Teketek Haber

KAHRAMANMARAŞ’IN TARİHİ VE ADININ KAYNAĞI

KAHRAMANMARAŞ’IN TARİHİ VE ADININ KAYNAĞI
14 Kasım 2018 - 21:14

Bir kentin adının yazılı olduğu dönem, kentin geçmiş kültürüne ait yapıt ve eşyaların bulunduğu müze, yazılı ve tarihi kaynaklarda kent hakkında verilen bilgilerin yazıldığı tarih gibi belirgin kaynaklar, o kentin geçmişe olan derinliği hakkında doğru bilgileri verecek olan belgelerdir. Bu ölçütler çerçevesinde bir değerlendirme yapıldığında; Maraş’ın, bugünkü ismi ile Kahramanmaraş’ın, çok eskiye dayanan tarihi ile önemli bir kent olduğu görülmektedir. Bu kentin en az 3 bin yıl öncesine kadar bilinen bir adı, 7 bin yıl öncesine kadar bilinen bir tarihi vardır.

Maraş kentinin adı ile ilgili en eski, en önemi yazılı kaynaklar; M.Ö. 9. yüzyıldan başlayıp 8. yüzyılın sonlarına kadar takip edilebilen Asur metinleridir. M.Ö. 9. yüzyıl ortalarına rastlayan Asur Krallarından Tiglatplazer zamanından itibaren başlayıp, II. Sargon zamanına yani M.Ö. 8. yüzyıl sonlarına kadar hüküm süren kralların her yıl Anadolu’ya yaptıkları askeri seferlerden söz edilen yıllıklarda, GURGUM krallığı ve bu krallığın başkenti MARKAS veya MARKASİ’den söz edilmektedir.

Maraş adının Hititlerden geldiğini doğrulayan Asur kaynaklarında da şehrin adı Markaji şeklinde ifade edilmektedir. Asur kralı Sargon zamanından kalan Boğazköy yazıtlarında Maraş’ın adı yer almaktadır. Geç Hitit Devleti’nin önemli merkezlerinden biri olan Maraş’ın adı bu dönemde Gurgum olarak belirtilmektedir. Milattan Sonra (İ.S.) I.yüzyılda Roma İmparatorluğu bölgeyi ele geçirince Maraş’ın adı Germanicia olarak değiştirilmiştir. Roma ve Bizans İmparatorluğu döneminde bu adla anılan şehir, Müslümanlar tarafından fethedilince ilk şekli olan Maraj ismi kullanılmaya başlanmıştır. Arap alfabesinde “j” harfi olmadığından şehrin adı Mer’aş şeklinde yazılmıştır. Bu görüşlerin yanı sıra Maraş adının Arapça “zelzele-titreme” anlamına gelen “Re’aşa” fiilinden türeyerek “Meraş” şeklinde yazıldığı da ifade edilmektedir. Osmanlılar döneminde, bölgede Dulkadiroğulları Beyliği’nin kurulmasından dolayı şehrin adı, Zülkadir şeklinde de yazılmıştır.

Maraş adının nereden geldiği ve anlamının ne olduğuna dair birkaç görüş ileri sürülmektedir. Tarihçi Herodot, Maraş şehrini Hitit komutanlarından Maraj adlı bir askerin kurmasından dolayı şehre Maraj adı verildiğini belirtmektedir. Şehrin adı, Hititlerden kalan yazıtlarda  Maraj ve Markasi şeklinde geçmektedir.

Maraş kentinin eski ve köklü bir yerleşim yeri olduğunun en önemli göstergelerinden biri olan; bir kısmı Türkiye’nin değişik müzelerinde, bir kısmı da Kahramanmaraş müzesinde bulunan kültürel kalıntılardır.

Halen İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi’nde sergilenen Maraş Aslan’ı nadide eserlerin başında gelir. Bazalt’tan yapılmış bu Aslan, kayıtlara göre Maraş Kalesi’nde bulunmuştur. Sanatsal özellikleri ile bu Aslan, tam bir Hitit eseridir. Bu heykelin en dikkat çekici tarafı ise; üzerinde yer alan Hitit hiyeroglifi ile yazılı uzunca bir metindir. Bu metin; Maraş tarihinin önemli bir bölümüne ışık tutmaktadır. M.Ö. 9 yüzyıl’da kenti yönetmiş olan Kral Halparunda’nın, bu yazıtta, kendi soyunun, babasının, dedelerinin ve geçmiş kralların adlarını yazarak kraliyet geçmişi hakkında bilgi vermektedir.

Maraş’ta bulunmuş olan en zengin arkeolojik malzemelerin mezar taşları olduğu görülmektedir. Maraş’ta bulunmuş olduğu halde dışarıdaki müzelerde sergilenen birkaç önemli eserden birisi, Paris Louvre Müze’sinde, birisi İstanbul Arkeoloji Müze’sinde sergilenmektedir.

Heykel grubu içerisinde bulunan eserlerden; Maraş’ta yaşayan Hitit halkının güçlü bir aile yapısının olduğu, okuma yazmanın, ticaretin, bilgi edinmenin önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Günümüzde de Kahramanmaraş halkının okumaya meraklı olması, ilin eğitim seviyesinin yüksek olması ilginç bir durumdur.

Kentin tarihi ile ilgili en geçerli kaynaklardan ve belgelerden birisi de yazılı belgelerdir. Yukarıda sözü edilen; gerek mezar taşları, gerekse Maraş Aslan’ı ve M.Ö. 1370-1335 yılları arasında hüküm süren Hitit Kralı I. Şuppililuma’nın Karkamış Kralı ile yaptığı anlaşma, bu yazılı belgeler arasındadır.

Öteden beri kesintisiz bir yerleşim merkezi olan ve her dönemde önemini koruyan, Gurgum Krallığına başkentlik yapmış olan Maraş, bu önemini belki de coğrafi konumundan almakta idi. Sırtını bir yandan Toroslar’a veren, önünde, içerisinden nehirlerin, çayların aktığı mümbit alüvyon bir ovanın bulunması, doğudan batıdan, güneyden gelen yolların kavşağında  yer alması Maraş’ı; geçmişten bu yana devamlı önemli kılmıştır.

HİTİTLER DÖNEMİ

Hititler, M.Ö. 2000-1200 yılları arasında Anadolu’da hakimiyet sürdükleri dönemde Maraş bölgesinde de egemen olmuşlardır. Hititler döneminde bu şehrin adına Maraj ve Markasi denilmektedir. Hititler döneminde Maraş bölgesinde Elbistan, Pazarcık ve Türkoğlu ilçeleri sınırları içinde bir çok yerleşim merkezinin olduğu görülmektedir. Elbistan’ın Karahöyük harabelerinde yapılan kazılarda; Hititler’in hüküm sürdüğü bu alanda, Asur ticaret kolonilerine ait çanak, çömlek, tunç ve kemik kalıntıları ele geçirilmiştir. Hititlere ait anıtsal yapılara da rastlanmıştır. Elde edilen eserlerin üzerinde Hitit figürleri görülmektedir.

ASURLULAR DÖNEMİ(M.Ö.720-612)

M.Ö. VIII. yüzyıl. sonlarında Asur krallarından Sargon II. zamanında (M.Ö.721-705) Gurgum şehir devleti yıkılmış ve Maraş bölgesi Asurlulara bağlanmıştır. Asurlular döneminde şehir, bir ara, Urartuların yönetimine geçmiştir. Yine iki Türk kavmi olan Kimmerler ve İskitler Anadolu istilâları sırasında Maraş’ı da ele geçirmişlerdir. Asurlular zamanında Maraş, ticaret yolları üzerinde bulunması sebebiyle önemini korumuştur. Kapadokya-Mezopotamya ticareti Maraş üzerinden sağlanmıştır.

PERSLER DÖNEMİ (M.Ö.333-64)

Maraş bölgesindeki Asur egemenliği fazla sürmedi. M.Ö.612 yılında Med devletinin kralı Keyaksases, güney komşusu Babillerin de yardımı ile Asur başkenti Ninova’yı ele geçirmiş ve bütün Asur ülkesinin kalelerini yağmalayarak bu devlete son vermiştir. Bir süre sonra da Güneybatı İran’da Ahameniş soyundan gelen II.Kiros, Medleri ortadan kaldırarak İran’da Pers İmparatorluğu’nu kurdu (M.Ö.550). Anadolu’yu istilaya başlayan II. Kiros, Lidya kralını mağlup ederek diğer Anadolu şehirleri gibi Maraş’ı da topraklarına kattı. Pers kralı I. Darius zamanında Anadoludaki istila edilmiş şehirler idari bölümlere ayrıldı. Maraş şehri de Kapadokya Satraplığı’nın (Eyalet) sınırları içinde kaldı.

MEKEDONYALILAR DÖNEMİ (M.Ö.333-64)

Perslere bağlı Kapadokya Satraplığı hakimiyetinde kalan Maraş şehri M.Ö.333 yılında İskender İmparatorluğu’na bağlandı. Makedonya İmparatoru Büyük İskender M.Ö.333 yılında Pers İmparatoru III.Darius’u Issos’da (Ayas-İskenderun) yenerek bu devleti yıktı ve Maraş’ı da ele geçirdi. Böylece Maraş şehri Helenizm uygarlığına bağlandı. Afşin, Göksun ve Maraş’ın geniş ovalarında bu dönemlere ait sikke, sütun başları ve heykeller bulundu. M.Ö.323’de Büyük İskender ölünce Makedonya İmparatorluğu, onun generalleri arasında paylaşıldı ve Maraş şehri de İskender’in generallerinden Selefkus’un payına düştü. Suriye’yi içine alan Asya Krallığı topraklarından sayılan Maraş, bir süre sonra Kapadokya Krallığı’na yeniden bağlandı.

BÜYÜK ROMA İMPARATORLUĞU DÖNEMİ (M.Ö.64-M.S 395)

M.Ö.192 yılında Romalılar, Anadolu’ya girerek Toroslara kadar Batı ve İç Anadolu’yu Selefkuslar’ın elinden alarak kendilerine bağladılar. M.Ö.64 yılına kadar Selefkuslar’a bağlı kalan Maraş, bu krallığın merkezi Antakya’nın Romalılar tarafından alınmasıyla bu devletin eline geçti. Maraş’ı Roma’ya bağlayan komutan Pompeius’tu. Yukarı Suriye ve Maraş civarında oturan Kommegen’ler, Romalıları bir hayli uğraştırarak ihtilaller çıkardılar. Bazen bağımsız bazen de Roma’ya bağlı, başkenti de Samsat olan Kommegene Krallığı, Maraş bölgesini de yönetti. Bu dönemde Sasanilerin Maraş’a kadar akınlar yaptığı görülmektedir.

Roma İmparatorluğu döneminde Maraş şehrinin adı Roma generali Caligula’nın onuruna Germenicia veya Germenika olarak değiştirildi. Maraş Roma İmparatorluğu döneminde oldukça gelişti.

Hititlerden kalan Maraş Kalesi, Roma İmparatorluğu zamanında tamir edildi. Maraş merkeze bağlı Göllü Köyü’nün 2 km. batısındaki Roma Nekropolü son derece önemlidir. Pazarcık ilçesine bağlı Evri ve Tilkiler Köyü’nün çevresinde tek parça kayalara oyulmuş büyük çaptaki su sarnıçları da birer Roma eseridir.

İSLAM-BİZANS MÜCADELESİNDE BİR SERHAN ŞEHRİ KAHRAMANMARAŞ

Hz. Ömer zamanında başlayan fetihler, Antik dünyanın haritasını birbirine katarak iki büyük imparatorluktan biri olan Sasani İmparatorluğu’nu  tarihe gömmüş, Bizans İmparatorluğu’nun elindeki Mısır, Kuzey Afrika, Filistin, Suriye ve Ermenistan’ı koparıp almıştır. İslam orduları tabii bir set oluşturarak, doğudan batıya doğru uzanan Toros dağlarına gelip dayanmışlardır. Hz Ömer zamanından Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethine kadar, yaklaşık sekiz asır boyunca müslümanlar, hıristiyan Bizans’la bugünkü Anadolu topraklarında mücadele etmişlerdir. İslam-Bizans mücadelesinde, özellikle de ilk üç asırda en kanlı savaşlar, Toros dağlarının geçitleri arasında ve Tarsus’tan kuzey doğu istikametine ilerleyerek Adana, Misis, Maraş, Hades, Darande, Malatya, Kemaliye ve Erzurum’dan Tiflis’e uzanan bölgede cereyan etmiştir.

BÖLGENİN TARİHİ COĞRAFYASI

İslam tarihi kaynakları Maraş ve çevresini, Bizans sınır şehirleri anlamında “Suğur” bölgesi olarak adlandırırlar. Emevi ve Abbasilerin idari taksimatında bölge; “Biladi’ş-Şam” ya da “Biladu’r-Rum” içinde ele alınır. Bundan dolayı bu bölgenin tarihi, Şam bölgesini anlatan tarih kitaplarında yer alır ve buraya “Suğuru’ş-Şam”, (Şam’ın hudut boyu) denilir. Bizans sınırı boyunca uzanan bölge genellikle ikiye ayrılır. Şam’ın kuzeyinde kalan Suğur-u Şamiyye; Payas, İskenderun, Keferbiya (Ceyhan), Erzen, Kenisetü’s-Sevda, Haruniye, Maraş, Hades Mesisa (Mapsustia), Aynu Zerba (Anazorbus), Ezine (Adana) ve Tarsus alanını kapsıyordu. Irak’ın kuzeyinde kalan Suğur-u Cezire ise;  Menbic, Simeysat, Hades (Göynük), Hısn-ı el-Mansur, Malatya (Melitene) ve Zebetera’yı içine alıyordu. Ancak bu tasnif, şartlara göre ve idari düzenlemelere göre sürekli değişiklik göstermiştir. Fakat, Maraş yakınındaki Amanos dağı (Cebelü Lükam) iki bölgeyi bir birinden ayıran tabi bir çizgi oluşturduğundan Maraş bu iki bölgenin ayrım noktasında yer almaktaydı.

BÖLGENİN MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN FETHİ

İslam’ın Bizans ile karşılaşması ilk defa daha Hz. Peygamber zamanındaki Mute savaşında gerçekleşmişti. Ancak Müslümanların fetih sürecinde Bizans imparatorluğunun orduları ile ilk büyük karşılaşma 19/636 yılında meydana gelen Yermük savaşında olmuştur. Bu savaş, İslam-Bizans mücadelesinde gerçek bir dönüm noktasıdır. Yermük savaşından sonra toparlanamayan Bizans orduları ardı ardına Filistin, Suriye, Mısır gibi doğudaki büyük eyaletlerini kaybetti. Takip eden üç yıl içerisinde (16/636-19/639), Ebu Ubeyde b. Cerrah komutasındaki Müslüman orduları bütün Kuzey Suriye’yi ele geçirerek Antakya, Rakka ve Kınnesrin’i fethettiler. Maraş’ın ve Toros dağlarının güney eteklerinin fethine ilişkin ilk teşebbüsler de bu üç yıllık süre içinde gerçekleşti. Maraş’ın Müslümanlar tarafından fethiyle ilgili rivayetler belirsizlik gösterdiğinden net bir tarih ortaya koymak oldukça zordur. Şam bölgesinin fethi ile ilgili bilgileri en güvenilir ravilerden derleyen Belazurı’ye göre; Şam bölgesi orduları genel komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah (ö.19/639), Kuzey Suriye’deki Menbiç’te bulunduğu sırada (18/638) Halid b. Velid’i Maraş’ın fethine memur etti. O da şehrin kalesini kuşattı, halkın şehri terk etmesi şartıyla, savaşsız (sulh yoluyla) olarak kale muhafızlarından teslim aldı.

Bu seferin kesin tarihi, kaynaklarda zikredilmez, ancak Ebu Ubeyde, 17/638 yılında Antakya’nın fethinden sonra Gurs ve Menbiç bölgesini de fethetmişti. Buradan, Iyaz b. Ganem’i bu günkü Antep yakınlarındaki Duluk ve Ra’ban üzerine gönderdi. Oradan da Balis şehrine geçilerek fethedildi ve bir muhafız birliği yerleştirildi. Dolayısıyla Ebu Ubeyde Menbiç’te bulunduğu sırada Halid b. Velid’i de Maraş üzerine gönderdiği dikkate alınırsa, Maraş’ın fethi bu yıl (h.17/638) gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü Ebu Ubeyde’nin hicri 18/639 yılında, Ürdün’deki ünlü veba salgınında öldüğü düşünüldüğünde, Maraş ve bölgesinin Müslümanlar tarafından ilk fethinin h. 18/639 yılından önce, kuvvetle muhtemeldir ki; 17/638 yılında gerçekleşmiştir. Ayrıca Ebu Ubeyde’nin Ürdün’de ölümünden sonra bölgedeki komutayı devralan Iyaz b. Ganem, Habib b. Mesleme el-Fihrı’yi Maraş’tan daha yukarıdaki Hades (Adata=İnekli) bölgesinin fethine görevlendirmesi, bu tarihlerde Maraş’ın Müslümanların elinde olduğunu gösterir.

Yukarıdan beri anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi Maraş, Hititlerden sonra Romalılar ve Bizanslılar tarafından işgal edilmiş ve Hz. Ömer zamanında da Müslümanlar tarafından fethedilmiştir.

SELÇUKLULAR DÖNEMİ

23 Mayıs 1040 tarihinde Selçuklu ailesinin liderleri Tuğrul ve Çağrı Beyler Dandanakan Meydan Muharebesi’nde Gazneliler Devleti’ni mağlup ederek Horasan ve İran’da bağımsız bir devlet kurdular. Selçuklu Türklerinin bu başarısını haber alan Türkistan bölgesindeki Oğuz Türkmenleri batıya doğru hicret ederek İran’a girdiler. Tuğrul ve Çağrı Beyler, Türkmenleri Anadolu’ya yerleşmeleri için teşvik ettiler.

1018-1021 yılları arasında Çağrı Bey Doğu Anadolu Bölgesi’ne bir keşif hareketi yaparak Anadolu’nun siyasî, sosyal ve coğrafî durumu hakkında bilgi edindi. Anadolu, önce Bizans-Sasani, sonra da Bizans-Müslüman Arap çatışmalarına sahne olmuştu. Savaş ve istila alanına dönüşen Anadolu topraklarında nüfus oldukça azalmış ve bu yüzden Türklerin yerleşebilecekleri bir alan haline gelmişti. Bu bilgileri elde eden Çağrı Bey, Maverâünnehr’e dönerek kardeşi Tuğrul Bey’e durumu arz etti.

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in 1047 de batıya doğru hareketiyle Türkmenler Anadolu’ya doğru girmeye başladılar. Tuğrul Beyin amcaoğlu İbrahim Yinal komutasındaki Selçuklu ordusu 1048 yılında, Erzurum yakınlarında, Bizans ve Gürcü ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu zaferin arkasından kazanılan 1071 Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun kapısı Türklere açıldı. Malazgirt kahramanı Alparslan, Anadolu’nun fethi için büyük kumandanlarını görevlendirdi.

Maraş bölgesinde 1021 yılı öncesi Rumlar, Süryaniler ve Nasturiler yaşamaktaydı. Ancak bu tarihte Bizans İmparatoru II.Vasil, Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan ve Rumlarla aralarında mezhep kavgaları olan Ermenileri Kayseri, Sivas ve Malatya civarlarına göçürmüştü. Selçukluların Maraş bölgesini fethetmesinden önce burada Ermeni nüfus artmış ve bölge Bizans’a bağlı Ermeni valiler tarafından yönetilmeye başlanmıştı. O sıralar Bizans’ın Ortodoks mezhebini empoze etme baskılarına maruz kalan Ermeniler, Bizans’a karşı direnişe geçerek, Türklerin bölgeyi fethini kolaylaştırıcı yardımlarda bulundular.

Bu sırada Maraş, Malatya, Harput, Palu, Elbistan, Tarsus ve Urfa’yı içine alan Ermeni asıllı Bizans komutanı Philaretos Brachmins, Bizans’a bağlılığını reddederek bir Ermeni prensliği kurdu ve Philaretos İslâmiyet’i kabul ederek Melikşah’ın vasalı oldu. Bu yüzden Bizans ve Ermeni kaynakları onu döneklikle suçlarlar.

1075’de İznik’i ele geçirerek Anadolu’da, Büyük Selçuklulara bağlı bir devlet kuran Süleyman Şah, Emir Buldacı komutasında bir orduyu Maraş ve Elbistan bölgesine gönderdi. 1086 yılında Emir Buldacı tarafından Maraş ve Elbistan bölgesi fethedilerek Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı. Bu tarihten 1097 yılına kadar Türklerin elinde kalan Maraş, Haçlı istilasına uğradı. 1097 yılında Maraş’ı ele geçiren Haçlılar, burada Katolik Kilisesi ve Latin Piskoposluğu kurarak Antakya’ya doğru ilerlediler. Elbistan’ı da ele geçiren Haçlılar burada da bir Haçlı Prensliği kurdular. 1100 yılında Antakya Prensi Bohemond Malatya’yı işgal etmek için kuzeye doğru ilerlerken Maraş ovasında Danişmend Gâzi tarafından mağlup ve esir edildi. Bu tarihte Maraş Türklerin eline yeniden geçti. 1103 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I.Kılıçarslan, Danişmend Gâzi’yi mağlup ederek Maraş’ı Anadolu Selçuklularına bağladı. Ancak; kısa süre sonra Maraş yeniden Haçlıların eline geçti. I.Kılıçarslan 1105 yılında şehri alarak vezir Ziyaeddin Muhammed’e bağış olarak verdi. 1107 yılında Kılıçarslan’ın ölümünden sonra Maraş yeniden Haçlıların eline geçti. Burada bir Latin Senyörlüğü kuruldu. Şehir bazen Antakya Haçlı Kontluğu’na bazen de Urfa Haçlı Kontluğu’na bağlandı. 1114 yılında Maraş’ta büyük bir deprem oldu. Bu depremde şehir tamamen yıkıldı ve 40.000 kişi öldü.

Türklerle Haçlılar arsında sık sık el değiştiren Maraş şehrine 1136 tarihinde Danişmendliler hakim oldular. Bizans İmparatorunun Haçlılara yardım etmesi ile Maraş yeniden Hıristiyanların eline geçti. Danişmendlilerin Anadolu’daki nüfuzuna son veren I.Mesud 1144 yılında Elbistan’ı, 1150’de de Maraş’ı alarak Anadolu Selçuklularına bağladı. I.Mesud Maraş bölgesini, gelecekte Selçuklu Sultanı olacak olan oğlu II.Kılıçarslan’a verdi. Bu tarihten sonra Maraş üzerinde Musul Atabegi Nureddin Mahmud Zengi ve II.Kılıçarslan arasında çekişme başladı. Nureddin Mahmud Zengi 1172’de Maraş’ı aldı. Ancak Selçuklulara geri iade etmek zorunda kaldı. Bu arada Maraş, Haçlıların yardımıyla Kilikya’da bir prenslik kuran Ermenilerin sık sık saldırılarına maruz kaldı.

1174 yılında Zengiler devletinin yıkılmasından sonra onların topraklarına sahip olan Mısır Sultanı Selahattin Eyyubi, Maraş bölgesine sahip olmak için Selçuklularla mücadeleye girişti. I.Kılıçarslan, bir yandan Kilikya Ermeni saldırısına, bir yandan da Antakya Haçlılarının saldırılarına karşı Maraş’ta bir uç beyliği kurdu. Komutanlardan Emir Hüsamettin Çoban’ı bu beyliğin başına getirdi. 1180 yılının sonlarında kurulan bu beylik, şehir 1259 yılında Ermenilerin eline geçinceye kadar devam etti. Hüsameddin Çoban’dan sonra bu beyliğin başına oğlu İbrahim, daha sonra da onun oğlu Nusrettin Hasan Bey geçti. 1234 yılına kadar Maraş Emirliği’nde kalan Hasan Bey zamanında Maraş yeniden imar edildi ve gelişti. Bugün Afşin ilçesi sınırları içerisinde olan Ashâbü’l-Kehf’te bulunan kervansaray, tekke ve cami Hasan Bey tarafından yaptırıldı. Nusreddin Hasan Bey zamanında Maraş üzerine saldıran Ermenilerle mücadele edildi.

Hasan Bey’in ölümünden sonra Maraş Emirliği, sırası ile; oğulları Muzaferüddin ve İmadeddin’e geçti. 1240 yılında Anadolu’nun siyasî, sosyal ve ekonomik tarihinde önemli rol oynayan Baba İshak İsyanı, Maraş civarında oldukça etkili oldu. Ayrıca Maraş, Elbistan ve Malatya üçgeni arasında yerleşen Ağaçeri Türkmenleri, Selçuklu Devleti’ne karşı isyan ettiler. Zaten 1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti, Moğollara Kösedağ Savaşı’nda yenilerek onların hakimiyetine girmişti. Moğol hakimiyeti döneminde diğer Anadolu şehirleri gibi Maraş’ta da asayiş ve düzen bozuldu. Bir yandan Ermenilerin saldırıları, bir yandan Ağaçerilerin isyanı, diğer yandan da Moğolların akınları sebebiyle Maraş’taki Selçuk idaresi çöktü ve 1259 yılında Maraş Valisi İmadeddin şehri terk edince Kilikya Ermenileri Maraş’ı ele geçirdiler. Ermeni Prensi Hetum İlhanlı Hükümdarı Hülagu ile anlaşarak bölgenin hakimiyetinin kendisine verilmesini sağladı. 1277 yılında Mısır Türk Memlukluları Sultanı Baybars Elbistan’da Moğol ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Bölgeyi Moğolların elinden almasına rağmen Selçukluların desteğini elde edemeyen Baybars, çekilmek zorunda kaldı.

1296 yılına kadar Kilikya Ermeni Prensliği’nin elinde kalan Maraş, Mısır Türk Memlukluları tarafından fethedildi. 1337 yılında Maraş ve Elbistan’da kurulan Dulkadiroğulları Beyliği kuruluncaya kadar Memlukluların Halep Valiliği’ne bağlı kaldı.

Selçuklu fethiyle birlikte Anadolu Türkleşmeye ve İslâmlaşmaya başladı. Doğudan gelen Türkmen aşiretleri Maraş bölgesine de yoğun olarak yerleştiler. Dulkadiroğlu Beyliği öncesi, Memluk idaresi boyunca bölgede Türkmen nüfusu oldukça arttı ve bu sebeple Maraş bölgesine Vilayet-i Türkman, Türkmen İli gibi isimler verildi. Hatta günümüz tarihçilerinin bir kısmı Maraş bölgesini Türkmen deposu olarak ifade etmektedirler

DULKADİROĞLU BEYLİĞİ DÖNEMİ

XIII. yüzyıl sonlarında Halep ile Antep arasındaki bölgeye yerleşen Bozok Türkmenleri, Memlukluların fetihlerinden sonra Antep’ten Elbistan’a kadar uzanan bölgeleri ele geçirdiler. Bunlar Antakya’dan başlayıp kuzey-doğu yönünde Maraş’a kadar uzanan Amanos Dağları’nın doğu vadisinde kışı geçirirler, yaz gelince de vadinin kuzeyinde Binboğa’lar, Berit, Nurhak, Akçadağ ve Tohma Vadisi ile çevrili yaylalara çıkarlardı. Bu Türkmenler, Oğuzların Bozok koluna mensup Bayat, Afşar ve Beydili beyleri idi.

Dulkadiroğulları Beyliği’ni kuran Türkmenlerin hangi boydan geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Fakat Dulkadir halkının çoğunluğunun Bayat boyuna mensup Türkmenler olduğu tahmin edildiğinden beyliğin kurucularının da Bayatlar olması mümkündür.

Mısır ve Suriye’ye sahip olan Memluk Sultanı en-Nasır Muhammed b.Kalavun, Suriye sınırlarının güvenliğini sağlamak amacıyla Dulkadirli ailesinden Zeyneddin Karaca’ya hilat ve hediyeler vererek onu 1337’de Elbistan naipliğine atadı. Böylece Dulkadir Beyliği kurulmuş oldu.

Dulkadir Beyliği Memluklulara bağlı olmasına rağmen Zeyneddin Karaca Bey, Memlukluların taht kavgalarından istifade ederek bağımsız hareket etmek istedi. Böylece beyliğinin sınırlarını Halep’e doğru genişletmeye çalıştı. Zeyneddin Karaca Bey, bir yandan topraklarını Suriye’ye doğru genişletirken bir yandan da kuzeye doğru Eretna Devleti topraklarına akınlarda bulundu. Melik Zahir unvanını alan Karaca Bey, 1348 yılında bağımsızlığını ilan etti. Fakat 1353 yılında Memluklulara yenilen Karaca Bey, Kahire’de idam edildi.

Zeyneddin Karaca Bey’in idam edilmesinden sonra yerine oğlu Halil Bey Dulkadir Beyi oldu. 1354 yılından 1386 yılına kadar Dulkadir Beyi olan Halil Bey zamanında, beyliğin hudutlan Zamantı’dan (Pınarbaşı) Harput’a kadar genişledi; Halil Bey de babasının politikasını takip ederek bağımsızlığını ilan etmek istedi ise de Memluklular buna izin vermediler. Dulkadir Beyliği’ne fitne sokarak Halil Bey’i 1386’da kendi yakınlarına öldürttüler. Halil Bey’in öldürülmesinden sonra Dulkadir Beyliği’nin başına Sevli Bey geçti. Sevli Bey zamanında Memluklular, Dulkadir Beyliği arazisine hâkim olmak istediler. Bu yüzden iki taraf arasında birçok savaş oldu. Dulkadirlilerin bu savaşlarda başarılı olmaları nedeniyle Memluklu Sultanı Berkuk, Sevli Bey’in beyliğini tanımak zorunda kaldı. Sevli Bey topraklarını genişletmek için Memluklu topraklarına ve Kilikya Ermenileri üzerine akınlar yaptı. Sevli Beylin Memluklular için tehlikeli olmaya başladığını gören Berkuk, 1398 yılında bir suikast düzenleterek onu ortadan kaldırdı.

Sevli Beylin öldürülmesinden sonra yerine oğlu Sadaka, Dulkadirlilerin başına geçmesine rağmen amcasının oğlu Nasreddin Mehmet Bey. 1399’da Dulkadirlilere hakim olabilmek için Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezıt’den yardım istedi. Nasreddin Mehmed Bey, Yıldırım Bayezıt’in desteği ile Dulkadir Beyi oldu. Bundan dolayı Osmanlılar ile Memluklular arasında 1515 yılına kadar devam eden Dulkadir Beyliği üzerindeki hakimiyet mücadelesi başladı. Nasreddin Mehmet Bey, Timur’un Anadolu’yu istilası sırasında ona karşı çıkarak Osmanlı yanlısı bir politika izledi. Bu yüzden Timur kuvvetleri Elbistan’a doğru yürüyerek burayı tahrip ettiler. Nasreddin Mehmet Bey bir yandan varlığını devam ettirebilmek için Osmanlılardan yardım alırken bir yandan da Memluklularla dostane ilişkiler kurdu. Uzun yıllar Dulkadir Beyi olan Nasreddin Mehmet Bey 1442 yılında öldü.Nasreddin Mehmed Bey’in ölümünden sonra Dulkadir Beyliği’nin başına Süleyman Bey geçti. Onun zamanında Dulkadir Osmanlı ilişkileri gelişti. Süleyman Bey kızı Sitti Mükrime Hatun’u II. Murad’ın oğlu II. Mehmed’e (Fatih’e) verdi. Diğer kızım da Memluk Sultanı Zahir Çakmak’a verdi. iki büyük devletle akrabalık bağı kurarak beyliğine Karamanoğullan ve Akkoyunlulara karşı savunmak için destek sağladı.

Alaüddevle Bozkurt Bey’in babası olan Süleyman Bey, Maraş’ta bulunan Ulu Camii’yi yaptırdı. Süleyman Bey’in 1454 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Melik Arslan, Dulkadir Bey’i oldu. Onun zamanında Dulkadirliler ile Akkoyunlular arasında savaşlar çıktı. Dulkadirlilerin elinde bulunan Harput (Elazığ) Uzun Hasan tarafından alındı ve Dulkadirlilerin başkenti Elbistan, Akkoyunlu ordusu tarafından tahrip edildi. Memluklu Devleti ile arası açılan Melik Arslan Bey, Memluklu Sultam Hoşkadem’in bir fedaisi tarafından Elbistan’da camide ibadet ederken 1465’de öldürüldü.

Melik Arslan’ın öldürülmesinden sonra kardeşi Şahbudak Bey Dulkadir Bey’i oldu. Ancak kardeşinin öldürülmesinde rolü olduğu gerekçesiyle kendisine halk tarafından itibar edilmedi. Bu arada Fatih’in desteğini sağlayan Şehsuvar Bey, Dulkadir Beyliğini 1466’da ele geçirdi.

Fatih’in yardımı ile Dulkadirlilerin başına geçen Şahsuvar Bey, üzerine gönderilen üç Memluklu ordusunu mağlup etti. Fakat Şehsuvar Bey, kazandığı zaferlere güvenerek Osmanlılara cephe aldı. Bunun üzerine Fatih sağladığı desteği çekti. Bu yüzden Şehsuvar Bey, Memluklulara karşı direnemedi ve 1472 yılında yakalanarak Kahire’ye götürüldü. Memluklu Sultanı Kayıtbay’ın  emriyle Züveyle Kapısında aynı yılda idam edildi.

Memluk Sultanı Kayıtbay’in desteği ile Şahbudak Bey ikinci kez Dulkadir Beyi olarak tayin edildi. Ancak Osmanlı Sultanı Fatih, yanında bulundurduğu Şahbudak Bey’in kardeşi Alaüddevle Bozkurt Bey’e destek vererek Onun Dulkadir Beyliği’ni 1480’de ele geçirmesini sağladı. Alaüddevle Bozkurt Bey, ilk yıllarında, Osmanlı’ların yanında yer aldı. Üzerine gönderilen Memluk Ordularını mağlup etti. Dulkadir Beyliği yüzünden Osmanlı-Memlük ilişkileri bozuldu. Çukurova’da hakimiyet mücadelesi yüzünden başlayan Osmanlı-Memlük savaşları 1485-1491 yılları arasında devam etti. Alaüddevle Bey, kızı Ayşe’yi II. Bayezit’e verdi. Bu evlilikten Yavuz doğdu. Böylece Alaüddevle Bozkurt Bey, Yavuz’un dedesi oldu.

Alaüddevle Bozkurt Bey, Memlük ve Osmanlı toprakları arasında kalan beyliğinin devam edebilmesi için her iki devlet ile de yakın ilişkiler içine girdi. izlediği denge politikası ile uzun yıllar beyliğin başında bulundu.

Ancak 1501’de Tebriz’de kurulan Türk Safevi Devleti ile mücadele etmek zorunda kaldı. Safevi hükümdarı Şah İsmail Anadolu’yu ele geçirmek istiyordu. Dulkadir topraklarına giren Şah İsmail 1507 yılında Elbistan’ı aldı ve burayı baştanbaşa tahrip ederek Maraş’ı da ele geçirdi. Şah İsmail’in çekilmesinden sonra Alaüddevle Bey Maraş ve Elbistan’ı yeniden ele geçirdi. Ancak Elbistan öyle tahrip edilmişti ki bu yüzden başkenti Maraş’a taşıdı. Bundan sonra Alaüddevle Bey, Osmanlılara karşı Memlukluların yanında yer almaya başladı. Hatta, ezeli düşmanı Şah İsmail’in üzerine Yavuz’un düzenlediği Çaldıran Seferi’ne çağrıldığı halde katılmadığı gibi Şah İsmail ile de ittifak kurdu. Alaüddevle Bey, Yavuz’un yanında bulunan kardeşi Şehsuvar Beylin oğlu Ali Bey’in Osmanlılar tarafından desteklenmesini hoş görmüyordu. Bu yüzden Çaldıran Savaşı’na giden Osmanlı ordusunun iaşe yollarını keserek teçhizatlarını yağmalattırdı.

Yavuz Sultan Selim 1514 yılında kazanılan Çaldıran zaferinden sonra Dulkadir Beyliğini ortadan kaldırmak için harekete geçti. Kayseri sancak beyliğine getirilen Şehsuvaroğlu Ali Bey’e Dulkadir toprakları alındığı takdirde kendisine verileceği vaat edildi. 1515 ‘te Ali Bey ve Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa, Alaüddevle Bey üzerine gönderildi. 13 Haziran 1515’te Göksun yakınlarında Turna Dağında Osmanlılar ile Dulkadirliler arasında yapılan savaşta Alaüddevle Bey yenilerek dört oğlu ile birlikte idam edildi. Böylece Dulkadiroğulları Beyliği fiilen sona erdi. Yaklaşık 180 yıl devam eden Dulkadiroğulları Beyliği, Osmanlıların, Anadolu’da sınırlarına kattıkları son beyliktir. Dulkadiroğulları Beyliği; Kırşehir-Bozok-Kayseri-Pınarbaşı, Elbistan, Harput-Maraş-Kadirli-Antep gibi geniş bir alanda hakimiyet sürmüştü. Sözü edilen bu şehirlerde Dulkadiroğullarından kalma birçok camii, kale, medrese, mescit vs. eserlere rastlanmaktadır

OSMANLI DÖNEMİ

1515 Yılında Maraş ve çevresi Osmanlılar tarafından fethedildi. Ancak Dulkadiroğulları Beyliği’ne hemen son verilmedi. Yavuz Sultan Selim Dulkadir topraklarının idaresini Şehsuvaroğlu Ali Bey’e verdi. Ali Bey’in Dulkadir Beyi mi yoksa Osmanlı Devleti’nin bir valisi mi olduğu açıkça belli değildi. Şehsuvaroğlu Ali Bey, Maraş ve Elbistan civandan asker toplayarak Yavuz’un Memluklular üzerine yaptığı seferlere katıldı. 1516 yılında Nizip civanda Mercidabık Savaşında, Osmanlı ordusu Memluklu ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Memlük Sultanı Kansu Gavri yenilginin üzüntüsünden öldü. Onun yerine Tomanbay Memluklu Sultanı oldu. Ali Bey bu savaşın kazanılmasında büyük kahramanlıklar gösterdi. Antep ve çevresinin Osmanlı topraklana katılmasında etkili oldu. Ali Bey, Osmanlı ordusunun Suriye ve Mısır’a seferi sırasında Osmanlılara kılavuzluk yaptı. 1517 yıllarında Kahire önlerinde Ridaniye Savaşı’nın kazanılmasında büyük rol oynayan Ali Bey, Yavuz’un güvenini kazandı. Yavuz Sultan Selim, Memluklu Sultanı Tomanbay yakalanınca onu Ali Bey’e teslim etti. Ali Bey’in babası Şehsuvar, Kahire’nin Babü’z-Züveyle’de idam edilmişti. Babasının intikamını almak isteyen Ali Bey, Tomanbay’ı aynı yerde idam ettirdi. Mısır seferi dönüşünde Yavuz İstanbul’a giderken Ali Bey de Maraş’a döndü. Beyliğin merkezini Maraş’tan tekrar Elbistan’a taşıyan Ali Bey, kendisini bağımsız bir devletin hükümdarı gibi görerek Osmanlı Devleti ile dostça geçindi. Osmanlıların her yerde yardımına koştu. 1519 yılında eski Dulkadir toprakları olan Bozok (Yozgat)’da ortaya çıkan Celâl’in Osmanlılara karşı isyanını bastırarak, Celâl ve adamlarını ortadan kaldırdı. 1521 tarihinde Suriye’de Osmanlı Devleti’ne karşı Memluklu Devleti’ni yeniden kurmak için Canberdi Gazali büyük bir isyan başlatmıştı.Bu isyanı bastırmakla görevlendirilen Osmanlı komutanı Ferhat Paşa’yı beklemeden Canberdi Gazali’nin üzerine yürüyen Ali Bey, onu mağlup ederek katletti. Bu durum Ferhat Paşa’nın Ali Bey’i kıskanmasına ve rahatsız olmasına neden oldu. Ali Bey Osmanlılara bağlılık göstermesine rağmen kendini bir hanedan gibi görüyordu. Osmanlı Devleti ise onu bir sancak beyi olarak kabul ediyordu. Mısır ve Suriye’yi fetheden Osmanlıların toprakları arasında bağımsız bir devleti kabul etmesi asla mümkün değildi. Dulkadirli topraklarında Ali Bey’in bazı uygulamalarından rahatsız olan halkın, Padişaha şikayetleri üzerine, Osmanlı, Devleti, teftiş memurları gönderdi. Ali Bey içişlerine karışıldığını düşünerek gönderilen müfettişleri derhal katlettirdi. Bu olay iki taraf arasında bardağı taşıran son damla oldu. Ali Bey’i kıskanan ve ona muhalif olan Ferhat Paşa, Kanuni’den, onun katline dair bir ferman aldı. İran seferi bahanesiyle Tokat’a çağırtılan Ali Bey, Artukova’da (Artova) oğulları ile birlikte 1522’de katledildi. Böylece Dulkadiroğuları Beyliği tamamen Osmanlılara bağlandı.

Dulkadiroğulları Beyliği topraklarına bağlı olan Maraş ve Bozok ayrı ayrı bağımsız sancak haline getirildi. 1537 yıllında Dulkadir Eyaleti kuruldu. Maraş merkez olmak üzere Antep, Sis ve Bozok da bu eyalete sancak olarak bağlandı. Maraş’ın Osmanlı topraklarına katılmasından sonra burada görev yapan Osmanlı idarecilerine karşı sık sık isyanlar çıktı. 1526 yılında Şöklenoğlu Musa isyanı oldu. Bu isyanın arkasında Atmaca adlı bir kişi vardı. Etrafına topladığı insanlarla isyan etti. Atmaca, Karaman Beylerbeyi Hürrem Paşa’yı yenilgiye uğrattı. Sivas Beylerbeyi Hüseyin Paşa da Atmaca karşısında mağlup oldu. Oldukça kapsamlı olarak ortaya çıkan bu isyana Dulkadirlilerden birçok insan katıldı. Atmaca isyanının bastırılmasından sonra Dulkadirli ailesinden Zünunoğlu ayaklandı. Zünunoğlu Osmanlılara yenilerek İran’a kaçtı. Aynı yıllarda Maraş ve Elbistan çevresinde, Kalender Çelebi, etrafına 30.000 kişi toplayarak büyük bir isyan çıkardı. Topraklan ellerinden alınmış Dulkadirlilerden birçok insan bu isyana katıldı. Sadrazam İbrahim Paşa, Dulkadirlilere eski dirliklerinin verileceğini vaat ederek bu isyanın bastırılmasını sağladı.

Yavuz Sultan Selim 1514 yılında Çaldıran Zaferi’ni kazandıktan sonra, Doğubeyazıd civarındaki Türkmen aşiretlerinden Bayazıdlı ailesini Maraş’a yerleştirdi. Bu aile Maraş’a yerleştikten sonra Dulkadirliler ile Bayazıdlılar arasında büyük çekişmeler oldu. Osmanlı Devleti’nin desteğini elde eden Bayazıdlı ailesi Maraş tarihinde önemli rol oynadı. Bu aileden birçok kişi Maraş’ın idaresinde etkili oldu. Ailenin lideri İskender Bey’e Çavuşbaşılık rütbesi verilmesi ile Maraş’ta bu ailenin nüfuzu uzun yıllar devam etti. Bayazıdlı ailesinden birçok kişi gerek Maraş’ta, gerekse Osmanlı ülkesinin diğer yerlerinde önemli görevler üstlendiler. Dulkadir ailesi ise tamamen devlet idaresinden tasfiye edilemedi. Bu sebeple iki nüfuzlu aile arasındaki çekişme XIX. yüzyıla kadar devam etti. Dulkadiroğulları döneminde Maraş ve Elbistan, beyliğin önemli merkezlerindendi. Bu yüzden bu iki şehirde önemli siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeler oldu. Ancak Maraş ve Elbistan, Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra diğer Anadolu şehirlerinden biri haline geldi ve eski stratejik önemini kaybetti.

Kanuni döneminde Maraş bölgesinde birçok isyan hareketleri görüldü. Bilhassa Celâli İsyanları olarak adlandırılan bu ayaklanmalar bölgenin tahrip olmasına neden oldu. Bu yüzden yıkılan ve harap hale gelen Maraş Kalesi, Kanuni zamanında önemli bir onarım geçirdi. 1570 yılında, Osmanlı ordusunun Kıbrıs seferine Maraş Beylerbeyi Mustafa Paşa da katıldı. Mustafa Paşa, Maraş’tan topladığı askerler, ve 500 süvari ile Magosa istikametine gönderildi. Kıbrıs’ın fethi için Maraş’tan götürülen askerler önemli başarılar kazandılar. Kıbrıs’ın fethinden sonra Anadolu’nun diğer şehirlerinden olduğu gibi Maraş’tan da Türkler adaya yerleştirildi.

Anadolu’dan Kıbrıs’a yerleşen Türkler ikamet ettikleri yerlere, geldikleri yerlerin adlarını verdiler. Adaya ilk çıkan Maraşlı göçmenler, Magosa Limanı’nın hemen güneyine yerleşerek bugünkü Maraş şehrine isimlerini verdiler. XVI. Yüzyılın sonları ile XVII. yüzyıl başlarında Büyük Celâli karışıklığı olarak adlandırılan isyanlar sırasında, Maraş bölgesinde de birçok olaylar meydana geldi. 1599’da çıkan Karayazıcı isyanı sırasında Maraş bölgesi eşkıyanın eline geçti. Maraş’ı ele geçiren Karayazıcı, şehri yakıp yıkarak Urfa’ya doğru kaçtı. Sokulluzade Hasan Paşa, Karayazıcı’nın  adamlarını Göksun ve Elbistan arasında etkisiz hale getirdi. Bu savaşta isyancıların sayısı 30.000’i buluyordu. Bu nedenle isyanlar sırasında şehirler ve köyler boşaldı. Can güvenliği kalmayan halk ya dağlara kaçtı ya da Celâlilere katılmak zorunda kaldı. Hatta 1602 yılında Erzurum Beylerbeyi Mehmet Paşa, İstanbul’a yolladığı arzda Maraş halkından olup da topraklarını terk ederek Çıldır, Kars ve Gürcistan’a doğru kaçan büyük bir kalabalık olduğunu bildirdi. 1606 yılında Kuyucu Murat Paşa, Celâli isyanlarını bastırmakla görevlendirilince, Maraş Beylerbeyi de ona yardımda bulundu. Celâlilerin ileri gelenlerinden Canbulatoğlu etrafında toplanan isyancılar Amik Ovası’nda etkisiz hale getirildi. Maraş bölgesinde etkili olan isyanlardan biri de Kalender Çelebi isyanıydı. 1608 yılında, Kalender Çelebi Maraş ve Göksun civarına geldi. Kuyucu Murat Paşa, Göksun Boğazı’nda Kalender Çelebi’yi ağır bir yenilgiye uğrattı. 1622 yılında Maraş Türkmenlerinden Trablusşam Valisi Seyfioğlu Yusuf Paşa, Genç Osman’ının katledilmesini bahane ederek isyan etti. IV. Murat döneminde Maraş bölgesinde meydana gelen olaylardan biri de Abaza Mehmet Paşa isyanına Maraş Beylerbeyi Kalavun Yusuf Paşa’nın katılmasıydı. Abaza Mehmet Paşa’nın bu isyanı, devletle barışıp anlaşması ile sona erdi.

1654’de Seydi Ahmet Paşa Maraş valisi olarak atandı. Sadrazam İbşir Paşa tarafından kışkırtılan Ahmet Paşa daha sonra Anadolu valiliğine atandı. 1657’de Maraş valiliğine atanan Şam valisi Siyavuş Mustafa Paşa, Sadrazam olmak için çeşitli entrikalar çevirdi. Bu yüzden Köprülü Mehmet Paşa onu valilikten azlederek İstanbul’da idam ettirdi. Köprülü Mehmet Paşa, İsmail Paşa’yı Maraş’a göndererek burada asayiş ve düzeni yeniden sağlandı. Maraş’ın dağlık Zeytun bölgesinde bulunan Ermenilerin isyan etmeleri sebebiyle üzerlerine, 1780’de Maraş Valisi Ömer Paşa gönderildi. Zeytun’u kuşatan Ömer Paşa Ermenilerle girdiği çatışmada Şehit oldu. 1782 yılında Maraş valiliğine atanan Ali Paşa Ermenilerle yaptığı çatışmada geri çekilmek zorunda kaldı.

1808 yılında Maraş valiliğine Kalender Paşa atandı. Kalender Paşa Zeytun eşkıyasını etkisiz hale getirerek bölgede düzeni sağladı. Bayazıdlı ailesinden olan Kalander Paşa, daha sonra bu görevinden alındı. Bir müddet sonra affedilen Kalender Paşa, Kuşadası Muhafızlığı’na atandı ve 1822 yılında öldü. Kalender Paşa’dan sonra Maraş valiliğine Ahmet Şerif Paşa ve bundan sonra da Derviş Hasan Paşa atandı.1879 yılında Maraş civarındaki Zeytun Ermenilerinin isyanı üzerine, Yozgat Ayanı Çapanoğlu Celâl Mahmut Paşa, Ermenilerin üzerine kuvvet gönderdi ise de bir sonuç alınamadı.

1835-1839 yıllan arasında Maraş valiliği görevinde Bayazıd oğullarından Kalender Paşa’nın oğlu Süleyman Paşa bulunmaktaydı. Bunun zamanında Osmanlı Devleti’ne isyan eden Mehmet Ali Paşa’nm oğlu İbrahim Paşa Maraş’ı ele geçirdi. Antep üzerinden, Kapıçam mıntıkasından Maraş’a giren İbrahim Paşa 40.000 kadar askerle Maraş’a girerek burayı işgal etti. 79 ay kadar Maraş’ta kalan İbrahim Paşa’nın zamanında Maraş’ta güvenlik sağlandı. İbrahim Paşa yapılan anlaşma sonucu Maraş’tan çekilerek Mısır’a döndü. Bundan sonra Maraş Eyaleti iptal edilerek bir kaza haline getirildi. Ancak Maraş’ın idari yapısında sık sık değişiklikler devam etti. Bu dönemde Maraş şehri bir ara kaza haline getirilip Adana Eyaleti’ne ve daha sonra Halep Eyaleti’ne bağlandı. Bir ara müstakil sancak oldu. Fırka-i İslahiye zamanında da kısa bir süre eyalet haline getirildi. Münip Paşa, 1852-1853 yılları arasında Maraş valiliği görevinde bulundu. Onun zamanında mahkeme, meclis idaresi ve tapu dairesi kuruldu. Yine Zeytun Ermenileri isyan etti. Maraş valiliğinde bulunan İşkodralı Mustafa Paşa, Ermenilerin üzerine asker göndermesine rağmen bir netice alınamadı.

1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın getirdiği yenilikler ve gelişmeler ülkenin birçok yerinde uygulanmaya başlandı.Müslümanlar ve gayrimüslimler 1856’da ilan edilen Islahat Fermanı ile eşit hale geldiler. Ancak kendilerine geniş imtiyazlar tanınan gayrimüslimler, Osmanlı ülkesinin her tarafında istedikleri şekilde sosyal, ticari, ekonomik ve dini faaliyetlerde bulundular.

Buna karşılık Müslümanlar Islahat Fermanı’na tepki gösterdiler. 1856 Islahat Fermanı’na tepki olarak Maraş halkı isyan etti. Bu isyanda on bin kişi hükümet binasına yürüdü. İsyan sırasında aşırı derecede ülkesinin çıkarını savunan ve Türklere hakaret eden İngiliz Konsolos Vekili Hoca Guermani ile eşi öldürüldü. Bu yüzden Maraş mutasarrıfı Münip Paşa görevden alındı ve olayın failleri yargılanmak üzere Adana’ya gönderildi.

İsyan sırasında İngiliz ve Ermenilerin yaptıklarına tahammül edemeyen Maraşlılar, iki nüfuzlu aile arasındaki çekişme yüzünden büyük sıkıntılar çektiler. Bu arada Kırım Savaşı’nın otorite boşluğundan istifade eden Tecirlü aşireti de Ahmet Paşa ve Kerim Bey öncülüğünde şehri bastı. Maraş’ın ileri gelen aileleri ile devlet görevlileri arasında anlaşmazlık ortaya çıktı. Devlet idaresinin zayıflığı nedeniyle ortaya çıkan bu isyanda bir kısım insanlar Zeytun Ermeni eşkıyasını Maraş’a çağırdılar. 500-600 kişilik Ermeni eşkıyası Maraş’ı basarak halkı yağmaladılar. Şehirde altı gün kalan Ermeniler büyük tahribat yaptılar. Bu olayı bastırmak üzere Maraş Mutasarraflığı’na Hurşid Paşa atandı. isyana karışan Bayazıdlı beyleri kaçtılar ve onlardan sadece Kerim Bey tutuklandı. Bir süre sonra da Bâb-ı Ali’ye yapılan baskılarla Hurşid Paşa görevden alındı. 1860’ta Maraş Mutasarraflığı’na Aziz Paşa atandı.Bu arada Zeytun Ermenileri  Fransa  Cumhurbaşkanı  III. Napolyon’a başvurarak Kilikya dağlarında 70.000 silahlı adamları olduğunu iddia etti ve böylece bağımsızlıklarının sağlanması için yardım istediler.

Amaçları sayılarını fazla göstererek bağımsızlık taleplerini ortaya koymak ve Dünya kamuoyunu Osmanlı, aleyhine yönlendirmekti. Maraş valiliğine Aziz Paşanın yerine 1862 yılında Aşir Paşa atandı. Aşir Paşa, Ermenilerin saldırıları ile bozulan asayişi yeniden sağlayarak yolları ve köprüleri tamir ettirdi. Ancak bu sırada Maraş’ta bir kıtlık ve arkasından da kolera salgını ortaya Çıktı. 10.000 kişinin ölümüne neden olan bu salgında Maraş Mutasarrıfı Aşir Paşa da vefat etti.

1853 yılında Kırım Savaşı sırasında devletin asker sıkıntısı çekmesi sebebi ile Adana, Maraş ve Kazan dağları arasında kalan bölgedeki aşiretlerden asker talep edilmişti. Ancak bu istek bölgedeki aşiretlerin devlete isyan etmeleri nedeniyle gerçekleşemedi. Savaştan sonra Osmanlı Hükümeti hem orduya yeni asker kaynakları temin etmek, hem de bölgeyi itaat altına alıp güvenliği sağlamak, böylece eşkıyalığa son vermek, vergileri düzenli bir şekilde almak ve birçok karışıklığa yol açan konargöçerleri yerleşik hayata geçirip ziraata teşvik etmek için 1865’te Fırka-i İslahiye birliğini kurdu.

Fırka-İslahiye’nin hareket alanı İskenderun’dan Maraş ve Elbistan’a, Kilis’ten Niğde ve Kayseriy’e, Adana Eyaleti’nden Sivas Eyaleti sınırına kadar olan bölgeyi kapsıyordu. Fırka-i İslahiye’nin başına Dördüncü Ordu Kumandanı Derviş Paşa, halkla ilgili idari işleri görmek üzere de Ahmet Cevdet Paşa tayin edildi. Ahmet Cevdet Paşa bölgenin valiliğine atanırken sınırları tam olarak belli olmayan Maraş Eyaleti yeniden kuruldu. On sekiz gün sonra Ahmet Cevdet Paşa görevinden alındı. Maraş Eyaleti de yeniden Halep vilayetinin bir sancağı haline getirildi. Fırka-i İslahiye’nin Maraş ve civarındaki ıslah hareketleri neticesinde konar-göçer Yörük ve Türkmen aşiretleri iskana tabi tutuldu. Antep, Hatay ve Adana yöresinde birçok köy ve kaza kurularak göçebe Yörük ve Türkmen aşiretleri buralara zorunlu olarak yerleştirildi. Bu arada da Maraş bölgesinde yaşayan konar-göçer Tacürlü aşireti Eloğlu (Türkoğlu) adı verilen bölgeye yerleştirildi.

Veysi Paşa 1869 yılında Maraş mutasarrıflığı’na atandı. Bundan sonra sırasıyla Tevfik Paşa, Naşit Paşa ve Kozan Mutasarrıfı Aslan Paşa, Maraş mutasarrıflığına atandı. Aslan Paşa zamanında Maraş’ta Maarif Teşkilatı kuruldu ve ilk Rüşdiye Mektebi açıldı.

Aslan Paşa’dan sonra Maraş mutasarrıflığı’na Hasan Paşa, sonra Abdullah Paşa ve ondan sonra Hacı Ali Paşa atadı. Bundan sonra Diyarbakırlı Sait Paşa, Dede Paşa, Salih Paşa, Nazım Paşa, Mustafa Nuri Paşa, Hüseyin Şükrü Paşa, Abdulvahap Paşa, Nuri Bey, Galip Paşa ve Arif Paşa Maraş Valiliğinde bulundular.

Osmanlı Devleti, müttefikleri Almanya, Avusturya-Macaristan imparatorluğu ve Bulgaristan’ın I.Dünya Savaşı’ndan çekilmeleri sonucunda, tek başına İtilaf Devletlerine karşı koyamayacağını anlayarak ateşkes istemek zorunda kaldı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, itilaf Devletleri ile 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın yedinci maddesi, İtilaf Devletlerine, güvenlikleri gereğince, gerekli gördükleri stratejik yerleri işgal etme hakkını tanımakta idi. Bu madde gereğince Adana, Maraş, Urfa, Antep ve Antakya yöresi İngilizler tarafından işgal edildi. Suriye üzerinden bu bölgeleri işgale başlayan İngiliz askerleri, buradaki Ermenileri de bölgeye gelmeye teşvik etti. Daha sonra İngilizlerle Fransızlar arasında yapılan anlaşma sonucunda; Suriye ile Adana, Maraş, Urfa, Antep ve Antakya yöreleri Fransız işgaline bırakıldı. Fransızlar Ermenileri kendi ordularında kullanmak, onların desteğini sağlamak ve bölgede hakimiyet kurmak için Ermenileri bölgeye yerleştirmeye başladılar. Türklerden intikam almak amacıyla Fransız ordusuna katılan Ermeniler Maraş bölgesine gelmeye başladılar. Bölgeye gelen Ermenilerin sayısı 150.000 kişiyi geçmekte idi. Maraş’ın Fransız işgali döneminde Ermeniler, Fransızlarla işbirliği yaparak Türk halkına akıl almaz mezalimde bulundular ve Milli Mücadele’nin ilk kıvılcımı olan savaş 11 Şubat 1920’de Fransızların şehri terk etmeleri ile sona ermiştir.

KURTULUŞ SAVAŞINDA MARAŞ

Birinci Dünya harbi’nin sonlarına doğru Müttefiklerin yenilmesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesini imzaladı. Bu antlaşmaya göre, Anadolu’nun Bir çok yeri gibi Maraş’da işgal altına girdi. Maraş, önce İngiliz kuvvetleri tarafından 23 Şubat 1919 da işgal edildi. 8,5 ay süren İngiliz işgali sırasında pek kayda değer bir olay cereyan etmedi. Bunun da en büyük sebebi  işgal kuvvetleri arasında çok sayıda Cezayirli, Tunuslu ve Hintli Müslüman askerlerin bulunmasıydı. Ancak şehirde bulunan Ermeniler bundan rahatsızlık duyuyorlardı.

FRANSIZLARIN MARAŞ’A GELİŞİ VE İŞGALİ

Osmanlı Devleti, daha I. Dünya Savaşı devam ederken 1916’da yapılan ve Sykes-Picot adı verilen gizli bir anlaşma ile İtilaf Devletleri arasında paylaşılmıştı. Bu antlaşmaya göre Musul Fransızlara bırakılmıştı.

İngilizler, çok eskiden beri devam ettirdikleri araştırmalar sonucunda ekonomik tespitler yaptırmışlardı. Bundan dolayı Musul’da zengin petrol yataklarının varlığını ve önemini çok iyi biliyorlardı. İngilizlerin amacı Irak petrolleri ile Basra Körfezi’ne hakim olmaktı. Çünkü Hindistan yolunun güvencesi ancak böyle sağlanacaktı.

15 Eylül 1919’da İngilizlerle Fransızlar arasında kararlaştırılan Suriye İtilafnamesine göre; Musul ve çevresini, bu bölgedeki petrol alanlarını İngiltere’ye devreden Fransa, buna karşılık onlardan boşalacak olan Maraş, Antep ve Urfa Sancaklarını işgal edecekti. Maraş halkı arasında 15 Ekim 1919 tarihinden itibaren İngilizlerin gideceği, yerlerine Fransızların geleceği söylentileri dolaşmaya başlandı. Her geçen gün bu haber daha da netleşti. İngilizlerden yakınlık göremeyen Ermeniler Fransızları dört gözle beklemeye başladılar. Çukurova bölgesinde halka karşı sert ve kırıcı bir tutum sergileyen Fransızların, Maraş’ı işgal edeceklerini duyduklarında halk endişeye kapıldı. Fransızların Maraş’a girmelerini önlemek için çareler düşündüler ve mitingler yaptılar. Ayrıca İngiliz ve Amerikan makamlarına çekilen telgraflarla olayı protesto ettiler. Fakat halkın bu gayret ve istekleri netice vermedi.

29 Ekim 1919 Çarşamba günü Fransız öncü kuvvetleri Yüzbaşı Julie komutasında Maraş’a geldi. 30 Ekim Perşembe günü de De Fontzine komutasında 1000 Fransız ve 500 Cezayir asıllı asker ile Fransız askeri elbisesi giymiş 400 Fransız eşkiyası Maraş’ı işgal etmeye başladılar. Maraş’ta bulunan Ermeniler Fransız işgal ordusunu coşkun gösterilerle karşıladılar. İşgalci Fransızlara çiçek buketleri sunularak “Yaşasın Fransızlar ve Ermeniler, Kahrolsun Türkler” diye bağıran Ermeniler taşkınlık ve çılgınlıklar gösterdiler. Türklerin milli ve dini değerlerine saldırdılar. İngilizlerin Türklere karşı Yunan ve Arapları kullandığı gibi Fransızlar da Ermenileri kullanıyorlardı. Suriye’deki Ermenilerden  temin edilen askerlere Fransız üniforması giydirildi. İşgal etmek için bu askerleri Maraş’a getirdiler. Fransızların Maraş ve çevresini işgali İstanbul’da mitingler yapılarak protesto edildi. Maraş halkının da yaptığı mitingle işgal protesto edildi. İngiliz ve Fransız komutanlıklarına telgraflar çekildi.

Güney cephesindeki gelişmeleri yakından izleyen Mustafa Kemal Paşa Maraş ve Antep’te halkı teşkilatlandırmak için yüzbaşı Kılıç Ali Bey’i ve Süvari Yüzbaşısı Yörük Selim Bey’i görevlendirdi. Yapılan görev taksimine göre Kılıç Ali Bey Pazarcık’ta karargahını kurarak halkı teşkilatlandıracaktı. Ayrıca Fransızların Antep’teki birliklerinin Maraş’taki birlikleri takviye etmelerine engel olacak ve İslahiye Türkoğlu üzerinden Maraş’a intikal edecek Fransızların yolunu kapayacaktı. Yüzbaşı Yörük Selim Bey ise Fransızların Maraş üzerinden İç Anadolu’ya doğru ilerlemelerine engel olmak için Göksun’da teşkilatlanacaktı. Ayrıca bunlar, gerektiğinde Maraş içindeki muharebelere katılacaklardı.

SÜTÇÜ İMAM OLAYI     

31 Ekim 1919 günü Ermeniler, Fransız askerleriyle birlikte şehri dolaşırlarken  önlerine gelen Türklere hakaretler ederek saldırılarda bulunuyorlardı. Bu esnada bir grup Fransız askeri  hükümet konağındaki nöbetçi askerlere sataşarak, devleti küçültücü ve tahrik edici sözler söylediler. Oradan geçmekte olan bir posta dağıtıcısını da dövdüler. Bütün bu haberler şehre yayıldı. Fransız askerleri, hürriyetine bağlı, şeref ve namusuna son derece düşkün, bu uğurda ölümü hiçe sayan Maraş halkını henüz tanımıyor, her yaptıklarının yanlarına kalacağını sanıyorlardı. Türkler için son derece çileli ve ağır geçen bu gün  sona ermek üzereydi . İkindi üzeri bir grup Fransız askeri ve Ermeni, kışlalarına dönüyorlardı. O sırada Uzunoluk Hamamı’ndan çıkıp  evlerine gitmekte olan kadınları gören işgalcilerden biri onlara yaklaşarak; “Burası artık Türklerin değildir. Fransız memleketinde böyle gezilmez” dedi. Bu sözlere önem vermeyen kadınlara güçlerini göstermek isteyen Fransız askerler sataşmaya başladılar. Kadınlardan biri olayın etkisiyle bayılınca diğer kadınlar da feryada başladılar. Hamamın yakınındaki Kel Hacı’nın kahvesinde bulunan Maraşlılar olay yerine gelerek Ermenileri uyardılar. Fakat Bunları dinleyen olmadı. Bunun üzerine Çakmakçı Said ve Gaffar Kabuloğlu Osman, hanımları işgalcilerin elinden almak isterken dipçik ve kurşunla ağır yaralandılar. Bu sırada yan tarafta küçük bir dükkanda süt satan ve olayları soğukkanlılıkla seyreden Sütçü Hacı İmam, Karadağ tabancasını alarak olay yerine geldi. Silahını, kadınlara sataşan ve Çakmakçı Said’i yaralayan Ermeni’nin üzerine doğrultarak ateşledi. Kurşun isabet eden Ermeni yere düştü diğerleri ise kaçtılar. Maraş’ta düşmana sıkılan bu ilk kurşun ile Türk milletinin işgalcilere ve Ermenilere, yaptıklarının yanlarına kalmayacağı gösterildi. Olay yerine  Fransız askerleri geldi. Bu esnada Sütçü İmam, Nalbant Bekir’den aldığı bir atla Bertiz’in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey’in yanına gitti.

Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı. Ancak olayın intikamını almak isteyen Ermeniler sağa sola ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin’i şehit ettiler. Bu arada; Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar.

Bu olayda aldığı yaradan ile daha sonra Çakmakçı Said Şehit oldu. Yaralanan Ermeni ise öldü. Ölen Ermeni için 1 Kasım 1919 tarihinde kalabalık bir cenaze töreni düzenlendi. Fransızlar da misilleme hareketlerine girişerek Sütçü İmam’ın dayısının oğlu Tiyeklioğlu Kadir’in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayıp burun ve kulaklarını kestikten sonra boğazlayarak şehit ettiler.

BAYRAK OLAYI

İşgalci güçlerin şehirde yaptığı taşkınlıklar tam bir terör havası estirir. Olaylar bir türlü durmak bilmez. 27 Kasım 1919 gecesi Ermenilerin ileri gelenlerinden Hırlakyan’ın evinde bir balo tertiplenir. Ziyafette yemekler yenilip içildikten sonra baloyu açmak ve Hırlakyan Ailesini şereflendirmek düşüncesiyle Guvernör Andre, Agop Hırlakyan’ın iki torunundan Osep’in kızı müstakbel Ermenistan Prensesi diye adlandırılan Helena’yı dansa davet eder. Genç kız; “Sizinle dans etmemekten üzgünüm, çünkü kendimi hala esaret ve zillet içinde yaşayan bir kadın olarak görüyorum. Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanan bir memlekette, Fransızların hakim oldukları ve bizim emniyet ve hürriyet içinde yaşadığımızı nasıl düşünebiliyorsunuz?” diyerek, Guvernör Andrenin teklifini red eder. Bunun üzerine askerlerine  emir veren Komutan, Kaledeki Türk Bayrağı’nın indirtir.

28 Kasım 1919 Cuma sabahı Maraşlının kara sabahıdır. Yatağından kalkan Maraş’lılar, asırlardan beri Kale burcunda dalgalanan şanlı bayraklarını göremezler. Bu olay şehri infiale sürükler. SavcıAvukat Mehmet Ali Kısakürek derhal kaleme sarılıp “Alem-i İslam’a Hitap” beyannamesini yazarak şehrin muhtelif yerlerine dağıttırır. Halkı Bayrağın indirilmesine tepki göstermeye davet eder.

“Ey Milleti Necibe-i Osmaniye! Vaktine hazır ol. Bin üç yüz küsur seneden beri Hz. Allah’ı ve Peygamber-i Zişan’ını hizmetinle razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadının kanı pahasına fethettiği bir kal’anın burcu balasındaki Al Sancağın, bugün Fransızlar tarafından indirilip yerine kendi bandıraları konuldu. Şimdi, acaba bunu yerine koyacak sende birkaç yüz İslam gayreti hiç mi yok. İgtişaş arzu etmeyelim. Yalnız pür vekar-ü azamet olarak, ol Al Sancağımızı geri yerine koyalım. Tekrar Kemal-i muhabbetle yerlerimize avdet edelim. Korkma, korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilen Allah’a kendi mevcudiyetini gösterecek olursan, değil birkaç Fransız kuvveti, hatta bütün Fransız milleti kıramaz. Buna emin ol ve yürü…    28 teşrin-i sani Yevm-il cum’a 1335”

Bir Milletin İstiklaline son verilmesi anlamına gelen Bayrağının indirilmesi karşısında Maraşlılar sessiz kalmazlar ve halk Cuma namazı vakti Ulu Cami’de toplanır. Ezan okunduktan sonra, camide toplanan halk “Bayraksız namaz kılınmaz” diye bağırır. O esnada cami imamı “Aziz cemaat, kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir millet hürriyetini kaybetmiş sayılır. Hürriyet olmayan bir yerde Cuma namazı kılmak caiz değildir” diyerek dağıtılan beyannamenin doğru olduğunu tasdik eder. Bunun üzerine Maraşlılar topluca Kaleye hücum ederek, indirilen bayrağı yeniden Kale burçlarına diker ve Cuma namazı orada eda edilir.

BÜYÜK SAVAŞ BAŞLIYOR

Bayrak olayının ardından şehir adım adım savaşa sürüklenir. Aslanbey Başkanlığında kurulan Müdafa-i Hukuk Cemiyeti, her mahallede kurularak faaliyete geçer. Bir taraftan da Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile temasa geçerek direniş hazırlığına başlanır. 21 Ocak 1920 günü şehir harbi başlar. 22 gün ve gece süren bir mücadeleden sonra Maraşlılar 7’den 70’e silaha sarılarak tek yürek tek bilek halinde bütün mevcudiyetini ortaya koyar. Sonunda kendisini yok etmek isteyen düşmanı yerli işbirlikçileri ile birlikte mağlup eder, büyük bir zafere imzasını atar. Bu uğurda birçok evladını şehit verir. Maraş’ın düşman işgalinden kurtulması, Türk Kurtuluş Savaşının da ilk hareketini teşkil eder. Maraşlılar daha o tarihte “Kendini Kurtaran Şehir” unvanı ile anılmaya başlanmakla birlikte, çevre illerin de yardımına koşarak Milli dayanışmanın en güzel örneklerini verir.

KURTULUŞUN KRONOLOJİSİ

21 Ocak 1920 Çarşamba günü General Keret’in çağrısı üzerine yapılan toplantıdan taraflar yay gibi gerildi. Fransızlar tarafından atılan kurşunla bir Türk jandarmasının yaralanması ve hükümete doğru ilerlemekte olan bir Fransız birliğine, Türkler tarafından ateş açılmasıyla savaş başladı. Daha evvel kararlaştırılan parola gereğince her mahallede birer el silah atıldı.

Mustafa Kemal Paşa tarafından desteklenen Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Arslan Bey, savaşın başladığını ilan eden bir beyanname yayınladı. Bu beyannamede şöyle deniliyordu: “Arkadaşlar harp başlamıştır. Allah’ın inayeti, Peygamber’in ruhaniyeti, din kardeşlerimizin fedakarlığı ile her şey göze alınmıştır. Vatanımız tek kişi kalana kadar düşmana teslim olunmayacaktır. Gayret bizden yardım Allah’tan”. 21 Ocak 1920 Çarşamba savaşın ilk günü, silahlar patlar patlamaz, Fransızlar şehrin her tarafını makineli tüfek ateşiyle taradılar. Toplar, Ahır Dağı’nı ve çevrede bulunan yolları dövmeye başladı.

23 Ocak 1920 Cuma günü Antep’ten Maraş’a gelmekte olan bir Fransız kolu Şeyh Adil mevkiinde Türk çeteleri tarafından pusuya düşürüldü. Komutanları ve bir çoğu çatışma sırasında öldürüldü. Bu olay üzerine Türklerin toplu olarak bulunduğu mahalleler, Fransızlar tarafından şiddetli topçu ateşi altına alındı. Şehir bir yangın yerine döndü, her taraftan dumanlar yükselmeye başladı. Şehrin zenginleri ellerindeki bütün erzakı teşkilat emrine verdiler. Mahalleler arasında yiyecek, içecek, silah ve malzeme yardımını kolaylaştırmak için yollara hendekler kazıldı. Evlerin avlu duvarları yıkılmak suretiyle geçitler açıldı. Kadınlar ve çocuklar çetelere yiyecek yetiştiriyorlardı.

Harbin başladığını haber alan Kılıç Ali Bey, Antep’ten gelmesi muhtemel olan Fransız birliklerine karşı, Aksu Köprüsünü tutmak üzere bir miktar kuvvet bıraktıktan sonra Maraş’a geldi. Karargahını Arapkirli Çiftliği’nde kurdu. Daha sonra halkın maneviyatını yükseltmek için şu beyannameyi yayınladı. “Memleketi kurtarmak, düşmanla göğüs göğüse çarpışmak için şehre girdim. Düşmanı şehirden çıkaracağız. Allah’ın inayeti bizimle beraberdir.”

24 Ocak’ta Kayabaşı Cephesi’nin düşme ihtimalinin belirmesi üzerine, Abarabaşı Kilisesi’nin baskı altına alınması ve Fransız karargahı ile bağlantısının kesilmesi için Karakızoğlu Muhittin Bey, bir teneke gaz dökerek kendi evini yaktı. Aynı şekilde Abdullah Çavuş da kışla bölgesindeki evini yakarak bölgedeki Ermeni evlerinin yanmasını sağladı.

25 Ocak’ta Mustafa Kemal Paşa’nın emri üzerine Sivas’ta hazırlanan 200 kişilik süvari bölüğüyle iki Şınaydır topunu Maraş’a getiren Yüzbaşı Kamil (Polat) karargahını Cancık’ta kurdu. Kışlayı ateş altına aldı. Evliya Efendi’nin emrindeki çeteler ile diğer çeteler bundan sonraki günlerde şehirdeki Ermeni kilise ve evlerini yakarak bunları ortadan kaldırmaya çalıştılar.

İslahiye ve Antep’ten Maraş’a gönderilen Fransız takviye kuvvetleri durdurularak şehre girmeleri engellendi. Bir kısmı da tamamen yok edildi.

29 Ocak Perşembe günü çocuklar, kadınlar ve         savaşamayacak durumda olanlar şehir dışına ve civar köylere gönderildi.  Soğuk ve karlı bir ortamda güçlükle gerçekleştirilen bu harekattaki amaç, çetelerin çoluk çocuğunu düşünmeden daha rahat bir şekilde savaşabilmelerini sağlamak ve insan kaybını en aza indirmekti.

30 Ocak Cuma günü hakim bir noktada bulunan ve etrafını ateş altında tutan Tekke Kilisesi’ni Evliya Efendi’nin çeteleri kuşattı. Bir bakır sürahiye (güğüm) çivi, nal parçaları ve barut koyup bir fitil taktıktan sonra ağzını kapattılar. Kilisenin içerisine atılan bu yerli bomba, yangına da sebep oldu. Kaçan Ermenilerin hemen hepsi öldürüldü. Bu çatışmalar sırasında kahramanlık destanı yazan Göllü’lü Yusuf Çavuş şehit oldu.

1 Şubat 1920 tarihinden itibaren savaş şiddetini daha da arttırmaya başladı. O gün Fransızlar çarşıyı ateşe verdiler. Mevlevîhaneyi, Üdürgücü Camii’ni ve Belediye Dairesi’ni yaktılar. Şehir yangın alanına döndü.

2 Şubat 1920 günü Yörük Selim, Göksun ve çevresinden topladığı seksen süvari ve 120 piyade ile Maraş’a gelerek, Sulutarla mevkiinde düşmanla savaşa başladı. Kuzey taraftan başlatılan bu saldırı, arazinin açık ve örtüsüz olması nedeniyle başarısız oldu.

3 Şubat 1920; Kuyucak mıntıkasında düşmanla göğüs göğüse savaşan, gözü pekliği ile tanınan Mıllış Nuri, Kümbet Kilisesi’ne yapılan baskın sırasında karnından yaralanarak şehit oldu.

4 Şubat 1920 Çarşamba günü Evliya Efendi bütün kuvvetleriyle Taşhan’a yüklenmişti. Burada sıkıştırılan düşman kuvvetleri beyaz bayrak açıp teslim olacaklarını belirterek Evliya Efendi’yi kapıya istediler. Evliya Efendi kapıya yaklaşır yaklaşmaz bu askerler arasında bulunan Ermeniler, derhal ateşe başlayarak Evliya Efendi’yi şehit ettiler. İşgalin başından beri cansiperane çalışan, Ermeni ve Fransızları korkutan Evliya Efendi’nin şehâdeti, millî kuvvetlerin maneviyatını bozdu ve Evliya Efendi’nin çeteleri dağıldı.

5 Şubat 1920 Perşembe günü de şehirde savaş bütün hızıyla devam ederken, Ermenilerin çoğunlukta olduğu köylerden gelen haberlere göre Türk ahaliye yapılan zulüm son noktaya geldi. Alınan bilgilere göre çocuklar ve bebekler duvarlara çarpılarak, elleri ve ayakları koparılarak, gözleri oyularak öldürüldü, kızartılarak analarına zorla yedirildi.

6 Şubat 1920 Cuma günü İslahiye tarafından gelen bir Fransız uçağı şehrin üzerinde uçarak kışla ile haberleşmeye çalıştı.

7 Şubat 1920 Cumartesi, büyük bir düşman takviye kuvvetinin gelmekte olduğu haberi üzerine tedbir almak, takviye kuvvetlerini şehre sokmamak ve şehirde mahsur bulunan düşmanla birleşmesine engel olmak için çalışmalar başlatıldı. Ayrıca şehrin tamamen boşaltılarak yakılması ve düşmanın bu yangınla yok edilmesi fikri ağırlık kazanmaya başladı. Bu arada Miralay (Albay) Norman komutasındaki takviye kuvvetlerinin Aksu Köprüsü civarında Atizi’nde karargah kurduğu haberi şehre yayıldı. Bu kuvvetler iki süvari bölüğü, iki piyade taburu ve biri uzun menzilli olmak üzere dört top bataryasından ibaretti. Ağırlığını ise 400 araba taşıyordu.Günlerden beri geceli gündüzlü devam eden top, tüfek ve bomba sesleri cephaneliklerin havaya uçurulması sırasında meydana gelen sesler, barut ve kan kokuları yangın dumanı ve alevleri, adım başı görülen kafa, kol, bacak ve parçalanmış insan cesetleri yaralanan ve şehit olanların dayanılmaz halleri, bilhassa kadın ve çocukların sinirlerini bozdu. Bununla beraber şehit olan kocasının yerine silaha sarılan kadınlar, cephane taşıyan ve posta görevi yapan çocuklar da vardı.

8 Şubat 1920 Pazar günü Albay Norman’ın askerleri şiddetli bir topçu ateşinin desteğinde Mercimektepeyi işgal ettiler. Düşman Mercimektepe, Sıtma Pınarı ve Aksu’ya yerleştirdiği toplarla şehri döverken bir taraftan da var gücüyle batıda bulunan kuvvetlerimiz üzerine yüklendi. Amacı kışlada mahsur kalan General Keret’le bağlantı kurabilmekti. Batıdaki kuvvetlerimiz geri çekilmek zorunda kaldı. Maraş, kışladaki topların da şehri dövmeye başlamasıyla iki ateş arasında kaldı. Bu yardım kuvvetinin gelişi, kısa sürede halk arasında umutsuzluğa neden oldu ise de pek uzun sürmedi. Düşmanın ateş hakimiyeti altında olmayan yerler tamamen boşaltıldı. Fransızlar şehri terk eden yaşlı kadın ve çocukların  üzerine de top ateşi açtı.

Albay Norman, Maraş’taki Fransız Generali Keret’e Adana Genel Valisi General Dufieux’un geri çekilme emrini iletti. General Keret geri çekilmek istemiyordu. Fakat Fransızlar için tek kurtuluş yolu Maraş’ı terk etmekti. Bu yüzden bu karara uymak zorunda kaldı.

9 Şubat 1920 Pazartesi, durum her iki taraf için tehlike arz etmeye başladı. Fransızlar şehrin her tarafını yoğun top ateşine tuttular. Cephanenin tükenmesi nedeniyle Türkler çok sıkıntılı anlar yaşadılar.Bir kısım halk arasında teslim olunacağı korkuları yaşandı. Fransızlar ve özellikle Ermenilerin yapabileceği bir katliamdan korkuluyordu. Fransız cephesinde durum Türklerinkinden daha kötü idi. Fransız askerleri yarım öğün besleniyorlardı. Hayvanlarına ancak günde bir kilo un verebiliyorlardı. Haberleşme hatları kesilmişti. Fransızlar ancak uçaktan verilen işaretler veya atılan bildirilerle haberleşebiliyorlardı. Kısaca ifade etmek gerekirse şehirde mahsur kalmışlardı. Şehrin güneyinde bulunan Ermenileri korumak için Binbaşı Corneloup komutasında on piyade ve üç makineli tüfek bölüğü görevlendirildi. Her şeye rağmen o gün Türklerin baskısı daha da arttı. Kışın şiddeti, açlık ve yokluklar Türklerin azminden hiçbir şey kaybettirmedi, hatta topyekün hücuma kalktılar.

10 Şubat 1920 Salı günü de Fransız bombardımanı devam etti. Buna karşılık çetelerimiz de tesirli ve isabetli atışlarına devam etti. Fransızların hareket serbestisine meydan verilmedi.

9-10 Şubat günlerinde belirli bir sahayı ateş altında tutan Fransız bombardımanından, kendileri çekilmek için yol açma çabasında oldukları anlaşılıyordu. Şehir bu günlerde yanmış, yıkılmış ve harabeye dönmüştü. General Keret geri çekilme planı hazırladı. Aralarında vardıkları karara göre, General’in vereceği ışıklı mermi işareti üzerine geri çekilme başlayacaktı.

10-11 Şubat 1920 gecesi saat 21.00’de geri çekilme başladı. Fransızlar geri çekilişlerini maskelemek için şehri son defa top ateşine tuttular. Maraş’tan çekilirken atlarının ayaklarını keçelerle sardılar. Fazla yüklerini attılar. Yanlarına aldıkları Ermenilerle birlikte kışladan ayrılan Fransız kuvvetleri, sessizce şehri kuzeybatısındaki araziyi aşarak Mercimek Tepe’ye ulaştılar. Daha sonra da ovaya inerek Sıtma Pınarı mevkiinde kendilerini bekleyen diğer Fransız kuvvetleriyle birleştiler.

11 Şubat 1920 Çarşamba günü Fransız’ların Maraş’tan çekilmekte ve kaçmakta olduğu haberi şehrin her tarafına yayıldı. Fransızlar şiddetli soğuk ve kar altında ilerlerken çok perişan oldular. Maraş-Fevzi Paşa yolunda ağırlıklarının büyük bir kısmı kar altında kaldı ve askerlerinin çoğunu kaybettiler. Ayrıca kaçan düşmanı takip eden birliklerimiz ağır kayıplar verdirerek onları İslahiye’ye kadar takip ettiler. Fransızların çekilmesine rağmen Maraş’ta bulunan Ermeniler ateşe devam ettilerse de, kısa zamanda susturuldular. Silahlarını teslim ederek kurtuluşu milli Türk Hükümetinin adaletine sığınmakta buldular.

Kadın-erkek, çoluk-çocuk her yaştan Maraşlının tüm yokluklara rağmen 22 gün 22 gece büyük özveri ile sürdürdüğü bu savaş, Türk’ün vatanı, bayrağı, din ve namusu uğruna ölümü hiçe saymasının ve yenilmezliğinin ifadesi olan bir kahramanlık örneğiydi.  Kurtuluş savaşımızın ilk zaferi olarak tarihe geçen bu mücadele daha sonra ülkenin diğer şehir ve yörelerine de örnek olması bakımından son derece önemlidir. Maraşlı mücahitler memleketlerini kurtardıktan sonra çevre illerin de yardımına koşarak milli bütünleşmenin en güzel örneğini gösterdiler. 12 Şubat 1920 günü şehrin düşmandan temizlenmiş olması ve zafere ulaşılması nedeniyle bayram yapıldı. O günden beri her yıl Maraşlı 12 Şubat gününü büyük bir heyecan içinde, o günleri yad ederek kutlamaya devam etmektedir

İSTİKLAL MADALYASI VE KAHRAMANLIK ÜNVANI VERİLMESİ

Maraş’ın Kurtuluş Savaşında şehir halkı ile birlikte topyekun direniş göstermesi ve çevre Vilayetlerinin de yardımına koşması büyük takdir toplar. Kurtuluş Savaşı sonrasında Ankara’dan Maraş!a bir yazı gönderilerek, Milli Mücadeleye katılanların listesi istenir. Şehrin ileri gelen yöneticileri toplanır, bir durum tespiti yapar. Sonunda Ankara’ya “ Maraş’ta Milli Mücadeleye katılmayan tek fert bile yoktur” cevabı verilir. Bunun üzerine 5 Nisan 1925 yılında toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi; İstiklal Madalya’sının Maraş’ta fertlere değil, şehre verilmesini kararlaştırır. Ve Maraş bir adet Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirilir. Maraş şehri yine Milli Mücadeledeki fedakarlığından ötürü TBMM tarafından, 7 Şubat 1973 tarihinde de “ Kahramanlık” payesiyle ödüllendirilir. Kahramanmaraşlı 1925 yılından beri her yıl Kurtuluş günü olan 12 şubat Bayramında Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyasını Şanlı Bayrağına törenle takarak, geçmişini yad eder.

KAHRAMANMARAŞ’IN COĞRAFİ KÜLTÜREL VE TURİZM ÖZELLİKLERİ

COĞRAFİ ÖZELLİKLER-COĞRAFİ KONUM

Kahramanmaraş ili 37-38  kuzey paralelleri ile 36-37  Doğu meridyenleri arasında yer alır. Merkez ilçe deniz seviyesinden 568 m yüksekte olup, ilin kuzey kesimleri oldukça dağlıktır. İlin toprakları, yükseltileri 300 m’ye varan Torosların uzantıları olan dağlar arasında kalan bir yerdedir. Yeryüzü şekilleri genellikle Güneydoğu Toroslarının uzantıları olan dağlarla bunlar arasında kalan çöküntü alanlarından oluşmaktadır.

Kahramanmaraş, 14.327 km².lik yüzölçümü ile Türkiye’nin 13. büyük şehri durumundadır. Kuzeyden sivas, kuzeybatından Kayseri, güneybatıdan Adana ve Osmaniye, güneydoğudan Gaziantep, doğudan Adıyaman, kuzeydoğudan Malatya ile çevrili bir Akdeniz şehridir. Arazi yüksekliği 350 metreden 3.000 metreye kadar çıkan dağların çevrelediği geniş ovalar vardır. Bunlar, Gavur, Maraş, Göksun, Aşağı Göksun, Afşin, Elbistan, Andırın, Mizmilli, Narlı ve İnekli ovalarıdır. İlin belli başlı dağları ise Nurhak, Binboğa, Engizek, Uludaz ve Ahırdağı’dır. Ceyhan ve Aksu nehirleri ile Göksun Söğütlü, Hurman, Körsulu ve Erkenez Çayları ilin akarsularıdır. Toprakların %59’unu dağlar, %24’ünü platolar ve %16’sını da ovalar teşkil eder.

İKLİM

Kahramanmaraş, iklim yönünden Akdeniz iklimi kuşağında yer alır. Ancak; denize uzaklık ve yükselti nedeniyle iklim, yer yer değişiklikler gösterir. 1000 metreyi aşan yükseltilerde kışları soğuk ve kar yağışlarının görüldüğü, yazları ise serin havaların hakim olduğu bir Akdeniz iklimi hüküm sürmektedir.

Kahramanmaraş iklimi kendine özgü bir yapıdadır. bu yüzden hava durumu tahminlerinde isabet oranı çok düşüktür. Aslına bakılırsa Kahramanmaraş’ta bir kaç iklim şeklini bir arada yaşamak mümkündür. bütün bu çeşitliliğe rağmen ilin çok tatlı bir iklimi vardır.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Kahramanmaraş İlinde toprakların yaklaşık 300.000 hektarlık kısmında tarım ürünleri ekimi yapılmaktadır. Bir kısım fundalık ve maki dışındaki alanlardan başka 473.615 hektarlık ormanlık saha vardır. Bu da, il alanının %33.7’sini oluşturmaktadır.

Kahramanmaraşbölgesinde tanımlanan, Maraş adını simgeleyen, Aethioneme marashicum, Heracleum marahicum, Onobryhis marashensis türleri, Dünyada sadece Kahramanmaraş yöresinde yetiştiği için bu isimlerle tanımlanıp, Maraş’ın adını almıştır.

HİDROGRAFYA

Hidrografik açıdan en önemli akarsu Ceyhan nehridir. İlk kaynak yerleri Elbistan ovasını çevreleyen dağlardır. Uzunluğu 509 km. dir. Orta Toroslarda Nurhak dağından Söğütlü deresi adı ile çıkar. Hurman ve Göksun çaylarının birleşmesinden sonra Ceyhan adını alır. Engizek ve Ahır dağlarındaki boğazlardan geçerek Çukurova’ya girer. Misis tepelerini çevirdikten sonra İskenderun körfezine dökülür. Yol boyunca bir çok dereleri toplar. Bunlardan Göksun çayı 115 km. lik uzantıya sahiptir. Binboğa dağlarından inen Kömürsuyu ile başlar. Ceyhan nehrinın bir diğer kolu ise Aksu çayıdır (150 km). Bu çay havzanın güneyinde Engizek dağlarında yer alan Kaya dibi mevkiinde, Çağlayancerit ilçesi Küçükcerit mevkiinin doğusunda, kuvvetli bir kaynaktan çıkar. Erince dağının güneybatisından bir yarma boğaz vadi’den geçerek ve Sarayköyü yakınında Gölbaşı deprasyonuna açılır. Gölbaşı deprasyonunun taban sularınını da alan Aksu çayı İnekli gölünden itibaren güneybatıya yönelerek Pazarcıkta yer alan Kartalkaya Barajına dökülür. Aksu çayı daha ileride yan derelerden gelen suları da toplayarak Kahramanmaraş’ın güneybatısında Sır Barajına dökülür. Kahramanmaraş ilinde Ceyhan nehri ve Aksu çayı dışında kalan sular genellikle Ceyhanın kolları olan küçük akarsulardır. İl’deki diğer akarsular arasında merkez ilçe’deki Deliçay, Erkenez çayı, Körsulu çayı, Peynir dere, Kerhan, Geben, Nurhak, Söğütlü, Hurman, Üngüt, Mismilli, Göksu ve Türkoğlunda yer alan Gökpınar gibi akarsular sayılabilir.

TURİZMDEKİ YERİ

Kahramanmaraş tarihin derinliklerinden gelen kültürü, tarihi, tarihi yapıları, doğal güzellikleri, iklimi, bitki örtüsü ve çeşitleri, doğal kaynakları ile ayrı bir yere sahiptir. Akdeniz iklimi kuşağında yer almakla beraber diğer iklim kuşaklarına komşu olması ayrı bir özellik arzetmektedir. Şehir merkezinde bile değişik iklim özelliklerinin yaşandığını gözlemek mümkündür. Dört mevsimin tatlı bir geçişle yaşandığı Kahramanmaraş her geçen gün biraz daha keşfedilmektedir. Güney illerine göre kışları daha ılık yazları daha serindir. Sırtını dayadığı Ahırdağı bir ova kadar münbit, bir yayla kadar ferahtır. Bir tabiat harikası sayılabilecek Milcan Tepesi, Başkonuş, Alikayası, Yavşan, Tekir Yaylaları, Kısıkkanyonu, Savruk Mağrası ve Şelalesi ile Türkiye’de görülmeye değer ender yerlerden biridir. Bu yaylalardaki bitki örtüsü farklılıkları tabiatın  harika çehresinin ayrı bir yansımasıdır. Kahramanmaraş merkez yaylaları ile Andırın ilçesi yaylaları Adana, Osmaniye, Hatay ve İçel için önemli ikinci yazlık mekan durumundadır. Merkezde Kumaşır Gölü, Kapıçam, Pınarbaşı dinlenme yerleri ve Kazma, Tömek, Göllü, Sarıkaya, Gafarlı, Akyar, Kozlıdere ile Döngel, Tekir, Fırnız, Güvercinlik gibi tabiat güzelliklerinden bir çoğunun bir arada bulunduğu yerler görülmeye değer yerlerdir.

Süleymanlı Kaplıcaları, Ekinözü Cela İçmeleri, Elbistan ilçesinde, Pınarbaşı, komşu iller halkının da yazları tercih ettiği yerlerdir.

Tarihi değeri ve şehre hakim bakışı ile herkesin ilgisini çeken Kahramanmaraş Kalesi, birer Selçuklu eseri olan Ulu Cami, Taş Medrese, tarihe şahitlik eden her biri birer Selçuklu eseri, Cığcığ, Hatuniye, Şeyh, Çukuroba, Nakıp, Sarayaltı, Şekerli camileri minareleri, İklime Hatun Mescidi, Pazarcık ilçesi yöresinde Evri ve Tilkiler Harabeleri, Andırın İlçesi yöresinde Gökahmetli ve Çokak Harabeleriyle yol boyunca dizilmiş Bizans ve Osmanlı Kaleleri, Süleymanlı da bulunan Bizans yapıları. Elbistan ilçesi Ulu Cami, Afşindeki Ashab-ı Kehf Külliyesinin ilginç yapısı ve tarihi misyonu turizm açısından görülmeye değer yapı ve yerlerden bir kısımları olduğunu burada belirtmek gerek.

ULAŞIM

Kahramanmaraş’a hem karayolu, hem de hayavolu ve demmimryolu ile ulaşım sağlanmaktadır. Kentin Akdeniz, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgeleri ile güçlü bir kara yolu bağlantısı mevcuttur. Kayseri ve Adana yolu üzerinden Ankara, İstanbul, İzmir gibi metropollere ulaşmak her zaman mümkündür. Türk Hava Yolları’nın kent merkezine sadece 5 dk’lık mesafede bulunan Kahramanmaraş Havaalanından, Ankara ve İstanbul’a her gün seferler vardır. Şehrin diğer ulaşım alternatifi olan Türkoğlu’nda bulunan demiryolu luşamından ağırlıklı olarak Doğu illeri ile Adana, Mersin ve Ankara faydalanmaktadır.

 

 

 

KAHRAMANMARAŞ’IN EKONOMİK YAPISI

GENEL EKONOMİK YAPI

Eski Dünyanın üç büyük kıtasına bağlı olan Anadolu, tarihte birçok uygarlıkların merkezi olmuş ve yine birçok uygarlıkların dünyaya yayılması bakımından bir köprü vazifesi görmüştür. Maraş ise bu köprünün en önemli güney kapısı olmuştur. Birkaç kere doğal afetler sonucu tahrip olmasına karşın yeniden kurulmuş ve tarihin her devrinde terk edilemeyen, vazgeçilemeyen bir uygarlık ve sanat şehri olarak yaşamıştır.

Tarihte ekonomik olarak önemli bir konumu bulunan Kahramanmaraş 1980’li yılların başından itibaren sanayileşme atağı gerçekleştirmiştir. Sanayileşme, şehrin görüntüsünü ve yapısını büyük ölçüde değiştirmiştir..

            GENEL PERSPEKTİF

Kahramanmaraş’ın ekonomik yapısı, Cumhuriyet’ten 1980’li yıllara kadar genellikle tarım, hayvancılık ve küçük el sanatlarına dayalı olarak gelişmiştir. Bu süreçte şehrin ekonomisi gerek içe dönük üretim ve ticaret stratejisi, gerekse şehrin devletin ekonomi ve altyapı konularındaki hizmetlerinden yeteri kadar pay alamamasından dolayı önemli ölçüde büyüme gösterememiştir.

Türkiye’de piyasa ekonomisi kural ve ilkelerinin benimsenmeye başlanmasıyla, 1980’li yılların başından itibaren Kahramanmaraş, bu çerçevede izlenen ekonomik politikalara hızlı uyum göstermiştir. Ekonomik olarak yeni bir döneme, sanayileşme ve çağdaş ticaret sürecine girilmiştir. Böylece yıllarca gerçekleştirilemeyen ekonomik büyüme için gerek sermaye gerekse girişimcilik konusunda altyapı oluşturulmaya başlanmıştır. Devletin, üretime ve ihracata yönelik geliştirdiği teşviksel politikalara hızlı cevap veren ve bu çerçevede teşviklerini doğru kullanarak bu fırsatı iyi değerlendiren Kahramanmaraşlı girişimciler şehrin bugün sahip olduğu dinamik ekonomik yapısını kurmuşlardır. Kahramanmaraş’ın genel ekonomik performansına bakıldığında yükselen bir trendi yakaladığını görmek  mümkündür.

KALKINMA VE SANAYİLEŞME SÜRECİ

Türkiye’de 1960 sonrası sekiz kalkınma planı hazırlanmıştır. İlgili dönemde ekonomik ve toplumsal yapının yeni yasal düzenlemelerle kararlı bir gelişme sürecine gireceği, sorunların bu yöntemle çözümleneceği düşüncesi yaygınlaşmıştır. Siyasal ve ekonomik bunalım yıllarından sonra, hak ve özgürlükleri genişletmede kararlı bir ekonomik gelişme, demokratik bir anayasal düzenleme ile ekonominin planlanmasını gerektirmiştir

Kahramanmaraş’ta özel ve kamu kesimi tarafından kalkınma planları çerçevesinde gerçekleştirilen kalkınma çabaları konusunda bilgiler verilmiştir. Özellikle, 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen özel kesim yatırımları kentin ekonomisi  önemli bir pay almaktadır. Bu bakımdan öncelik sırası özel sektördedir.

ÖZEL SEKTÖR YATIRIMLARI

Kahramanmaraş’ta gerçek anlamda özel sektör yatırımları 1984 yılında başlamıştır. Sanayileşme, genel itibariyle Tekstil sektörü alanında gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, geçmişten gelen küçük el sanatlarından bakırcılık ve alüminyumculuğun uzantısı olarak çelik mutfak eşyaları sektörü de aynı sanayileşme eğiliminden payını oldukça önemli ölçüde almıştır. Sektör büyüklüğü açısından, Tekstil sanayiinden sonra ikinci sırada Çelik Eşya Sanayii yer almaktadır. Kentin en eski sektörlerinden birisi olan Toz ve Pul Bibercilik de sanayileşmeye paralel olarak gelişme eğilimindedir. Kahramanmaraş’ın, ülkemizde ün kazanmasına yol açan dondurma sektörü, en hızlı gelişen sektörler arasındadır. Kahramanmaraş dondurması sanayileşmeden büyük ölçüde etkilenmiş, hatta ülkemiz sınırlarını aşmış ve öncelikle yakın ülkeler, daha sonra da tüm dünya ülkelerine yayılma sürecine girmiştir.

Sanayileşme sürecinde oldukça yüksek bir trend yakalanmıştır. Bu dönemde birçok yatırım hayata geçirilmiştir. Tekstil sektörü lider konumunda olmak üzere Konfeksiyon, Çelik Mutfak Eşyası, Pamuk İşleme (çırçır), İnşaat, Bankacılık, Gıda, Yem, Ambalaj, Kağıt ve Makine İmalatı ve Isıtma ve Soğutma Sistemleri sektörleri iktisadi profilin ana hatlarını oluşturmuştur. Nakliye, Kuyumculuk, Bakır ve Alüminyum Doğramacılık, Plastik Doğramacılık, Kereste ve Yapı Malzemeleri Sanayii gibi diğer sektörler de kent ekonomisinin diğer dinamiklerini oluşturmaktadır. Kahramanmaraş ekonomisinin en gelişmiş sektörü olan Tekstilde, özellikle teknoloji ve kalitede ulaşılan nokta Türkiye standartlarının üstüne çıkmıştır. Dünya tekstil pazarlarında teknolojik olarak ve kalite bakımından rahatça rekabet edebilecek yetenek kazanmıştır. Böylece uluslararası bir hammadde merkezi haline gelmiştir. Kentin olduğu kadar ülkenin de iktisadi büyümesinde tartışılmaz bir statüye sahip olan Tekstil Sanayii yüksek döviz girdisi sağlamaktadır