Selçuklular zamanında büyük bir yerleşim yeri olan ve Mahruse-i Elbistan unvanını taşıyan şehir meliklik merkezi olmuştu. Önce II. Kılıç Arslan daha sonra da Mugiseddin Tuğrulşah buraya melik olarak tayin edilmişti. Selçuklu meliklerinin yaptığı imar ve iskân faaliyetleriyle büyüyüp gelişen Elbistan Selçukluların önemli bir şehri haline gelmişti. 1192-1196 yılları arasında Selçuklu tahtında bulunan I.Gıyaseddin Keyhüsrev, kardeşi Rükneddin Süleymanşah ile giriştiği savaşta yenilip tahtı terk etmek zorunda kalmıştı. Rükneddin Süleymanşah kardeşi I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğulları İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad ile Elbistan’a giderek kardeşi Mugiseddin Tuğrulşah’ın yanında oturması konusunda anlaşma yapmışlardı. İki kardeş bu konuda ant içmişlerdi. Rükndeddin, Konya tahtına oturunca, I.Gıyaseddin Keyhüsrev oğullarıyla birlikte Elbistan’a gitti.[1]
İbn Bibi, I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in Elbistan’a gidişini teferruatlı şekilde anlatmaktadır. I.Gıyaseddin Keyhüsrev, Konya’dan yola çıkarak Kilikya Ermenilerinin sınırından Elbistan’a ulaşmıştır. Elbistan’da ağabeyini karşılayan Mugiseddin Tuğrulşah birkaç gün onu ve yeğenlerini ağırladıktan sonra sultandan habersiz şehrin kadısını ve imamlarını çağırarak babası Kılıç Arslan’ın Elbistan’ı kendisine verdiğini belirterek bundan sonra kendisinin, çocuklarının ve onlardan gelenlerin hiçbir şekilde bu şehirde, vilayette, kasaba ve köylerde mülkiyet ve ikta yoluyla yönetim ve müdehala hakkının kalmadığına karar vererek bu sözlerini Elbistan’ın ileri gelenlerinin şahitliğinde yazıya geçirmiştir. Mugiseddin Tuğrulşah Elbistan’da geleneğe uyarak halka açık bir eğlence meclisi düzenleyerek itibarlı şahısların huzurunda bu kararını ağabeyine sunmuştur. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev bu kararı okuyunca “Çocukluk günlerinden günümüze kadar Melik Mugiseddin de övgüye değer davranışlar, büyüklük izleri ve şans sahiplerinin özellikleri gözlenmiştir. Şimdide hiçbir şekilde onun makbul düşünceleri ve şahane hareketleri, iyiliğin ve doğruluğun dışında olamaz. Onun böyle bir lütufta bulunması, mübarek kalbimde ve aydınlık gönlünde yatan cömertlik duygularını açığa vurması, iyi ahlak ve olumlu davranış açısından şaşılacak ve beklenmedik bir durum değildir. Onun bana verdiğini burada hazır bulunanların ve devlet büyüklerinin şahitliğiyle kabul ettim ve onları tekrar kendisine iade ettim” dedikten sonra kendisini eğlenceye verdi. Bir süre sonra da toplantı sona ermiştir. Birkaç gün sonra I.Gıyaseddin Keyhüsrev Malatya’ya gitmeye karar verdi. Mugiseddin Tuğrulşah bunu duyunca 100 bin sikke, 30 baş katır, 30 baş seçkin at, 50 deve, 20 erkek köle, 10 cariye ile hercinsten eşya ve kumaş hazırlayarak, hazinedarı vasıtasıyla I.Gıyaseddin Keyhüsrev’e gönderdi. Sultan bu hediyeleri kabul etmek istemedi. Ancak Mugiseddin’in naipleri ve mutemetleri ısrar edince buna dayanamayarak kabul etmek zorunda kaldı ve minnettarlığını bildirdi. Daha sonra Sultan, kardeşi Mugiseddin’i yanına çağırarak eğlence ve neşe vaktini kendisinin otağında geçirdiler. Ertesi gün Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev, kardeşi Mugiseddin’e altın işlemeli bir cübbe, şahane bir kemer ve padişahlara layık bir külahtan oluşan kıymetli hediyeler verdi. Sultan kardeşi vedalaştıktan sonra Malatya’ya doğru yola çıkmıştır. Malatya’dan da Şam’a giden I.Gıyaseddin Keyhüsrev, burada da aradığını bulamayarak Diyarbakır, Ahlât ve Samsun üzerinden İstanbul’a giderek Bizans imparatoruna sığındı. Böylece sultanın 9 yıl sürecek sürgün hayatı başlamış oldu.[2]
Mugiseddin Tuğrulşah’ın Elbistan melikliği 1202 yılına kadar sürmüş ve bu tarihte Rükneddin Süleymanşah’ın Erzurum’u Saltuklulardan alması üzerine buraya nakledilmiştir. Elbistan ise doğrudan merkeze bağlanarak gönderilen valiler tarafından idare edilmeye başlanmıştır.
[1] Aksarayî, s.23-24.
[2] İbn Bibi, C. I, s.59-61.