Prof. Dr.Yusuf AYÖNÜ[1]
Anadolu’yu Mezopotamya’ya bağlayan önemli bir ticaret güzergâhında bulunan ve askerî-stratejik bir konuma sahip olan Maraş ve yöresi, tarih boyunca pek çok devletin hedefinde yer aldı. İslam ileri harekâtı Anadolu’ya ulaştığında 637/638’de Hâlid b. Velid tarafından alınan Maraş, zaman zaman Bizans’ın saldırılarına maruz kalıp, taraflar arasında el değiştirse de, uzun yıllar Müslümanların hâkimiyetinde kalmıştır. 962 yılında Bizans İmparatorluğu topraklarına dâhil edilen Maraş ve yöresi, Anadolu’ya düzenlenen Türkmen akınları sırasında da Bizans İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında bulunuyordu.
- yüzyılın ilk yarısında başlayan Türkmen akınlarının Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasından sonra artarak devam etmesi ve Bizans İmparatorluğu’nun bu gidişata son verme girişiminin 1071 Malazgirt Meydan Savaşıyla sonuçsuz kalması, Anadolu’nun Türk iskânına açılmasını sağlamıştı. İmparator IV. Romanos Diogenes ile Sultan Alparslan arasında yapılan antlaşmanın, Bizans İmparatoru’nun tahttan indirilmesiyle hükmünü yitirmesi yeni bir süreci başlattı. Sultan Alparslan’ın emri üzerine harekete geçen Türkmen beyleri Anadolu’yu fethe girişti. Bu harekât sırasında Çavuldur Bey’in 1071-72’de Maraş ve Sarız taraflarını feth ettiği ileri sürülür[2]. Ancak bu fetihten ziyade bölgeye yapılan keşif amaçlı bir sefer olmalıdır. Çünkü Malazgirt Meydan Savaşı’ndan sonra bölgede Philaretos liderliğinde Maraş merkezli bir Ermeni prensliği kurulacaktır[3].
Maraş yöresinde ilk Türk hâkimiyetini, Türkiye Selçuklu Devleti hizmetinde bulunan Emir Buldacı’nın kurduğu söylenebilir. Kutalmışoğlu Gazi Süleymanşah, Antakya seferine giderken, kendisine bağlı emirlerinden Buldacı da Yukarı Ceyhan havalisinde fetihlerde bulundu ve 1085 yılında Philaretos’un hâkim olduğu Elbistan, Göksun ve Raban’ı, 1086’da da Maraş’ı ele geçirdi[4]. Süleymanşah’ın, 1086’da Tutuş ile giriştiği savaşta hayatını kaybetmesine rağmen Emir Buldacı, Maraş yöresindeki hâkimiyetini Haçlı ordularının bölgeye ulaştığı 1097 yılına kadar sürdürmüştür. Türkiye Selçuklu tahtının boş kaldığı yıllarda Emir Buldacı, Bizans İmparatorluğu’nun ve Toroslara yerleşmiş Ermenilerin saldırılarından korumayı başarmıştır. I. Kılıçarslan’ın tahta oturmasından sonra da yine Türkiye Selçuklu Devleti’nin hizmetine girmiştir[5].
İznik’in düşmesinden sonra yollarına devam eden Haçlıların, 1097 yılında Türklerin boşalttığı Kayseri, Komana (Şar) ve Göksun üzerinden sevinç gösterileriyle karşılandıkları Maraş’a ulaştıklarında şehri “prensler prensi”[6] unvanı ile Bizans İmparatoru adına Ermeni Thatul yönetiyordu[7]. Haçlılar şehri ele geçirdikten sonra Thatul’u yine yönetici olarak yerinde bırakmışlar; ancak ilerleyen yıllarda Thatul, Haçlılardan korkup İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştır[8].
Haçlıların bölgeye yerleşmesi ve kendinden olmayanlara kötü muamelesi, daha önce onları kurtarıcı olarak gören Ermenilerin Franklardan kendilerini kurtarmaları için Selçukluların yardımını istemesine neden oldu[9]. Mateos, Elbistan’da yaşayan Ermenilerin, Franklar yüzünden büyük sıkıntılara ve felaketlere maruz kaldığını, halkın çok kötü muameleye tabi kılındığını ve bu yüzden 1105 yılında intikam almaya karar verdiğini, Müslümanlara bel bağlayarak gizlice onlara adam gönderdiklerini bildirir. Ermenilerin, o sırada bu civarda bulunan süvarileri şehrin içine alarak hep birlikte Frankların bulunduğu kaleye yöneldiklerini ve Haçlı komutanına askerleriyle şehirden çıkmaları teklifi yapıldığını nakleden Mateos, garnizon komutanı Frank’ın halkın üzerine saldırıya geçmesi üzerine taraflar savaşa tutuşmuş ve yaklaşık 300 kişilik Haçlı kuvvetinin hepsini kılıçtan geçirildiğini bildirir[10]. Elbistan’ı Haçlılardan alan atlılar, Türkiye Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan’ın ordusuna mensup kuvvetlerdir. Başka bir ifade ile Ermenilerin daveti üzerine 1105 yılında Elbistan’a gelen ve şehri ele geçiren I. Kılıçarslan, burayı Ziyaeddin Muhammed’e ikta etmek suretiyle Selçuklu ülkesine dâhil etmiştir[11].
Ancak 1107 yılında Sultan, Büyük Selçuklu Emiri Çavlı ile giriştiği savaşta hayatını kaybetmesinin yarattığı şartlardan faydalanan Ermenilerin saldırıları karşısında yaklaşık 12 bin kişiden oluşan Türk kuvveti Maraş ovasını geçip çok sayıda tutsak aldıktan sonra Ermeni prensi Goğ Vasil’in elinde bulunan Keban yakınındaki Berdus mevkiine kadar ilerlemişlerdi. Mateos’un ifadesine göre Goğ Vasil’in karşı saldırısı üzerine geri çekilen Türkler, 1108-1109 yılı başında bu defa yaklaşık 6 bin kişilik bir kuvvetle Vasil’in hâkim olduğu bölgeye giren Türkler, Ermenilerin karşı saldırısı üzerine yine geri çekilmek ve ele geçirdiği tutsakları bırakmak zorunda kalmışlardır[12].
Diğer taraftan aynı dönemde Haçlıların Elbistan ve Ceyhan bölgesini yeniden işgal ettikleri, Musul Atabegi Mevdud’un 1111 yılında Haçlılara karşı başlattığı saldırı sırasında savunmasız kalan Ceyhan Nehri havalisinin, Malatya Hâkimi Tuğrul Arslan’ın Atabegi tarafından ele geçirildiğine dair verilen bilgilerden anlaşılıyor[13]. 1119 yılında da Ceyhan ile birlikte Elbistan ve civarı yine Malatya hâkimi adına Artuklu Belek Gazi tarafından itaate alındı[14]. Fakat bu başarılar kalıcı olmadı, Haçlıların bölgedeki hâkimiyeti devam etti[15].
Haçlıların elinde bulunduğu yıllarda da Türklerin bölgeye ilgisi devam etti. Danişmendli Melik Muhammed, Haçlılar ile Ermeniler arasında başlayan savaştan faydalanarak 1136-1137 yılında büyük bir ordunun başında olduğu hâlde Maraş bölgesine girdi ve Keysun’a karşı yürüyüp köylerle manastırları tahrip etti. Şehre karşı karargâh kurarak altı gün bekledi. Fakat kaleye karşı herhangi bir saldırıda bulunmadı. Yalnız orada nehrin suyunu kesmek, bahçeleri bozmak, öteye beriye akınlar yapmak ve ganimet biriktirmekle meşgul oldu. Şehir halkı ise her an yapılacak saldırıyı ve şehrin zapt edilmesini beklemekten bezgin hâle düşmüş ve geceleyin dış suru terk etmişti. Fakat din adamları ve ileri gelenlerin gayretleriyle yerlerine dönmelerini sağladılar. Bu arada Emir Muhammed Bizans İmparatoru’nun Çukurova’ya doğru hareket ettiği haberini alınca geri çekildi[16]. Sonuçta Haçlılar, Bizanslıların verdiği destekle kaybettikleri yerleri geri almayı başardılar[17].
Haçlılar 1142 yılında Elbistan mıntıkasına girerek yerli Hıristiyan ahalinin mallarına el koydular. Bu arada karşılarına çıkan Türklerin bir kısmını öldürüp, bir kısmını da tutsak alarak götürdüler. Bunu haber alan Hanzit’deki Türkler, Haçlıları cezalandırmak ve esir Türkleri kurtarmak için harekete geçtiler. Ancak bu Türk birliği de Haçlıların baskınına uğradı ve kılıçtan geçirildi[18].
Bununla beraber Haçlıların Maraş bölgesindeki varlığı artık uzun ömürlü olamayacaktır. Çünkü Danişmendli etkisinden kurtulan Türkiye Selçukluları, Anadolu’da her geçen gün varlığını daha da güçlü olarak hissettirmeye başlamıştı. II. Haçlı Seferi’ni düzenleyen orduların etkisiz hale getirilmesinden sonra Sultan I. Mesud, bu defa yönünü Maraş bölgesindeki Haçlılara çevirdi. 1149 yılında bizzat ordusunun başında sefere çıkan Selçuklu sultanı Maraş’ı kuşattı. Yapılan hücumlarla şehri sıkıştırınca içerdekiler hayatlarına dokunulmayacağına dair yeminli teminat aldıktan sonra şehri teslim ettiler. Sultan, şehri teslim aldıktan sonra ettiği yemini yerine getirmek için şövalyelere, piskoposa ve rahiplere Antakya’ya gitme izin verdi. Ancak arkalarından gönderdiği askeri bir birlik ile onları yolda iken ortadan kaldırttı[19].
Sultan I. Mesud, Maraş’dan sonra oğlu Kılıçarslan ile beraber 4 Haziran 1150 tarihinde Haçlıların elinde bulunan Keysun’a karşı yürüdü ve burayı kuşattı. Türk ordusuna karşı koyamayacağını anlayan ahâli, Piskopos Ioannes’i Sultanın yanına göndererek şehrin teslimi karşılığında Haçlıların Ayntâb’a gitmelerine izin verilmesini istediler. Bunu kabul eden Sultan, onlara bir de yeminli güvence verdi. Şehrin teslim alınmasından sonra sözünü yerine getiren Sultan, ayrıca Behisni, Ra’bân, Ayntâb, Dulük şehirlerini de ele geçirdi ve bölgenin idaresini, Elbistan merkez olmak üzere oğlu Kılıçarslan’a bıraktı[20].
Haçlı hâkimiyetinin sona ermesinden ve Maraş bölgesinde Selçuklu hâkimiyetinin kurulmasından sonra bölgede yaşayan Ermeniler ile Türkler zaman zaman sorun yaşadılar. Mesela I. Mesud’un ölümünden sonra Türkiye Selçuklularında yaşanan hâkimiyet mücadelelerinin yarattığı şartlardan yararlanmak isteyen Baron II. Toros’un kardeşi Stefan, 1156 yılında Maraş’a saldırdı. Sultan II. Kılıçarslan’ın bölgeye geldiğini öğrendiğinde ise şehri yağma edip yaktılar, ahalinin çoğunu da beraberlerinde götürdüler. Hiçbir direnişle karşılaşmadan Maraş’a giren sultan, halkın sıkıntılarını giderdi. Şehirden ayrılmak zorunda kalan ahali geri geldi ve huzur yeniden sağlandı. Vaktiyle Melik olarak görev yaptığı Maraş yöresini huzura kavuşturan II. Kılıçarslan başkentine döndü[21]. Ancak Sultan daha sonraki yıllarda da gerek Ermenilerin gerekse Nureddin Mahmud ve Selahaddin Eyyubi’nin bölgeye yönelik politikalarıyla karşılaşacaktır. Bu yüzden Maraş bölgesi, zaman zaman Selçuklular, Ermeniler, Zengiler ve Eyyubiler arasında el değiştirdi. Bu durum karşısında II. Kılıçarslan başta Ermeni tecavüzleri ve Eyyubi saldırılarını önlemek olmak üzere ortaya çıkacak tehlikelerin önüne geçebilmek için Maraş’ta bir askeri garnizon kurdu. Bölgedeki Selçuklu hâkimiyeti 1258 yılında Ermenilerin şehre ele geçirmesine kadar devam etti[22].
Sonuç olarak Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Gazi Süleymanşah’ın beylerinden Emir Buldacı’nın feth ettiği Maraş ve yöresi, Türkmen topluluklarının yerleşmeye başladıkları bölgelerden biri idi. Ancak Selçukluların Marmara kıyılarına ve İstanbul önlerine ulaşmaları üzerine 1096 yılında başlayan Haçlı seferleri nedeniyle Türkler, Maraş’ı boşaltılar. Bundan böyle bölge Türkler, Haçlılar ve Ermeniler arasında cereyan eden bir mücadele alanı şekline dönüştü.
Başlangıçta Haçlıları sevinçle ve “kurtarıcı” olarak karşılayan Ermeniler, bölgeye yerleşen Avrupalıların uygulamalarından gerçek niyetlerinin ne olduğunu anlamakta gecikmedi. Haçlı baskısından kurtulmak için zaman zaman Türklerin yardımını istemek durumunda kaldılar.
Sultan I. Kılıçarslan, Maraş ve Elbistan’a hâkim olmayı başarmış, ancak Sultan’ın Çavlı ile giriştiği savaşta hayatını kaybetmesi, söz konusu bölgenin elden çıkmasına neden olmuştu. Bundan sonraki süreçte Türkiye Selçuklularının Anadolu’daki siyasi hâkimiyetinin zaafa uğraması, Haçlılar ile mücadeleyi olumsuz etkilemiş, Maraş ve çevresinin Türklerce tekrar fethi Sultan I. Mesud’un 1149’daki harekâtını beklemiştir.
KAYNAKÇA
İlyas Gökhan, Başlangıçtan Kurtuluş Harbine Kadar Maraş Tarihi, Kahramanmaraş 2011.
Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Ankara 2007.
Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, Ankara 1987.
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1982
Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, II, Türkçe çev., Fikret Işıltan, Ankara 1987.
Işın Demirkent, Haçlı Seferleri Tarihi, İstanbul 1997.
Süryai Mikhail, Vekayiname, Türkçe çev. Hrant D. Andreasyan, (Türk Tarih Kurumunda Basılmamış nüsha).
Abû’l-Farac İbnü’l-İbrî (G. Barhebraeus), Chronicon Syriacum, İngilizce’den Türkçe’ye trc., Ömer Rıza Doğrul, Abû’l-Farac Tarihi, II, Ankara 1987
Osman Turan, “Kılıçarslan II”, İA, VI, İstanbul 1955, s. 689.
İlyas Gökhan, “13. Yüzyılın İlk Yarısında Maraş”, Kahramanmaraş Sempozyumu, s. 345-346.
[1] İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi
[2] Bu konudaki farklı görüşler için bkz. İlyas Gökhan, Başlangıçtan Kurtuluş Harbine Kadar Maraş Tarihi, Kahramanmaraş 2011, s. 101-102.
[3] Ayrıntı için bkz. Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Ankara 2007, s. 37-38.
[4] Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, Ankara 1987, s. 164; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1982, s. 70; Gökhan, Maraş Tarihi, s. 102-103.
[5] Gökhan, Maraş Tarihi, s. 103. Emir Buldacı’nın Haçlıların kuşattığı İznik önlerindeki vuruşmalarda veya hemen sonra hayatını kaybetmiş olmalıdır. Çünkü I. Kılıçarslan’ın Haçlılarla yaptığı daha sonraki mücadelelerinde Emir Buldacı ismine rastlanmaz. Krş. Gökhan, Maraş Tarihi, s. 103-104.
[6] Bu unvan, Bizans’ın Kilikya’da görevli Bizans valilerine verilirdi. Krş. Mateos, s. 204, dpn. 244.
[7] Mateos, s. 204; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 43.
[8] Mateos, s. 226; Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, II, Türkçe çev., Fikret Işıltan, Ankara 1987, s. 33; Işın Demirkent, Haçlı Seferleri, İstanbul 1997, s. 83; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 43.
[9] Runciman, a.g.e., s. 37.
[10] Mateos, s. 229; Turan, Türkiye Tarihi, s. 145; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 43.
[11] Turan, Türkiye Tarihi, s. 108; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 43; Gökhan, Maraş Tarihi, s. 104.
[12] Mateos, s. 232-233.
[13] Süryai Mikhail, Vekayiname, Türkçe çev. Hrant D. Andreasyan, s. 60 (Türk Tarih Kurumunda Basılmamış nüsha); Abû’l-Farac İbnü’l-İbrî (G. Barhebraeus), Chronicon Syriacum, İngilizce’den Türkçe’ye ter. Ömer Rıza Doğrul, Abû’l-Farac Tarihi, II, Ankara 1987, s. 350; Runciman, a.g.e., II, s. 101; Turan, Türkiye Tarihi, s. 152. Turan, Türkiye Tarihi, s. 151; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 44.
[14] Süryani Mikhail, s. 67; Abû’l–Farac, II, 356; Turan, Türkiye Tarihi, s. 162; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 44.
[15] Gökhan, Maraş Tarihi, s. 104-105.
[16] Mateos, s. 287-290; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 44; Abû’l-Farac, (II, s. 374) ve Süryanî Mikhail, (II, s. 112) aynı yılda Melik Muhammed’in, kardeşi Devlet’in hâkimiyetinde bulunan Ceyhan havalisi ve Elbistan’ı aldığını kaydeder.
[17] Gökhan, Maraş Tarihi, s. 105.
[18] Süryanî Mikhail, II, s. 116; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 44.
[19] Süryanî Mikhail, II, s. 155; Abû’l–Farac, II, s. 386.
[20] Süryanî Mikhail, II, s. 162; Abû’l-Farac, II, s. 388; Papaz Grigor Zeyli, s. 303-304; Turan, Türkiye Tarihi, s. 187-188.
[21] Abû’l-Farac, II, s. 395; Papaz Grigor Zeyli, s. 315; Osman Turan, “Kılıçarslan II”, İA, VI, İstanbul 1955, s. 689; Ersan, Anadolu’da Ermeniler, s. 45-46.
[22] İlyas Gökhan, “13. Yüzyılın İlk Yarısında Maraş”, Kahramanmaraş Sempozyumu, s. 345-346.