Lûtfiyye’nin muhatabı Lûtfullah Çelebi’nin kısa hayatı
Hayrî-nâme’nin yazıldığı Hicrî 1113 (M. 1701) senesinde muhatabı olan Ebü’l-hayr Mehmed’in yedi yaşında, Lûtfiyye’nin yazıldığı 1205 (1790-91) yılında ise Vehbî’nin oğlu Lûtfullâh’ın (1183-84-1210/1769-70-1795-96) çocuk değil, 21-22 yaşlarında, yani söylenen sözü anlayabilecek seviyede bir genç olduğunu burada ifade etmek yerinde olur. Vehbî’nin çağdaşı ve arkadaşı Adanalı Sürûrî’nin divanındaki tarih manzumeleri arasında Sünbülzâde’nin oğlu Lûtfullâh’ın sakal bırakması[1], cariye alması[2] ve vefatı[3] hakkında kıt’alar da vardır. Bu kıt’alardan Lûtfullâh’ın yaşı, dolayısıyla doğum yılı[4], ahlâkı, şiirlerinde kullandığı mahlas, sakal bıraktığı sene, İlbasan’daki memuriyeti, cariye alış zamanı, ölüm sebebi, annesinin kendisinden önce öldüğü, vefatının babası ve dostları üzerindeki tesiri konularında bilgi edinmekteyiz. Bu bilgileri Vehbî’nin Tuhfe’si, Dîvânı ve Lûtfiyye’sinden aldığımız malûmatla birleştirerek şöyle bir hayat hikâyesi inşa edebiliriz:
Sünbülzâde Vehbî’nin oğlu Lûtfullah, H. 1183 (M. 1769) veya 1184 (1770) yılında dünyaya geldi. 1718-1719 yılında doğduğu bir şiirinden anlaşılan Vehbî’nin kendisi o sene elli yaşındaydı. Yaşlılık çağında bir oğul sahibi olmak, onu hayli sevindirmiş ve mutlu etmiştir. İran elçiliğinden dönen Vehbî, uygunsuz hâlleri yüzünden yedi sene işsiz kalmış; fakirlik ve ümitsizlik içinde bunalmış; nihayet sadrazam Halil Hamîd Paşa’nın alâkası sayesinde 1197 /1783’de kadılık mesleğine geri dönebilmişti. Bu iyiliğine bir teşekkür niyetiyle aynı yılda Tuhfe-i Vehbî’yi paşanın iki oğlu adına yazan şair, anılan Farsça-Türkçe manzum sözlüğü kendi oğlu Lûtfullâh’ın da okumasını istiyordu.
Babasının terbiyesi altında yetişen, hem ondan, hem de diğer hocalardan ilim tahsil eden Lûtfullah, H. 1200 (M. 1785-86) yılında, demek oluyor ki 16-17 yaşlarında sakal bıraktı; çelebinin sakal bırakmasına baba dostu, şair Adanalı Sürûrî iki tarih düşürmüştü. O devirde mektep ve medreselerde öğretilen ilimleri edinen Lûtfullah, bilgili bir genç oldu; babasının izinden giderek şiir yazmaya da başladı. Manzumelerinde “nimet verilen, iyilik edilen” manasındaki “Mün‘am” kelimesini mahlas kullanırdı. Annesi Gülsüm Hanım’ın 1205 (1790-91) yılında vefatı, yaşlı babasını pek üzmüş, çok mütessir etmişti.[5] Aynı sene, babası, yirmi bir yaşındaki “ciğer-pâre”si Lûtfullah için Lûtfiyye adını koyduğu bir nasihatname yazdı. (Bu eserdeki
“Hak seni eyledi çün kim kādî
Sen de ol hükm-i kazâya râzî”[6]
beyti, eğer bütün kadılara hitaben değil, şairin oğluna söylenmişse, o takdirde Lûtfullâh’ın o sıralarda kadı olduğu anlaşılır). Mesnevi şeklinde, 1183 beyitli bir öğüt kitabıydı Lûtfiyye… Kendisine çeşitli ilimler, sanatlar, iyi ve kötü huylar, insanlarla birlikte yaşama adabı, meslekler gibi birçok konuda nasihatte bulunan yaşlı babası, evlilik ve cariye alma hakkındaki fikirlerini de anlatmış; iyi bir aile mensubu, namuslu ve dindar bir kızla evlenmesini tavsiye etmişti. Fakat Lûtfullah, 25 yaşındayken bir cariye almış; böylece denebilir ki, babasının değil, Urfalı Nâbî’nin Hayrî-nâme’sinde evlenmeyip cariye alma tavsiyesini tutmuştu.
Yaşlılar gibi ağırbaşlı ve akıllı, güzel huyları kendisinde toplamış, nazik bir kişi olan Lûtfullah Molla, memurluk gereği İlbasan’da bulunduğu sırada[7], H. 1210/ M. 1795-96 yılında beklenmedik bir zamanda veba hastalığına tutuldu ve bu hastalık sonucu vefat etti[8]; annesinin kabrinin yanına gömüldü. Onun genç yaşta ölümü, bütün samimi dostlarını üzmüş; fakat bilhassa beş yıl önce karısını da kaybetmiş yaşlı babasını, daha çok tesiri altında bırakmış ve perişan etmişti…
[1] Dîvân-ı Sürûrî, Bulak 1255/1839, s. 264.
[2] Dîvân-ı Sürûrî, a.g.e., s. 257.
[3] Dîvân-ı Sürûrî, a.g.e., s. 157, 289.
[4] Lûtfullâh’ın vefatı üzerine Sürûrî tarafından yazılan tarih kıt’alarının son mısraları, H. 1210 (M. 1795-96) yılına karşılık gelir. Bunlardan birindeki “Sinni geçmişdi bu esnâda yiğirmi altısın” (Dîvân-ı Sürûrî, a.g.e., s. 157) mısraından Lûtfullâh’ın 1183 veya 1184 yılında doğduğu anlaşılmaktadır. Çünkü 1210’dan 26 çıkarıldığında 1184 rakamına ulaşılır. “Sinni geçmişdi… yiğirmi altısın” mısraı, onun 26 yaşı içinde değil, bunu geçtiği, yani 27 yaşında vefat ettiği manasında anlaşılırsa, 1183 yılında doğduğunu dolaylı olarak gösterir.
[5] Lûtfullâh’ın annesinin adını ve vefat yılını, babası Vehbî’nin Dîvânında bulunan şu tarih kıt’asından öğreniyoruz: “Târîh-i Vefât-ı Zevce-i Hîş
O merhûme belî dârü’s-sürûra eyledi rıhlet
Ne çâre beyt-i hüzn oldu mekânı kalb-i mağmûmun
Kalemden katre-i hûn akdı yazdıkda bu târîhi
Makāmın eyle yâ Rab Cennet-i Firdevs Gülsûm’ün” (Dîvân-ı Vehbî, Bulak 1253/1837, “Tevârîh” kısmı, s. 16). (Kendi Karısının Vefat Tarihi- Evet, o rahmetli kadın, sevinç yurduna göçtü… Ne çare ki gamlı, kederli kalbimin yeri, hüzün evi oldu. Bu tarihi yazdığında kalemden kan damlası aktı: Yâ Rabbi, Gülsüm’ün makamını Firdevs cenneti eyle!) Üçüncü mısradaki “katre-i hûn akdı” (kan damlası aktı) ibaresinden, tarih mısraındaki noktalı harflerin hesap edilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Kıt’anın dördüncü mısraının noktalı harfleri, ebced hesabına göre 1205’e karşılık gelir. Buradan Gülsüm Hanım’ın H. 1205/ M. 1790-91 yılında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Vehbi’nin karısının anılan yılda öldüğü konusunda Sürûrî Hezeliyyât’ında da bir kıt’a vardır. Hezeliyyât-ı Sürûrî, ts., s. 78.
[6] Lutfiyye-i Vehbî, a.g.e, s. 42.
[7] Adanalı Sürûrî, Lûtfullâh Molla’nın vefatı üzerine yazdığı kıt’alardan birinde “Gerçi olmuşdu muvakkat İlbasan’ın zabtına/ Şehr-i ömrün kıldı yağmâ ceyş-i tâûn ez-kazâ” diyerek onun vazifesi, vefat yeri ve sebebi hakkında bilgi vermektedir. Biz, “İlbasan’ın zabtı” ibaresinden Lûtfullâh’ın bu şehirde kadı olduğu manasını çıkarıyor; “ez-kazâ” kelimesiyle de anılan memuriyete dolaylı biçimde işaret edildiğini sanıyoruz. Vehbî’nin söz konusu tarihten beş yıl önce oğluna hitaben yazdığı Lûtfiyye’de “Mademki Allah seni kadı yaptı…” manasındaki mısraı da bu fikrimizi teyid edicidir. Sicill-i Osmânî yazarı ise Sünbülzâde Vehbî’nin “mahdûmu” (oğlu) müderris Lûtfullâh Efendi’nin “1210’da yiğirmi altı yaşında fevt oldu”ğunu bildirir. (Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî Yâhud Tezkire-i Meşâhîr-i Osmâniye, ts., c. 4, s. 618).
[8] Dîvân-ı Sürûrî, a.g.e., s. 157.