Tarihte ölümü bile ölümsüzlüğe terfi olarak gören Türk milleti, bu yüzden ölülerin yiğitliklerinin, göze çarpan özelliklerinin unutulmayıp sonsuza dek sürdürülmesini sağlamak için yas törenleri yapmış ve ağıtlar söylemiştir.
Edebiyat tarihçisi ve araştırmacısı Nihat Sami BANARLI, bu konuda şunları söylemektedir: “Eski Türklerin ağıtlarla yakın münasebeti bulunan üç önemli merasimi vardır. Bunlar; “sığır”, “şölen” ve “yuğ”dur. “Yuğ” bir başka ifadeyle “yas” veya “matem” töreninde; “… Ölen vücut bir çadıra konur, önce yakın akrabası türlü kurbanlar keserek bir çadırın önüne dizerlerdi. Sonra ağlayacılar matemcilerle birlikte atlara biner ve çadırın çevresinde yedi defa dönerlerdi. Beğler, atlarını yorarlar, kaygı onları zayı atır, yüzleri safran sürül- müş gibi sararırdı. Kurtlar gibi ağlaşır, yakalarını yırtar, ağlamaktan sesleri kısılır, gözleri yaşlarla örtülürdü.” (BANARLI 1971: C. 1, s. 45)
Yas törenleri ve ağıt söyleme bütün Türklerin tarih sahnesine adım atmalarından bu yana devam et- miştir. Eskiden yas tutma ve yas olarak bilinen “yuğ” ve “sagu” kelimeleriyle bütün olup bitenler anlatılırdı. “Sagu” kelimesi artık giderek yerini “mersiye” ve “ağıt” kelimelerine bırakmıştır. Ağıt törenlerini kısaca ele alırsak şu şekilde sıralandırabiliriz:
“Türklere ait bulunabilen en eski ağıt örneği M. Ö. 119 yılında Hunların Ordos’un kuzeyindeki toprak- larını Çinlilere kaptırınca büyük çölün kuzeyine, çekilmeleri üzerine söylenmiştir. Çin kaynaklarında, bu ağıdın bir dörtlüğü şöyle kaydedilmiştir:
“Yen-çi şan dağını yitirdik
Kadınlarımızın güzelliğini aldılar
Sı-lan-şan yaylalarını yitirdik
Hayvanlarımızı üretecek yeri aldılar” . (ŞİMŞEK 1993: 2)
Ağıtlar üzerine önemli çalışma yapan İsmail GÖRKEM; Türk Edebiyatında Ağıtlar adlı eserinde eski Türklerdeki “mâtem âyini” ve yas ayinleri hakkında şu bilgilere yer vermektedir:
“Türkler, yazın ve ilkbaharda ölen bir şahsı, “yaprak dökümü”, güzün veya kışın ölenleri ise “yaprak açımı” mevsiminde defnederlerdi. Ölüler için “yuğ” adı verilen mâtem ayini yaparlardı. Cenaze büyük ça- dıra konulur, çadırın etrafında “sür’atli olarak atlarla dolaşırlar; saçlarını yüzlerini ve kulaklarını bıçaklarla keserler; ölenin atının kuyruğunu da kesip ölen şahıs için ziyafet verirlerdi. ” (GÖRKEM 2001: 36)
Muhan BALİ’nin Ağıtlar adlı eserinde eski Türklerin yas töreni hakkında şu bilgilere yer verilmektedir: “Hun İmparatoru Atilla’nın “yuğ töreni”nde hazır bulunan bir müşahit şunları anlatmaktadır: Kampın or- tasında bir tepenin üstüne ölünün cesedini yatırdılar. Halkın arasından en iyi at binicilerini seçtiler. Atlılar, Atilla’yı metheden ağıtlar okuyarak tepenin etrafını dolaştılar. ” (BALİ 1997: 18)
Göktürklerin ağıt geleneğine dair bilgileri Çin kaynakları ile Yenisey ve Orhun Âbidelerinde görmek- teyiz:
Göktürklerdeki defin törenleri hakkında, VI. yy’ın hâdiselerinden bahseden Tan Sulâlesi Tarihi (Hya- sinth, I, s. 269-270)’inde şu bilgiler mevcuttur:
“Ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabası atları ve koyunları keserler ve ça- dırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde, bıçakla yüzlerini kesip ağlarlar. Yüzlerinden kan ve yaş karışık olarak akar. Bu töreni yedi defa tekrar ederler. Sonra muayyen bir günde, ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyayı ölü ile beraber ateşte yakarlar; külünü, yılın muayyen bir gününde mezara gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar. ” (GÖRKEM 2001: 37)
Göktürkler devrindeki “yuğ merâsimi”nin nasıl yapıldığını Yenisey ve Orhun Abidelerindeki ifadeler- den çıkarmamız mümkündür.
Yenisey Abidelerinde; VI.y.y.’a ait iki Yenisey bölgesinde yer alan, aşağıda verilecek ifadeler, “ölüye rahat ve şere i bir hayat sağlama” fikrini ve “ağıt yakma” geleneğinin gerekçesini anlatmaktadır.
“Eşim, anam, ayrıldım. Kavmim, indim. Er erdemini tegannî ediniz. Yemeden, içmeden, er erdemini tegannî ediniz. ”
“Ey sizler! Ağıt yakınız; yakınız ki semavî ölemde diri ve tanınmış olayım ve yemek bulayım. ” (GÖR- KEM 2001: 38)
Orhun Âbidelerindeki Kül-Tigin âbidesinde yer alan aşağıdaki ifadeler “yuğ merasimini” anlatmakta- dır.
“Kendisi öylece vefat etmiş. Yasçı, ağlayıcı, doğuda gün doğusundan Bökli Çöllü halk, Çin, Tibet, Avar, Bizans, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabı, bunca millet gelip ağlamış, yas tutmuş” (DoğuCephesi 3. , 4. satırlar) (ERGİN 2002: 8-9 / 129).
Bilge Kağan âbidesinde bulunan aşağıdaki ifadelerde de “yuğ merasimi”ne ait bilgiler verilmektedir: Abidelerde “yuğ merasimi” için kullanılan kelimeler ile karşılıkları şu şekildedir:
“Sıgıt: Ağlama, hıçkırık, feryât, figan, matem;
Sıgıtçı: Ağlayıcı;
Sığıtmak: Ağlamak, sızlamak, feryât figan etmek. ” (ERGİN 2002: 110)
“Yoğ/yuğ: Mâtem, yas, ölü yemeği, yas töreni;
yağçı/yuğçı: yasçı, mâtemci, ağlayıcı;
yoğlamak / yuğlamak: yas töreni yapmak, ölü yemeği vermek;
yoğlatmak /yuğlatmak: yas töreni yaptırmak, ölü yemeği verdirmek” (ERGİN 2002: 123)
Abidelerdeki ölüm ile ilgili tespit edilen kavramlar ise şunlardır: “Öl-öl-ı/ol-öl-/yit; yok bol-, yok er-,
yok kış-, yokadu bayok al-; adır-, adırıl-, adırın, adırılu bar-; az-; uç-(a bar-), kergek bolmak” (GÖRKEM 2001: 40).
Uygur Türkçesinde ise “ölüm” ve “mâtem” ile ilgili şu kelimeler yer almaktadır: “ Sıgıt: Ağlama, hıçkırık, mâtem, feryâd;
Sıgdamak: Ağlamak
Sığtmak: Ağlamak, sızlamak;
Sığtaşmak: Ağlaşmak”
“Yoğ: yuğ, ölü yemeği, mâtem, yas”. (GÖRKEM 2001: 40-42)
M. S. VI. yy’a ait Çinli Seyyah Hu Yi Sing ve Sun Yung’a ait Lo Yarg İbadethânelerinden Hatıra adlı ese-
rin beşinci bölümünde, Hoten’deki bir “mâtem âyini” anlatılmaktadır. Revze Tusepe (c. I, s. 23) adlı eserde de bu törene ait bilgiler mevcuttur:
Önceleri Uygurlar, cesedi ortaya koyar; saz çalarak türküler söylerler, daha sonra da cesedi yakarlar- mış. Sonra, Şaman ve Budist olan Uygurlar ölülerini torağın altına gömmeye başlaşmışlardır. Ölü mezara konmadan, yeni elbiseleri giydirilir ve mezarın içine onun için mükellef bir sofra hazırlanır. Sofranın üze- rine bir hasır serilir, bunun üstüne de ceset konulur. Mezarın etrafına, ölenin sağlığında yurdu ve teb’a için yaptıklarını anlatan “şiir” ve “nesirler” nakşedilir. Uygurlar yas müddetince, at ve sığırları “nezir” olarak ve- rirler. Ölenin çadırı etrafında yedi kere dolaşırlar; bıçakla alınlarını yaralayıp kan akıtır ve göz yaşı dökerler. (GÖRKEM 2001: 41)
Karahanlılar dönemindeki “Yas törenleri” ve “ağıtları” hakkındaki bilgileri o dönemde yazılan Kutadgu Bilig, Dîvân u Lugati’t-Türk ve Reşidüddin’in Oğuznâmesi (İslami Oğuz Kağan Destanı)’nden alacağız. Ku- tadgu Bilig adlı eserde, “yoğ âdeti”nin nasıl işlendiği aşağıda verilen iki beyitte açıkça görülmektedir:
“Yoğ aşı bolur bu, ölüm adına
Ya biri ad bulur, aş verir oda. ” (SİLAHDAROĞLU 1996: 370 / 4577. beyit)
“Ay –Toldı’nın oğlu, yemek dağıttı,
Fakirlere gümüş, ipek pay etti. ” (SİLAHDAROĞLU 1996: 370 / 1564. beyit)
Bu beyitlerden hareketle “yoğ âdeti”nin Karahanlılar devrinde devam ettiğini söyleyebiliriz.
Dîvânu Lugati’t-Türk’de ise “defin töreni”ne ait şöyle bir olaya rastlamaktayız:
“Yenkend’in bir adı da Dizrûyîn’dir. -Sarılığı dolayısıyla –Bakır kale denilmektedir. Burası Buhara’ya
yakındır. Afrasyâb’ın kızı olan Kaz’ın kocası Siyavuş burada öldürülmüştür. Ateşe tapanlar her sene bir gün buraya gelirler, Siyavuş’un öldüğü yerin yöresinde ağlarlar, kurban keserler, kurban kanını mezarın üzerine dökerler. Görenekleri budur. Bu görüşün tanığı bütün Maveraünnehr’den, Yenkend’den doğuya kadar Türk ülkesidir. ” (GÖRKEM 2001: 42)
Dîvânu Lugati’t-Türk’de ölüm ile ilgili şu kelimeler geçmektedir:
“basan: Ölünün cesedi gömüldükten sonra onun adına verilen yemek. Buradan hareketle ‘yôg basan’ denir” (ERDİ; YURTSEVER 2005: 174)
“yôg: Ölü gömüldükten sonra üç ya da yedi gün içinde onun adına verilen yemek. (ERDİ- YURTSE- VER 2005: 699)
yoglâdı: Ol ölüğke yoglâdı: O ölünün ardından [ölü için ] yemek verdi. Bu Türklerin bir geleneğidir. (ERDİ; YURTSEVER 2005: 699)
Şu ana kadar yapılan çalışmalarda araştırmacılar Dîvânu Lugati’t-Türk adlı eserde iki adet ağıt metni- nin varlığını ortaya çıkarmış bulunmaktadır:
“Bunlardan ilki Alp Er Tunga’ya ait olan dokuz dörtlükten oluşan ağıttır. Kapka Kağan’ın 714’te pusuya düşürülerek öldürülen oğlu Tanga Tegin için yazılmıştır. Ağıt hece vezninin 4+3=7’li kalıbı ile söylenmiştir. Her dörtlüğün ilk üç mısrası kendi arasında, son mısra’ı ise, diğer dörtlüklerin son mısra’ı ile kafiyelidir. Ka- fiyeler, tek ünsüz benzerliğine dayanan yarım kafiyedir. Bunlar redi erle zenginleştirilmiştir.
(İslamî) Oğuz Destanı’nda ise; şöyle anlatılmaktadır:“Reşidüddin Oğuznâmesi’nde IX. yy.’da yaşamış olan Kara Aslan Han’ın kendini ölmüş göstererek bir tabutun içine yattığı, Han’ın eşlerinin de göstermelik olarak bir gün yas tuttukları anlatılmaktadır. Kara Aslan Han’ın ölümü sebebiyle Suvar, ikinci gün oraya ge- lerek büyük bir “yuğ” ve “yas töreni” tertip eder, onun için şiir tarzında ağıtlar okur. ” (GÖRKEM 2001: 43)
Selçuklular zamanında yas törenleri ile ağıtlar tüm canlılığıyla devam etmektedir. Aşağıdaki örnekler bunun en önemli kanıtıdır:
“Sultan Melikşah’ın oğlu Dâvud’un ölümü sebebiyle (1081) mâtem için İsfahan’a gelen Türkler, saçlarını kesip alınlarını çizerler. Atlarının eyerlerini ters çevirip, eyerlerin üzerine kara örtü örterler. Yas, yedi gün sürer. Melikşah ölüm haberini İsfahan’da alınca, Türkmenler atlarının kuyruklarını keserek karalar giyerler; kadınlar da saçlarını yolarak ağlarlar. Ayrıca Bağdat halkı, bir ha a dükkânlarını kapatır. ”(GÖRKEM 2001: 44)
Anadolu Selçukluları zamanında ise biraz farklıdır. İslamî inançlar biraz daha ön plâna çıkmaktadır. “Konya’da Baha Veled’in vefatında Alââddin Keykubâd, yedi gün saraydan çıkmaz ve kırk gün ata binmez. Tahtını bırakarak hasıra oturur. Kırk gün kalenin Cuma mescidinde hafızlara hatim indirtir; halka sofralar verir, fakirleri doyurur. (GÖRKEM 2001: 44)
Beylikler döneminde hem beyaz örtü hem de siyah örtü mâtem elbisesi olarak giyilmiş, kimi ölü yakın- ları saçlarını kesmişler, kırk gün boyunca sofralar kurularak yemekler verilmiştir.
Osmanlılar zamanında da Selçuklular zamanında olduğu gibi matem elbiseleri giyilip, atların kuyruk- larının kesilmesi âdeti devam etmiştir. Ancak matem elbisesi olarak “Gök” rengini kullanmaları dikkat çe- kicidir.
“1488 yılında Akkoyunlu Cihangir’in oğlu İbrahim Bey’in vefatında, hükümdar olan Yâkup Bey, hânedan mensupları ile diğer devlet erkânı yakalarını yırtar, sarıklarını yere vururlar. ‘Gök’ renkli mâtem elbiselerini giyerek ağlarlar. ” (SÜMER 1959: 447)
Osmanlılar döneminde yas törenleri ve ağıtlarla ilgili kelimelerin en çok geçtiği eser Dede Korkut
Kitabı’dır. En çok ağlaşmak
aş
böğürme buzlamak geçmektedir buzlaşmak buzlatmak eŋ şiş
geçen kelimeler ise şunlardır:
: Hikayede dört yerde geçmektedir.
: Hikâyede ölüler için aş verildiğinden bahsedilir.
: Bağırarak ağlama anlamındadır.
: Bağıra bağıra ağlamak, feryâd etmek anlamında hikȃyede sekiz yerde
: Uruz’un anası, böğürür, buzlar ve ağlar. Anası oğlu için ağıt söyleyip buzlar…
: Bağırıp ağlamak, feryâd etmek anlamındadır. İki yerde geçer.
: Ağlatmak, feryat ettirmek, bağırtmak anlamındadır, eserde sekiz yerde geçmektedir.
: Sesle ağlamak, ağlayarak tegannî etmek, içini çekerek ağlamak anlamındadır. Akça yüzlü
kız ve gelinler enşişirler.
feryâd : Bağırma, çırpınma, ağlama anlamındadır.
şîven : Feyâd, figân, ağlaşma, ağlama-sızlama anlamlarından kullanılmıştır ve yedi yerde geç- mektedir.
yas : Matem anlamındadır. İki yerde geçmektedir.
zârı : sesle ağlayış, inleyiş, feryâd anlamındadır.
zârılık kılmak: Farsça ‘zâri’ kelimesinden gelmiştir ve ‘ağlayıp sızlama’ anlamındadır. Hikayede dört
yerde kullanılmıştır. ” (GÖRKEM 2001: 46-47)
Ağıt sözcüğünü; Azeriler, ağı, Başkurtlar; mörsiyä, äytiv, Özbekler; märsiyä, matemname, Kazaklar;
Jaktov, bazlau, bozlaw, Tatarlar; toqmaq, märsiä, Türkmenler; âğı, tavş, tavşa, tovum, ses etmek, Uygurlar; jığa, haza” (Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara 1991, s. 8-9) olarak kullanırlar. Kerkük’te ise sızlamak (KETENE 1973: 14) (ağıtçıya da sızlayan) sözcüğüyle karşılanan ağıt, günümüzde artık ülkemizin genelinde kullanılmaktadır.
Anadolu sahasında genelde ağıt olarak kullanılan kelime bazı yörelere göre değişiklikler göstermektedir. Örneğin: “Kars’ta; bayatı, Sivas’ta; deme, Adana’da; deşet, Malatya’da; deyiş, Samsun’da; deyişet, Kırşehir’de; lâvik, Burdur’da; Ölgülü (Ölüm), Muş’ta; sabu, Doğu Anadolu’da; sızılama, Elazığ’da; şin, Diyarbakır’da; şi- van, İçel ve Isparta’da; yakum, Antalya, Balıkesir, Burdur, Karaman ve Muğla’da; yas, Anadolu’da; çeşitli ağız- larda ağat, ağut, avut, söylenişleri varsa da bu, yaygın olan kullanıma zarar getirmez. (KAYA 1999: 24)
Anadolu ağıtları hakkında doçentlik tezi hazırlayan Muhan BALİ, Dede Korkut Hikâyelerinde üç ağıt metninin varlığını tespit etmiştir. BALİ’nin tespit ettiği bu üç metne, hikâyelerde yer almış olan “beş” metin daha ilave edilmesinin uygun olacağını düşünmekteyiz. (GÖRKEM 2001: 48)
Özetle, eski Türklerde yas törenlerinin çok canlı bir şekilde yapıldığını törenlerde ziyafet verildiğini, yas törenlerine çok önem verildiğini ve yas törenlerine verilen bu önemin, günümüze kadar bazı değişikliklerle devam ettiğini söyleyebiliriz. Türk milleti tarih sahnesinde at oynattığı sürece bu gelenek sonsuza dek süre- cektir.
Ağıt kelimesi farklı dönemlerde çeşitli Türk toplulukları tarafından değişik biçimlerde kullanılmıştır.
Türklerdeki ağıt yakma geleneğine kısaca bir göz atacak olursak, bu geleneğin nasıl devam ettiğini de görmüş oluruz.
Tarihin her döneminde ölenlerin arkasından yas tutarak ve ezgili ve ezgisiz şiirler söylemek hemen hemen bütün toplumlarda vardır.
Türklerde ağıt yakma geleneği, Türklerin tarih sahnesine çıkmalarından bu yana çeşitli Türk boyları tarafından günümüze kadar yaşatılan bir gelenek olmuştur.
Eski Türklerde “sığır” denilen av törenlerinde, “şölen” adı verilen ziyafetlerde, “yuğ” adı ile anılan yas ve cenaze törenlerinde ozan denilen kişiler ellerinde kopuz adlı çalgı aletiyle saz çalarak toplumun istek ve özlemlerini dile getirmişlerdir. Özellikle ölülerin başında yapılan ağıt söyleme geleneği günümüze kadar gel- miştir ve biz bunu genelde “ozanlık geleneği”ne özelde ağıtçılara borçluyuz. O zamanki “Ozanlık geleneği” bugün “Âşıklık geleneği” adı altında sürdürülmektedir. Kopuz”un yerini ise saz denen çalgı aleti almıştır. Bu gün âşıklarımız eski ozanlar gibi yine halkımızın dertlerini dile getirmektedir. Özellikle acı olaylardan sonra ağıt yakma âşıklarımızın önemli özelliklerindendir.
Vasfi Mahir KOCATÜRK, konuyla ilgili olarak “Ozan ve kopuz şiiri (saz şiiri) geleneğinin İsa’dan sonra bütün Türk toplulukları arasında devam ettiği birçok tarih kaynaklarında görülür. Atilla’nın ölümünü anlatan Bizans tarihçileri bu hâdise üzerine bir yas töreni yapılarak, Hun ordusunda bulunan ozanların ağıtlar söylediklerini belirtmektedir” demektedir. (KOCATÜRK 1970:6)
Eski Türklerdeki herkesin katılmak zorunda olduğu yuğ törenlerinde, ölü bir çadır içine konulup kur- ban kesilir. Yemek verilir, halkın çadırın çevresinden dolanarak kanlı gözyaşları ile tava a bulunması sağla- nır. Törenin etkili geçmesi ise ozanın maharetine bağlıdır. (YARDIMCI 1998:98).
Yine ozanlar konusunda Mahir ÜNLÜ; “Oğuz ozanları raks ve müzik ustaları oldukları gibi, büyü ve hekimlik görevlerini de üstlenmişlerdi. Törenlerde Tanrılara kurbanlar sunulurken ya da ölülerin ruhları için törenler yapılırken, sazlarıyla koşuk, sağu ve destan parçaları okurlar; kötü ruhları büyüleriyle engelle- meye çalışırlar, hastaları sağaltma görevleri yaparlardı. ” (ÜNLÜ 1982: 22)
Görüldüğü gibi Eski Türklerde ağıt yakma geleneği canlı bir şekilde yaşatılmaktadır. Ölünün arkasın- dan kurbanlar kesilmekte. Gerek tören, gerekse defin sırasında şairler sağu denilen ölüm şiirleri söylemek- tedirler. Ölüye ağlayıp ağıt söyleyenlere ise Çağatay Türkçesinde “yığlayur” (ağlayıcı, ağıtçı) denirdi. (KAYA 1999: 248)
Türklerdeki ağıt geleneğinin bir parçası, uzantısı olarak Hunlar zamanında M. S. 453 yılında ölen Atilla’nın ölüm töreninde, ağıt yakma geleneğine örnek olarak bir uygulama tespit edilmiştir. Törene katılan şairler Hun lisanıyla ağıt söylemiş ve Atilla’nın üstün vası arını dile getirmişlerdir.
Göktürkler arasında yuğ törenleri yaygındır ve ağıtlar söylenmiştir. Bu ağıtlara en güzel örnek, Bilge Kağan ve Kültigin âbidelerindeki “yas merasimine” ait metinlerdir.
Orhun Abidelerindeki şu sözler önemlidir: “İnim Kül Tigin kergek boldı. Özüm saķındım. Körür kö- züm körmez teg, bilir biligim bilmez teg boldı. Özüm saķındım. Öd tengri yaşar. Kişi oğlı kop ölgeli törümiş. Ança sakındım. Közde yaş kelsel tıda köngülte sığıt kelser yanduru sakındım. İki şad ulayu ini yigünüm oğlanım beglerim budunum közi kaşı yablak boldaçı tip sakındım.” (Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım, mateme gark oldum. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı Tanrı yaşar. İnsan oğlu hep ölmek için türemiş. Öyle düşünceye daldım. Gözden yaş gelse mani olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım. Müthiş düşünceye daldım. İki şadın ve küçük kardeş yeğenimin, oğlumun, beylerimin, milletimin gözü kaşı kötü olacak deyip mateme gark oldum.). (ERGİN 2002: 26-29)
Uygur Türklerinde ağıt söyleme geleneği daha belirgindir. “Cenaze defnedilirken cenaze etrafında dinî şarkılar söylenmiş, matem âyinleri yapılmıştır. Özellikle Aç Pars Hikayesi’nde X. Yy. başlarında Beşbalıklı Sungu Seli Tutung isimli bir bilginin Çince’den tercüme ettiği Altun Yaruk’ta bulunan Aç Pars Hikayesi’nde- ki “manzum parçalar” ağıt karakterindedir. Mahalsatvi, kendisini aç parsa yedirince, onun ağabeyi ile kar- deşi, “cesedin artan parçaları ve kemikleri başında” ağıt söylerler. Mahasatvi’nin hükümdar olan babası ile annesi de, “feryat ve fiğan edip, saçını başını yolarak ağıt söylerler.” (GÖRKEM 2001: 41)
Eski Türklerde ağıt yakma geleneğinin çok önemli olduğunu görmekteyiz.
Bunların dışında diğer Türk memleketlerinde de az-çok farklılıklarla bu geleneğin yaşatıldığını görü- yoruz:
“Afganistan’da yaşayan Özbek Türklerinde cenaze evine gelen kadınlar sırayla iki dakika kadar ağıt söy- lerler.
Kazaklarda cenaze sahibi kadınlar ağlar, yüzünü tırmalar. Ölünün bulunduğu evin önüne siyah çelenk konurdu. Kırgızlarda ağıt söyleme geleneği en canlı bir şekilde yaşanmıştır. Bunu en canlı örneğini “Manas Destanı”nda görmekteyiz. Kahramanın ölümünden hemen sonra kurbanlar kesilir, çevreden insanlar davet edilir ve ayrıca özel “sığıtçı”lar da çağrılarak ölen kişinin başında ağıt söylemesi istenir. (İNAN 1992: 129- 140)
Dobruca’da yaşayan Noğaylarda ağıtları ölenin yakınları söyler. Bazı köylerde de bu işi bozlavcı denilen ağlama işini meslek edinmiş kişiler yapar.
“Azerbaycan’da ölünün eşyaları bir odaya konur, kadınlardan biri elbise, kemer tüfek, hançer gibi eşya- lara bakarak” ağı” “ağıt”lar söyler. Azeriler, ölüye mutlaka ağıt okuma gereğini de şu sözlerle ifade ederler: ‘Ölünün yaraşığı ağıdır’.” (KAYA 1999: 250)
Irak Türkmenleri de ağıt söylemeye önem vermektedir: Kerkük Türkmenleri ağıta “sızlamak” ağıtçıya “sızlayan” derler… Türkmen kadınları arasında ağıtların söyleniş tarzı gelenek tarafından tayin edilmiştir… Ağıt ölüm hadisesi ile ilgili olarak göğsünü döğme ve çocuklara hitap şeklinde başlar: Vay balam vay!… Son- ra başka bir kadın ölenin meziyetlerini saymaya ve hazır kadınlar da bu sırada kendi ölüleri için dövünüp çırpınmaya başlarlar. Hisleri galeyena gelir. Böylece ölüye ağlamaya ve onun meziyetlerini saymaya nöbetle- şe devam ederler. ” (BALİ 1997: 59)
“Kırım Tatarlarında ölüye yakınları ağlar. Bazı yörelerde bunu ağlayıcı kadınları yerine getirir. Selçuk- larda da ölüm törenlerine önem verilmektedir. Bu törenlerde eski âdetlerin izlerini sürdürmüşlerdir. Birisi öldüğünde saçı kesilir, atların eyerleri ters çevrilip üzerine kara örtülür ve alınları çizilir. ” (KAYA 1999: 249-251)
Türklerde ölenin yakınlarının üzüntülerinden dolayı saç kesmeleri âdeti çok eski Türk geleneğinden- dir. Bu gelenekler son dönemlere kadar yaşatılmıştır. Bu gelenek Beylikler döneminde de devam etmiştir. ” (İNAN 1972: 197)
Eski Türklerdeki ağıt yakma geleneği Osmanlılarda da bazı değişiklikler de olsa devam etmiştir.
Bütün Türk boylarında görülen ağıt yakma geleneği, kültürümüzün bütün canlılığıyla ayakta kalarak günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Ancak günümüzde ağıt yakma geleneğinin sebepleri eskiye oranla çok çeşitli hale gelmiştir. Eskiden daha çok ölüm üzerine yakılan ağıtlar bugün, ayrılık, doğal afet, hastalık, kaza vb. gibi konular olarak değişmiştir. Eski Türklerde görülen yemek ziyafeti bugün de ölünün arkasından yapılan Mevlid törenlerinde devam etmektedir. Eski ozanların görevini bugün âşıklar üstlenmiştir.