Teketek Haber

“Millî Tarih Tezi” ve “Anadoluculuk”

“Millî Tarih Tezi” ve “Anadoluculuk”
19 Şubat 2018 - 21:03

Başka bir çalışmamız vesilesiyle[1] temas ettiğimiz gibi, önce 1921’den itibaren çıkan Dergâh dergisinde Anadolu’yu esas alan bir milliyet ve buradan doğması istenen bir milliyetçilik cereyanının temelleri atılmaya çalışılmıştır. Yahya Kemal çevresinde daha çok da romantik temalar eşliğinde karşımıza çıkan bu harekete, Anadolu’nun toprağından tarihine yürüyen, sanatını ve folklorunu dayanak olarak kullanmak isteyen, düşüncelerini elle tutulur gerçekler etrafında temellendirmek çabasında olan hayli naif bir yaklaşımdır, denebilir. İçlerinde meslekten/profesyonel tarihçi yok gibidir. 1924’den itibaren yayımlanan Anadolu mecmuası ise aksine meslekten bir tarihçi etrafında yola çıkar: Mükrimin Halil Yinanç. Malî ve sosyal dokusunun gerisinde ise, Millî Mücadele’yi kan ve ateş içerisinde gerçekleştirmiş olan Birinci Meclis’in Muhalif Kanadı’nın lideri sayılan Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Ulaş vardır.

Yukarıda söylediğimizi şöyle temellendirelim: 1924’te Anadoluculuk fikri etrafında bilim, sanat ve siyaset adamlarının desteğiyle çıkan Anadolu mecmuasından sadece üç yıl önce 1921’de Yahya Kemal’in öncülüğünde yayımlanan Dergâh dergisinde esasen bu anlayışın fikrî temellerini buluyoruz. Burada, Yahya Kemal’in Batıda okuduğu yıllarda etkisinde kaldığı Fransız düşünürlerini işaret etmek gerekiyor: Bunlar – Fustel de Coulange, Camille Julian, Albert Sorel bibi – zamanın ünlü Fransız tarihçileridir. Yahya Kemal’in hareket noktası, özellikle Camille Julian’ın bir sözüdür: “En mille en le sol de France, a créé le peuple français.” Yani, Fransa’nın toprağı bin yılda, bir Fransız milleti yarattı…”.  O, Nihat Sami Banarlı’ya anlattığı hâtırlarında, bu cümlenin kendisinin imdadına yetiştiğini vurgulayarak “beni, milliyetimizin ve vatanımızın oluşmasına dair dağınık düşüncelerden birdenbire, yeni bir istikamete sevk etti” diyor. Adile Ayda’ya da ayni konuda şunları söylemiştir: “ O zaman toprağın mühim bir şey olduğunu, milliyetin bir unsuru olduğunu anladım. Bizi de yaratan Anadolu ve Rumeli Toprağı idi.” Yahya Kemal, milleti zaman bakımından da sınırlamak gerektiği düşüncesiyle, tıpkı Fransız milletinin teşekkülü gibi, 1071’den bu yana Selçuklu ve Osmanlı asırları içerisinde bu toprakların da Anadolu, Rumeli ve İstanbul’da, sekiz-dokuz yüz yıl içerisinde manzarası, mimarisi, dili, devleti ve bütün medeniyetiyle yepyeni bir millet yarattığına inanır[2].  Bu değerlendirmeye dikkat edilirse, sadece bir tarih mütalâasından öte coğrafyayla ilişkilendirilen bir kültür ve medeniyet temellendirilmesi olduğu, bu anlamda başlı başına bir fikrî tez mahiyeti taşıdığı gözden kaçmayacaktır. Nitekim bu fikir daha sonraları sadece meslekten tarihçilerle, meselâ bir Mükrimin Halil Bey’le, ardından gelecek büyük bir Arkelog da olan Remzi Oğuz Arık’la bile sınırlı kalmamış, sahalarında ünlü olan çeşitli dallardan bilim, edebiyat ve felsefe adamlarınca devam ettirilmiş; Şevket Râşit Hatipoğlu’larından, Hıfzı Oğuz Bekata’lara, – bir dönem için de olsa – Ziyaeddin Fahri’lerden Mehmet Kaplan’lara, Hilmi Ziya’lardan Nurettin Topçu’lara kadar savunucu bulmuştur.

Daha yakından Mükrimin Halil Bey’e gelirsek; Anadolu mecmuası’nda – Anadolu’nun fethi dâhil – bu konularda toplam dokuz ayrı makale yazmış olmakla beraber özellikle birincisi, “Millî Tarihimizin İsmi” yazısı, görüşlerinin temelini oluşturuyor. O, Anadolu’daki tarihî maceramıza dikkat çekerek, şöyle diyor: Bizde öteden beri “Hanedanlar değişince mütemadiyen devletin, milletin, memleketin ismi değişiyordu. Onun için, her müverrih mensup olduğu memleketin ve milletin tarihine başlangıç olarak, zamanında iktidar makamında bulunan hanedanın saltanatını esas kabul ederdi. Eski hanedanı kendinden addetmez, eski hükümeti ayrı bir devlet telakki ederdi. Bizim tarihçilerimiz de aynı telakki ve zihniyet ile hareket ederek milli tarihimizi bir kül halinde derlememişler, devlete müşterek bir isim vermemişlerdir.”  Daha sonra Osmanlı’ya işaret ederek şöyle söylüyor: “Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra bütün müesseselerin ismi değişti. (…) Osmanoğulları’nın uzun asırlar devam eden hâkimiyetleri esnasında vatanımızın ismi “Osmanlı Memleketi” ünvanını almış ve Anadolu Türkü’nün kaldırmış olduğu memleketler, Anadolu ile birlikte bu isim altında yâd olunmaya başlamıştı. Tanzimat’tan sonraki zaman zarfında “Memleket-i Osmaniye” ismi her tarafta yayılmış, açılan mekteplerde milli tarihimiz Osman Gazi’den itibaren okutulmuş… Osmanlı hânedanından evvelki zamanların unutturulması için çok çalışılmıştır.”  Bu yanlış anlayışın, bugüne kadar devamına işaret ederek tarihçiler arasında hâlâ kendi tarihimizi “Selçuklu Tarihi”, “Osmanlı Tarihi” isimleri altında, birbirinden tamamen ayrı iki milletin tarihi farz edenler bulunduğuna vurgu yapıyor. Ancak “Millet cereyanının bizde inkişafından sonra tarihimize ‘Türk Tarihi’ ismi verilmeye başlandı.” diyor. Mükrimin Halil Bey’e göre, “Türk Tarihi” sözü de maksadı tam olarak ifâde etmez. Çünkü:

‘Türk Tarihi’ denilince her şeyden önce bizim tarihimiz değil, ‘Türkistan Tarihi’ hatıra gelebilir. Eski zihniyeti kabul eden ve bunu bir cereyana uydurmak isteyen bazı kimseler millî tarihimizin ismini  ‘Osmanlı Türkleri Tarihi’ diye isimlendirmeye başladılar. ‘Osmanlı Türkleri’ diye tarihte bir ulus yoktur. (…) Bugün Kastamonu, Maraş, Diyarbakır halkına, Güney ahâlisine, ‘Osmanlı Türk’ü’ dersek, Sultan Selim’in vefatı zamanından evvelki zamanlar için ne isim vereceğiz. Buraları o zamanlar İsfendiyarzâdeler’in, Dulkadiroğulları’nın, Akkoyunlular’ın ve Karamanoğulları’nın elindedir; o zaman bunlara İsfendiyâr Türk’ü, Dulkadir Türk’ü, Akkoyunlu Türk’ü, Karamanlı Türk’ü mü diyeceğiz? (…) Demek oluyor ki Osmanlı Türkü, Selçuklu Türkü, Karamanlı Türkleri, mânasız tabirlerdir. Bunların hepsi birdir. (…)  Hülâsa, Türk cemaat ve cemiyetlerini hanedan isimleri ile isimlendirmek ilim dışı ve mânasız bir harekettir. Bu böyle olduğu gibi, tarihimizi de Selçuklu Tarihi, Osmanlı Tarihi, Karamanlı Tarihi ilh.  Unvanlarla isimlendirmek aynı şekilde ilim dışı bir harekettir. ‘Osmanlı Türkleri’ namıyla bir millet mevcut olmadığı için, ‘Osmanlı Türkleri Tarihi’ de olamaz.”

Mükrimin Halil Yinanç, yukarıdaki mütalâasından sonra şu önemli soruyu sorar : “O halde millî tarihimizin ismi nedir?  Ve şu özet cevabı verir (önemine binaen olduğu gibi alıyoruz):

“Türk Tarihi deyince bizim tarihimizde Azerbaycan’da, Irak’ta, Suriye’de, İran’da, Rusya’da, Horasan’da, Hindistan’da, Mâverâünnehir’de, Türkistan’da, Moğolistan’da, Çin’de devlet kuran ve hükümet tesis eden bütün Türk kavmine mensup illerin ve ulusların tarihi hatıra gelir. Binaenaleyh Türk Tarihi, bütün dünyanın muhtelif kıtalarında yaşayıp ve gelip geçen bütün Türk kollarına ait vakalardan bahisle büyük, âlemşümul bir mevzuu ihtiva eder. Bundan dolayı bu isim bizim, hasseten bizim millî tarihimizin ismi olamaz. Anadolu’ya göç edip vatan edinen Türkler, bu vatanda tutunmak için haçlı ordularıyla, Bizanslılarla mücadeleler yapmışlar ve katî olarak bu kıtada yerleşmişlerdir. Aynı zamanda ayrı bir devlet ve medeniyet vücuda getirmişlerdir. Bilahare, Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra, Anadolu’da uzun müddet derebeylikler mücadelesi baş göstermiş ve iki asırdan fazla devam eden bu fetret devri, Osmanlı ailesinin meydana getirmiş olduğu millî birlikte son bulmuştur.  Millî ittihadın kuruluşundan sonra, Anadolu Türkü’nün cihangirliği başlamış ve kısa bir zaman içinde üç mâ’mur kıtanın ekserisini istilâ etmiştir. Görülüyor ki, Osmanlı hanedanının hâkimiyet devrinde kıtaları fethedenler, Rumeli’ye geçip orada yerleşenler, Suriye’yi, Mısır’ı ve Berberistan’ı istilâ edenler Anadolu Türkleri’dir. O halde tarihimizin ismini de bu suretle şöyle söyleyebiliriz:  “Anadolu Türkleri Tarihi” veya sadece  “Anadolu Tarihi.”

Görüldüğü gibi Mükrimin Halil Bey, milletimizin Anadolu’ya gelişi ve orayı fethedişi ile beraber başlayan tarihî maceramızı “Anadolu Türkleri’nin” macerası olarak kabul etmekte ve üç kıtaya hükmeden ruhun aynı milletin ruhu olduğuna inanmakta, orada yaratılan tarihin bir ve bütün sayılması gerektiğini bize izah etmektedir. Bu anlamda şu satırlar onun millî tarih görüşünü temellendirdiği son ifadelerdir:

“Anadolu Türkleri Tarihi denilince milletimizin Anadolu’ya hicret ve istilasından itibaren zamanımıza kadar cereyan eden hadiseler hatıra gelir ve gerek Selçuklu hanedanı ve gerek derebeyler, gerek Osmanlı ailesi zamanında genişleme ve fetihlerin hepsini ihtiva eder. Rum ilinde, Mağrip’te, Mısır’da, Yemen’de, hulâsa Anadolu Türkü’nün hâkim bulunduğu bütün vakaları kendi içine alır.”

Mükrimin Halil Bey’e göre, bu görüşü kabul etmekle millî tarihimiz için hem “en esaslı ve en canlı, en ilmî ve en şumüllü bir isim bulmuş”, hem de “mânasız isimleri kullanmak”tan kurtulmış oluruz[3].

Mükrimin Halil Yinanç’ın daimî yazı kadrosuna dâhil olduğu Anadolu Mecmuası’nı değerlendiren Necip Fazıl Kısakürek ise (bir başka “Maraşlı” olması ve tarihî konularda eser de vermesi hasebiyle zikredelim) bu derginin Anadoluculuk tezini şu ifadelerle âdeta tebcil etmektedir:

  • Anadolu, Anadolulularındır[4].
  • Anavatan, seyyâr bir ordu-millet halindeki Türk’ün, zaman ve mekâna ilk    intibak ve yerleşme yeri olarak Anadolu’dur.
  • Türk, toprağı Anadolu’da sürmeye ve taş üstüne taş koymayı Anadolu’da yerine getirmeye başladı.
  • Türk’ün ruhunu evlendirdiği imân ve ahlâk vâhidi, artık sabit kalacağı ve medeniyet fışkırtacağı yeri Anadolu’da buldu.
  • “Devlet-i Ebed-müddet” idealinin binek taşı Anadolu…
  • “Devlet-i Ebed-müddet” idealinin fedakâr kölesi ve yılmaz serdengeçtisi Anadolu…
  • ………………
  • Anadolu’yu nefsine ve devletine hâkim kılmak lüzumu, en aşağı 100 yıl önce başlamış olması gereken ideal çapında bir dâva…
  • “Bu idealin ismi de Anadoluculuk…[5]

Sonradan bu akımın düşünce tarihimize gerçekten “Anadoluculuk” ve hatta buna bağlı olarak doğan milliyetçilik hareketinin de “Anadolucu Milliyetçilik Cereyanı” adıyla yerleştiğini biliyoruz. Ancak en azından millî mücadele yıllarında başlayan bu hareketin, meslekten tarihçi olarak en önemli savunucusunun ise Mükrimin Halil Yinanç olduğunu özellikle vurgulamak gerekir.

[1] Mustafa Kök, “Türk Milliyetçiler Derneği’nden, Türkiye Milliyetçiler Cemiyeti’ne..” Türk Yurdu,

[2] Bkz: Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemal – Ansiklopedik Biyografi – Kapı yay, İstanbul, 2008, s. 249 vd.; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi “Anadolu Mecmuası” ve “Dergâh” maddeleri, , Dergâh Yay. I. ve II. Cilt: İst. 1977; Nihat Sami Banarlı, Yahya Kemal’in Hâtıraları, http://books.google.com.tr   (s. 43, 46-47);   Lütfi Şahsuvaroğlu, “Nurettin Topçu, Alternatif yay. Ankara, 2002, s.44.

[3] Mükrimin Halil Yinanç, “Millî Tarihimizin İsmi”, Hareket Dergisi, S:Mart 1968, ss.8-10 (Vaktiyle “Anadolu Mecmuası”nda eski harflerle yayımlanan makale ilk defa Bayraktar Bayraklı tarafından yeni harflere çevrilmiş ve sadeleştirilmiştir. Mükrimin Halil Bey, bu görüşüne uygun olarak 1924’den sonra yazdığı “Selçuklular Tarihi”nin adını bilindiği gibi, Türkiye Tarihi – Selçuklular Devri koymuştur.)

[4] ABD 5 inci başkanı James Monroe’un benzer bir sözünü hatırlatıyor. (https://www.uludagsozluk.com)

[5] Bkz: Ömer Hakan Özalp, Tarihe Adanmış Bir Ömür, Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, Elmuhay Vakfı Yay. 2012  İstanbul, s. 48  vd.