Teketek Haber

HZ. PEYGAMBER (s.a.v.)’İN MEDİNE İSLÂM DEVLETİNDEKİ İKTİSADİ FAALİYETLERİ

HZ. PEYGAMBER (s.a.v.)’İN MEDİNE İSLÂM DEVLETİNDEKİ İKTİSADİ FAALİYETLERİ
10 Aralık 2018 - 14:06

Peygamberimiz (s.a.v.) ticari tecrübesiyle, Mekke’de müşriklerin iktisadi ambargolarının yol açtığı zararları iyi bildiği için siyasi bağımsızlığın iktisadi bağımsızlığı gerektirdiğini görerek Medine’ye hicret ettikten sonra, her türlü gayr-i ahlâkî muamelenin hüküm sürdüğü ve müşrik veya Yahudi tacirlerin hükmü altında bulunan pazara alternatif bir pazar kurdu.Ticaret yapmak isteyenlere bu pazar gösterilirdi. Birçok hadislerinde pazaryerlerini şeytanların ordugâhı diye niteleyen Hz. Peygamber (s.a.v.), ilk pazar olarak insanlara Ahireti hatırlatan bir kabristan bölgesini seçti. Peygamberimiz (s.a.v.) tecrübesi ile de biliyordu ki, pazar vergisi alınmadığı takdirde satıcılar yeni pazarı tercih edeceklerdi. Böylece adalet esaslarına dayanan Medine pazarı kuruldu. Mekke’nin fethinden sonra da, burada bulunan pazarlarda ticari hayat devam etmiştir.

Medine Yahudilerinde ‘hak yolda değiller’ diye Araplardan ne kaparsak kârdır, anlayışı ağır basıyordu. Aynı zamanda ölçü ve tartı ile meşgul olan birçok tacir, insanlardan kendileri için bir şey aldıkları zaman tam, hatta fazlasıyla, verdikleri zaman da eksik vermeyi adet haline getirmişlerdi. Allah korkusu ve Ahiret sorumluluğu olmadığı takdirde her çağda bu tür davranışların olacağı muhakkaktır. Bunun için Peygamberimiz (s.a.v.) böyle davranışların geçmiş ümmetlerin yok olmalarına sebep olduğunu belirtmiştir. [1]

Alıcı ve satıcıların karşılaştıkları yerlerin ilki, pazarlardır. Üreticilerle tüketicileri bir araya getiren ve ticaretin canlanmasına yol açan pazarlarla paralı mübadeleye geçilmiştir. İnsanlığın ilk devirlerinden beri basit de olsa toplumlarda iş bölümü ile mal ve hizmet mübadelesi olagelmiştir. Toplumlar gelişme düzeylerine göre pazarlar ve piyasalar kurmuşlar ve alış verişte bulunmuşlardır. Piyasasız bir ekonominin insanlık için aslî bir şekil ve piyasa ekonomisinin kapitalist sisteme mahsus olduğunu iddia etmek tarihi bilgi ve delillere ters düşmektedir.

O dönemlerde Medine’de ‘tüccar’ yerine ‘simsar’ kavramı kullanılmaktaydı. Simsar (tellal), alış verişte ücretle başkasına vekâlet eden kimse demektir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Siz simsar değil, tüccarsınız.” diyerek simsarlıkla ticareti birbirinden ayırmıştır. [2]

Gerçekten de ticaret, üretilen malların tüketicilere ulaştırılmasında önemli bir yere sahiptir. Buna ilaveten Hicaz gibi üretim kaynaklarının yetersiz olduğu bölgeler için ticaret çok daha önemlidir.

Peygamberimiz (s.a.v.), iktisadî işlemlerinde yumuşak olan ve başkalarına zarar vermeyenler için de “İster satıcı, isterse alıcı olsun kolaylık sağlayanı Allah cennete koyar”, “Aldığı zaman kolaylık gösteren, sattığı zaman kolaylık gösteren ve ödediği zaman kolaylık gösterenden Allah razı olsun.” [3] buyurmuştur. Buna mukabil “Başkasına zarar verene Allah da zarar verir. Başkasına eziyet edene Allah zorluk verir.” [4] sözüyle de iktisadi faaliyetlerde uzlaşma ve dayanışmanın esas olduğunu belirtmiştir. Her insan menfaati peşinde koşar. Bu insanın doğasında vardır Ancak çıkar peşinde koşma duygusuna hiç bir engel konmadığı takdirde herkesin büyük kayıplara uğrayacağı bir gerçektir.

Ticaret yapanları ikaz eden Hz. Peygamber (s.a.v.) yukarıda geçtiği üzere “Ey tüccar topluluğu, şeytan ve günah alış verişte hazır olur. Alış verişlerinizi sadaka ile telafi ediniz.” [5] buyurmuştur.

Alış verişte şeytanın ve günahın hazır olması, menfaat duygusu ile tarafların adaletten sapabilecekleri ve karşı tarafın hakkını çiğneyebileceklerine işaret etmektedir. İnsanlar, Ahiret korkusu ile hareket etmediklerinde karşılaşacakları azaba bir başka hadiste işaret edilmektedir. ‘Peygamberimiz (s.a.v.) namazgâha gitti ve orada insanların ticari muamelelerde bulunduklarını gördü. Onlara:

 

– Ey tacirler topluluğu, diye hitap etti. Onlar da Peygamber (s.a.v.)’e döndüler, dinlemeye başladılar ve Peygamberimiz (s.a.v.) sözlerine şöyle devam etti: “Muhakkak ki, tacirler kıyamet gününde günahkâr olarak yargılanırlar. Ancak Allah’tan korkan, iyilik işleyen ve sadaka verenler bunların dışındadır.” [6]

İktisadi faaliyetlerinde hak ve adaleti gözetenler için de, “Doğru, güvenilir tacir (kıyamet gününde) peygamberlerle, sıddıklarla ve şehitlerle birliktedir.” müjdesini vermiştir. [7]

Hakkaniyete ve adalete uygun iktisadi muamelelere girişmeleri için insanların manevi eğitimine büyük önem veren Hz Peygamber (s.a.v.)’in, maddî yaptırımlara da yer verdiğini müşahede ediyoruz. Bir gün pazara giden Hz. Peygamber (s.a.v.) orada bir buğday yığınının yanından geçti, elini yığının içine soktu. Bunun üzerine parmakları ıslanan Peygamberimiz (s.a.v.):

– Ey mal sahibi’ Bu nedir? diye sordu. O da,

– Ey Allah’ın Rasûlü, Yağmur yağdı, ıslandı, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.);

– İnsanlar görsünler diye, (kuru kısmını) yukarıya mı getirdin? dedi ve “Kim aldatırsa bizden değildir.”  buyurdu. [8]

Hz Peygamber (s.a.v.) her alanda olduğu gibi, iktisadî sahada da insanlara ebedî klavuzluk edecek sözler beyan etmiştir. Bunlardan bazılarına temas etmekte fayda görüyoruz. Piyasalara müdahale edilmemesini isteyen Hz. Peygamberimiz “İnsanları (kendi hallerine) bırakınız. (Çünkü) Allah bazısına bazısı sebebiyle rızık verir. Bir kişi diğerinden nasihat isterse, ona nasihatte bulunsun.” [9] buyurdu.

Hadiste serbest teşebbüsün önemine işaret edilerek, tüm kesimlerin kazançlarının birbirlerine bağlı olduğu belirtilmiştir. Yani insanlar arasında çıkar farklılığı değil, çıkar birliği vardır. Yeter ki, adalet ve hakkaniyet gözetilsin. Ayrıca hadisi şerifte nasihat isteyene nasihatte bulunma gereği de vurgulanmaktadır. Günümüzde danışma ve bilgi verme hizmetlerinin ne derece önemli olduğu göz önünde bulundurulursa, asırlar öncesinde Peygamberimiz (s.a.v.)’in mesajının ne derece önemli olduğu anlaşılır.

Gerek ticarî ve gerekse diğer iktisadî sözleşmelerde, karşı tarafın güçsüzlüğü veya bilgisizliğinden yararlanıp çıkar sağlama çabaları her zaman vardır. Şehirlilerin köylüyü şehir girişinde karşılayıp malını alması ve şehirlinin köylünün malını satmasına iyi bakmayan Hz. Peygamber (s.a.v.), “Birisi pazarlık yaparken (pazarlık olumlu veya olumsuz sona ermeden önce) diğeri buna karışmasın. Emtia pazara inmeden yolda karşılamayın.” [10] buyurmuştur. Açık artırma hariç, birisi pazarlık yaparken o pazarlığı kesmek doğru değildir. Pazara inmeden üreticilerin mallarını şehir dışında karşılamak üretici ve tüketicinin zararınadır. Aradaki fark, simsarlarda kalır. Bu ise fazla gayret göstermeden bir kesimin haksız kazanç sağlamasına yol açar. Bu sebeple hadiste bu tür davranışlar tasvip edilmemiştir. Çalışmamızı aştığı için konunun hukuki boyutlarına temas etmiyoruz. Üreticilerin pazar şartlarını bilmeleri ve satışlarını buna göre düzenlemeleri tavsiye edildikten sonra, danışma ve bilgi verme faaliyetleri desteklenmiştir. Nitekim Ebu Davud rivayetinde bir köylünün pazara süt ürünü getirdiği ve bunu gören bir sahabinin şöyle dediği belirtilmiştir: ‘Peygamberimiz (s.a.v.), şehirlinin köylünün malını satışını yasakladı. Fakat sen pazara git ve seninle alış veriş yapacakları bekle. (Dilersen) gel, benimle istişare et, ben sana satıp satmaman konusunda fikir vereyim. [11]

Bu hadisler piyasada şeffaflığa verilen önemi gösterir.

 

 

 

[1] Tirmizi. Kitab’ül-Büyu’. Bab: 9 Hadis 1217

[2] Tirmizi. Kitab’ül-Büyu’, 1208.

[3] İbnMace, Kitab’üt-Ticarat, 2202, 2203.

[4] Tirmizi, Kitab’ül-Büyu’, 1210.

[5] Tirmizi, Kitab’ül-Büyu’, 1208.a

[6] Tirmizi, Kitab’ül-Birrve’s-Sıle, 1940.

[7] Tirmizi. Kitabü’l-Büyu’ Hadis 1209

[8] Tirmizi. Kitabü’l-Büyu’ Bab: 72 Hadis 1310

[9] Umdet’ül-Kari, El-Aynî.

[10] Ebu Davud. kitab’ül-Büyu’ Bab: 42. Hadis 3436

[11] Umdet’ül-Kari, el-Aynî.