu.tr.
[1]İbn Bibi, El-Evamirü’l-Ala’iyyefi’l-Umuril-Ala’iyye (Selçuk Name), C.I, Çev.: Mürsel Öztürk, Ankara 1996, s.41.Türk kültüründe ülkenin taksimi meselesi ile ilgili olarak bkz., İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1986, s.350.
[2] Mustafa Demir, Selçuklular Tarihi, İstanbul 2015, s.242.
[3]Mugiseddin Tuğrul Şah’ın, Erzurum’da meliklik yaptığı dönemde adına para bastırdığı paralar mevcut olmakla beraber, Elbistan melikliği sırasında para bastırıp bastırmadığını tam olarak bilinmemektedir.
[4]Suryanî Patrik Mihailin Vekainâmesi, İkinci Kısım (1042-1195), Çev.: Hrant D. Andreasyan, Ankara 1944, s.291; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1985, s.236; Faruk Sümer, “Tuğrul Şah Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 41,s.347.
[5] Mahmut Aksarayî, Müsameratü’l-Ahbar, Çev.: M. Nuri Gençosman, Ankara 1943, s.127; İbn Bibi, a.g.e., s.47-55; Selim Kaya, I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi (1192-1211), Ankara 2006, s.49-51.
[6]İbn Bibi, a.g.e., s.59-60;Tuncer Baykara, “Türkiye Selçuklularında İdari Birim ve Bunlarla İlgili Meseleler”, Vakıflar Dergisi, Ankara 1985, S. XIX, s.51.
[7]Yusuf Ayönü, Selçuklular ve Bizans, Ankara 2014, s.198-204.
[8]İbn Bibi, a.g.e., s.59; Kaya; a.g.e., s.67.
[9] Osman Turan, Erzurum ve çevresinin Saltuklu Emiri Nasreddin Muhammed’den alındığını ifade eder. Bu konuda bkz. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi,İstanbul, 1990,s.21.
[10]İbn Bibi, a.g.e., s.91-93;Sümer, a.g.m., s.347.
[11]Mugiseddin Tuğrul Şah, Bayburt’ta da önemli imar faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu konuda bkz. Celil Arslan – Methiye Gül Çöteli, “Anadolu – Türk Şehri tarihinde Bayburt Kenti ve Anıtsal (Kamusal) Yapı Mimarisi”, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:6 Ocak 2015.
[12] Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s. 22.
[13]George Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çev.: Fikret Işıltan, Ankara 1991, s.393.
[14] Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s.22.
[15]Murat Keciş, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Türkler (1204-1404), Ankara 2013, s.53-54; Gürsoy Solmaz, “Ortaçağda Erzurum Kalesi” A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı II, Erzurum 1999, s.231.
[16]İbnü’l-Esîr, El Kâmil Fi’t-Tarih, Çev.:Ahmet Ağırakça, Abdülkerim Özaydın, C. XII, İstanbul 1987,s.200-201; Sümer. a.g.m., s.347.
[17] Faruk Sümer, Gürcülerle yapılan bu mücadelede Ahlatşahlar’ın liderini Balaban değil, Ahlatşah Begtemür oğlu Muhammed olarak bildirir. Bkz. Faruk Sümer, a.g.m., s. 347.
[18] Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s.23.
[19]Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara 1998, s.83;Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri, s.23.
[20] Sümer, a.g.m., s. 347.
[21]İbnü’l-Esîr, a.g.e., C. XII, s.228-229; Mikail Bayram, Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Konya 2005, s.63; Sümer, a.g.e., s.83.
[22]İbnü’l-Esîr, a.g.e., C. XII, s.229-232.
[23] Sümer, a.g.m., s.347.
[24]Demir, a.g.e., s.252; Sümer, a.g.m., s.347.
[25]Salim Koca, Sultan I. İzzeddin Keykâvus (1211-1220), Ankara 1997, s.22-24;Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, s.260.
[26]Emine Uyumaz, Sultan I. Alâeddîn Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasi Tarihi (1220-1237), Ankara 2003, s.18;Sümer, a.g.m., s.347.