Tanımlamak gerekirse çocuk ahlâkı, ‘çocuk amaçlı’ ahlâktır. Yine çocuk ahlâkı, ‘çocuğa göre’ yazılan ahlâkî eserler ile bu eserlerde yer alan ahlâktır. Bu anlamda Lütfiyye, İslam çocuk ahlâkına dair yazılan ‘çocuk amaçlı/çocuğa göre’ bir eserdir.
Maraşlı ‘düşünürler ailesi’nin bir üyesi olarak Sünbülzade Vehbi’nin ahlak düşüncesi, Sünbül ailesi ortamında, bir şair duyarlılığıyla ‘bâğ-ı irfan’da temellenip çiçek açmakta ve meyve vermektedir. Sünbülzade’nin aile bilgi (irfan) bağında açan ideal çiçeği ‘sünbül’, İslam düşüncesi ortamında/bahçesinde ‘gül’dür. O oğlu için bir beytinde iki çiçeğe birlikte atıf yapar.
“Bâğ-ı irfanda sünbül olagör
Sen o gülşende açıl gül olagör”.
İslam çocuk ahlâkı araştırmalarının yerli ve yabancı olmak üzere iki kaynağı vardır. Yerli kaynağımızda (Kur’an ve Hadis) yer alan Çocuk Ahlâkı, bir ebeveyn-çocuk (baba-oğul/kız, anne-oğul/kız) ilişkisi ile babanın çocuğuna olan öğütlerinden ibarettir. Yabancı kaynakta (grek felsefesi) yer alan Çocuk Ahlâkı’nı ise, Aristoteles’in oğlu Nikhomakhos’a yazdığı ahlâk ile hocası Platon’un Devlet ve Kanunlar ile bazı risalelerde yer alan ahlâk düşüncesidir. Onlar, Lütfiyye’nin de kaynakları durumundadırlar. Ancak biz burada onlara ve kaynak meselesine girmeyecek ve şairimizle ilgili şu soruyla ilgileneceğiz:
Acaba şairimizin eserinde görünen, yansıyan çocuk ahlâkının mahiyeti nedir? O hangi konulara yer vermektedir?
Baba-Çocuk İlişkisi
Sünbülzade’nin eserinde oğluna İslam ilimler sistemini tanıttığını yukarıda söyledik. Sünbülzade eserinin başında, Der Hitab-ı Ferzend-hîş başlığı altında oğluna seslenir, eserini ona yazdığını, onun da bir sünbül/gül olarak çocuklarına bu eserden daha güzelini yazmasını tavsiye eder:
Asıl meseleye gelince, ey her şeyden haberdar olan oğlum, ciğerimin parçası Lütfullah’ım. Ey ahlâkın (edeb) gül bahçesindeki taze gülü, sünbüller yurdunun taze sünbülü. Ey ebedi feyizle beslenen, ümit gül bahçesinin yeni açan fidanı. Ey şeref hazinesinin seçkin incisi, ululuk burcunun parlak incisi. Ey gözümün nuru, gönlümün neşesi, kalbimin huzur kaynağı, ömrümün varı oğlum. Hamdolsun Allah’a ki o ihsan sahibi Allah, seni bu kuluna ihsan eyledi. Benim aziz evladım, yaşlılıkta bana neşe kaynağı oldun. Güneş gibi ışıklandırarak karanlık gönlümü nurla doldurdun. Bana Allah istediğimi verdi, her an şükretsem az bile… Senin için yazılıp tamamlanan bu esere Lütfiyye-i Vehbi diye ad kondu… Sende çocuklarına öğüt verip bundan daha güzellerini söyleyesin.
Tekraren belirtmemiz gerekirse, Sünbülzade’ye göre baba ve oğul sünbül bahçesinin iki sünbülü/gülü/dürler. Baba bir sümbüldür, çocuk taze sünbüldürdür. Taze gülün yetkin gül olması, taze sünbülün yetkin sünbül olması gerekmektedir. Bu ise ancak ilim ve hünerle mümkündür. Sünbülzade ilmin değerini, ailenin ilim hüneriyle karşılaştırır, çocuğu ilme yönlendirir:
Ey ümidimin, iki gözümün nuru, gönül hazinesinde eşi, enderi olmayan mücevherim. Baban olarak söylediğim sözleri işite, inci gibi kulağına küpe edinesin. Sana Vehbi’nin oğlu deseler de dünyada bir faydası olur mu? Babanın, dedenin mahareti, irsî olarak çocuğa geçer mi? Asil evladın babası ilimdir. Yükselmenin sebebi, ilim ve irfandır. Âlim olmak ne büyük devlettir. Âdem’in ilmi karşısında melekler suskunlaştı, alimler peygamberlerin mirasçısı sayılmış. Anla ki bu ne veraset, ne zenginlik.
Şairimize göre ilim, sünbül olacak taze sünbül/gül (çocuk) için olması gereken bir önceliktir, ama Sünbülzade çocuğunu her ilme yönlendirmez, oğlundan özellikle ‘yararlı ilim’ öğrenmesini ister.
Ey babasının canı, her şeyden evvel seni ilme yönelttim. İlmin her şeyden evvel olduğunu kabul edip değerini anlayasın. İlim güzel ahlâkın mayasını oluşturduğundan her şeyin önünde olması doğaldır. Ey her şeyi bilen Allah’ın Lütfu olan oğlum, arzu edilen ilim, faydalı ilim (ilm-i nâfi’) olmalıdır. Ayrıca faydalı olan değerli ilim (ilm-i şerif-i nâfi’), amelsiz olursa boşa gider mahvolur. Amelle ilim tek şeydir (vâhid). Sende ilimlerin sistemini gösteren bir eser var, onda ilmin her çeşidi belli değil mi?
Şairimiz artık oğluna şairce sözler söylemeyi bırakır, elinde olduğunu söylediği kitaptan (tertib-i ulum) daha yoğun ve teknik bir şekilde oğluna ilimleri tanıtır, çünkü o oğlunun faydasız ilimle meşguliyetini istememektedir. Yani Lütfi, öğrendiği bilgiyle hayatını/maişetini kazanabilmelidir. Yazar bilimleri tanıttıktan sonra ahlâki konulara yer verir. Özetle şair eserinde oğluna iki şeyi öğütler. Biri faydalı ilim, diğeri faydalı amel. Onlardan biri teorik, diğeri pratik. Çocuk için amaç bilgili iyi bir meslek sahibi olabilmek. Bu anlamda Sünbülzade, Dâ’î’nin Nuşirevan’ı ve Nâbi ile ortak özelliklere sahiptir. Her üçü bir ailenin ideal/kamil/örnek bir yetişkin üyesidir ve ‘baba’dırlar. Her üçü de oğluna seslenmekte, çocuğundan ailenin örnek bir üyesi olmasını öğütlemektedirler.
Biz bildirimizi, Sünbülzade’nin tecrübelerine dayalı olarak ortaya koyduğu erdemlere ve erdemsizliklere örnekler vererek tamamlamak istiyoruz.
Erdemler (Faziletler)
Yazar iki tür erdeme yer verir. Birincisi Gazzali ve Kınalızade üzerinden aldığı klasik tehzib ahlâkının bilinen erdemleri, ikincisi Nâbi’den yahut poetik gelenekten devraldığı ve kendi tecrübelerini de ilave ederek belirlediği erdemleridir. Sözgelimi tevâzu, hilm , insaf, sabır, afv-ı cemil, hayâ, istiğra, sahavet, tazim-i üstad gibi erdemler klasik ahlâkın erdemleridir. Konuşma Adabı (âdab-ı Sühan), Değerli İnsanlarla Dostluk (Der muaveneset-i kiram-ı nas), Gayretkarlık ve İntikam Hazzı (Der gayretkâri, Der lezzet-i intikam), Alimlere, pirlere, ebeveyne saygılı olmak (Der tevkir-i ehl-i ilim, Der tevkir-i piran, Der tevkir-i ebeveyn), Şükretmek (Der eda-yı şükr-i nimet), Borçlanma (Der karz u düyun), Mevki-Makam Sevgisi (Der hubb-ı cah), Yazıcılık, Müderrislik ve Bürokratlık (Der tarik-i hacegan, Der tarik-i ulema, Der tarik-i unvan u hazm-ı devlet), Danışma (Der meşveret-i umur), Evlilik (Der emr-i izdivaç) ya yeni erdemlerdir, ya yenilenen, yeni-tecrübî bakışla ele alınan erdemlerdir.
Konuşma Âdâbı
Şairimiz, erdemleri, İslam kaynaklarında yer alan öğütler tarzında, İslam düşüncesinde yer alan hikemiyat tarzında işlemiştir. Sözgelimi ‘konuşma adabını’ şairimiz şöyle ifade eder:
Lakin sözünü adab ile söyle, boşboğazlıkla açma ağzını. Kötü dilli olma, tatlı dilli ol. Yumuşak sözle azarlamakdan konuş. Gerçi dil küçük bir cisim görünür, fakat söyletirsen cirmi büyük olur. Kızgınlıkla bir kimseye seslenme, ki dağ bile böyle hitaba cevabı reddeder. Bazı meclislerde dinleyici ol, çok konuşma suskun ol. Evvela sözünü endişe eyle, sonradan karışıklığa düşmeyesin.
Şairimiz konuşma adabının arkasından yalancılık (kizb) reziletine yer verir.
Çok söz söyleme, kibarlık budalası olma, yalan dolan konuşma. Şair de olsan yalan söylemekten kaçın (hazer), doğru yoldan gerçeğe ulaş. Yalancının ağzından adeta zehir saçılır. Yalan ile yılan imlada birdir. Yalancılık kötü kişilerin mizacına uygundur. Doğruluk kurtuluşa (fevz-ü necat) vasıta olur.
Değerli Kimselerle Dostluk
Değerli Kimselerle Dostluk erdemini şair şu ifadelerle anlatır:
Soyu temiz (şerifü’n-neseb), edepli, vakarlı, namuslu kişilere saygılı ol. Mayası bozuklarla, işe yaramaz pespaye kişilerle beraber olma. Halk ile içli dışlı olup her şeyi tükenmiş damgası yeme. Düşüp kalktığın kişileri çok fazla araştırma. En yakın dostun kitaplar olsun. Güzel olmayan meclislere gitmekten, kadrini mahvedip düşürmekten sakın. Bazen dostlarını ziyaret et, ama davranışlarına dikkat et. Hoş karşılanmadığın şüphesine kapılırsan oturma, durmadan kalk git.
Meslek Seçimi
Selefi Nâbi’den aldığı ve tecrübeleriyle belirlediği Mevki-Makam Sevgisi, Yazıcılık, Müderrislik ve Bürokratlık bir diğer ifadeyle ‘Osmanlıda Meslek’ meselesinde şairimiz şunları söylemektedir.
Meslek değiştirmeye meyletme, bunda meymenet yok. Yoksul, dilenci olursun. Başıma geldi, pişman oldum, çok zaman inledim, perişan oldum. Devlette itibar mevkiinde olmama rağmen yine sıkıntılara uğramıştım. Velhasıl tez elden eski mesleğime dönünceye kadar bir gün rahat yüzü görmedim.
Devlette rahat ulaşılabilen tek bir meslek ulema mesleği kaldı. Gerçi onların imzalarını ‘fakir’ kelimesi süslese de onlara saygı duyulmaktadır. Osmanlı Devleti ilme saygı ile onların canını emniyet altına aldı. Ulema devlete/varlığa ancak yaşlılıkta ulaşır, mezara girmeye yakın rahata kavuşur. Mansıbı, arpalığı yerde yatar, bilmem ömrünün sonunda âlim nerde yatar.
Nâbi’nin söylediğine göre meslekte öncelik Haceganlık/Kâtiplik imiş, şimdi o kapıyı kapattılar. Çoğalmaları değer kaybına, birçoğunun hor görülmesine sebep oldu. Sadakaya muhtaç dilenciler gibi geçici bir gölge kadar ikbal sahibiydiler. Birçoğu evini besleyemez, defteri olsa da çalıp yiyemez oldu. Giyim kuşamı Horasanîdir. Divan hocası diye övünür…
Allah doğru yola iletmeyince bir meslek sahibi olmak kişiyi besleyemez. Her mesleğin şerefi kişiyledir. Zannetme ki at ve at takımıyladır. Dahi bahtı açık olmalıdır. Velhasıl unvana meyledip de şöhret düşüncesiyle perişan olma. Verilen ne ise onu sindir ki nimetini rahat yiyesin. Bu dünyayı mihnet alanı olarak tanı, bunda hakkıyla rahat etmek mümkün mü? Tek bir ferdinin bile rahat ettiğini sanma. Mutlak herkesin bir derdi vardır.
Yaşayışın, malın vasatta kalsın (Mutavassıt ola hâlin ü mâlin). İkbalin daha ötesini isteme. Gözümün nuru bunu çok iyi düşün, unvana bakıp da görünüşe aldanma.
Şairimizin tecrübelerine dayanarak yer verdiği bir diğer konu “insafsız esnaflar” hakkındadır. Esnaflar meselesi kitaptan okunabilir. Biz işaret etmekle yetineceğiz.
Aklını Kullanmak ve İstişare
Şairimiz oğluna aklını kullanmasını, onunla yetinmeyip istişareye başvurmasını tavsiye eder:
Aklını hevaya mağlup eyleme, rağbet gören işler akıllıca yapılan işlerdir. Aklını her zaman kullan, Cebriyye ve Kaderiyye misal durma. İnsan aklıyla şerefli oldu, hayvanlar gibi şaşkın kalma. Lakin aklına da çok güvenip müşavere etmekten vazgeçme. Kendi aklını beğenip bencil olanlar hüzünlü bir şekilde pişmanlık köşelerine çekildiler… Meşveret çeşit çeşit düşünceyi bir araya toplamak, şartı ise doğru olanı kabul etmektir…[12]
Şairimiz cömertliği (sehavet), israf ve sefahet açısından ele alır, dikkat etmesi için çocuğunu uyarır. Başka bir ifadeyle şairimiz erdemlere, zarar görme, zarara uğrama (kötü bir fiildir) açısından bakarak değerlendirir ve oğlunu uyarır. Uyarılarının temel hareket noktası, tecrübelerinden hareketle başkalarına muhtaç olmaması, fakirlik ve sefalete düşmemesidir.
Erdemsizlikler
Şairimiz, eserinde erdemsizliklere, diğer adıyla kötü fiillere de yer verir. Onları men, hazer, tahzir, ihtiraz kavramlarıyla ifade eder. Örnek vermemiz gerekirse sözgelimi, fısk ve isyandan kaçınmak (men), taassup ve riyadan kaçınmak (men), hileden kaçınmak (ihtiraz), keyif vericilerden kaçınmak (tahzir), gibi. Tevliyet ve cibayetten kaçınmak (men), kuşbaziden, şüküfekariden kaçınmak (men) gibi. Bu fiiller şairimizin doğrudan tecrübesinden çıkardığı olmamasını istediği kötü fiillerdir. Kötü fiillerin anlatımında da erdemlerin ifade tarzını kullanır. Fısk, isyan, taassup, riya, hile, keyif vericiler, kizb, kibr, istihza, nemime, dilencilik, zulüm gibi reziletler Gazzali üzerinden aktarılan klasik tehzib ahlâkının reziletleridir. O nedenle biz burada onlara girmeyeceğiz. Örneklerimiz arasında yer alan zulümden ve son dördünden söz ederek bildirimizin reziletlerini tamamlayacağız.
Zulmün Kötülüğü
Kötü bir fiil olarak zulmün ne olduğundan söz etmez, oğluna fırsat eline geçtiğinde zulmetmemesini, zulmetmeme fiilinin Allah’ın fiili olduğunu, mazlumun ahının olduğu yerde zulmedenin rahat olamayacağını, ilaveten insanın malının bu dünyada kalacağını ama kul hakkının onunla ahirete gideceğini öğütler.
Tevliyet ve Cibâyetten kaçınmak
Şairimiz oğluna vakıf işlerinden ve vergi tahsildarlığından uzak durmasını öğütler. Sebeplerinden birisi vakıf şartlarını yerine getirememektir. Birçok örnekte vakfın gelirinin tüketilmesi, ama taşınmazlarının harap olmaları durumunda çoğu görevlinin ilgilenmeme olgusunu gösterir. Vergi tahsildarlığından uzak durmasını, onların kira toplama peşinde olduklarını, bu işe bulaşmaktan çoğunun hanesinin yıkıldığını, ahirette de azap içinde olacaklarını belirtir.
Kuşbâzîden Kaçınmak
Kuşçuluktan kaçınmak fiili şairimizin Aile/Şehir Ahlâkı konuları içinde yer verdiği kötü fiillerden birisidir. Çünkü o öncelikle faydasız ve boş (abes) fiillerdendir. Şairimiz klasik ahlâk felsefesinin ‘medenî’ kavramını kullanmaz, bu anlamda ‘şehrî’ kavramını tercih eder. Kavramı hevasına tabi, ciddiyetten uzak (hevayî) ile niteler. Bunlar, yani hevâyî şehrî olanlar, zamanın derdini ve belasını çekmemişlerdir. Onların bu hali, akıl kuşunu uçurup kuş beslemelerinden kaynaklanmaktadır. Bir bakıma gözü bağlı kuş gibidirler. Şevk/haz içindedirler. Sesi kısılmış elde kanarya kafesi gezdirirler. Kuşlarına tane saçar, yem verir, ama akıl tanesini de yabana saçarlar. Kuş tutar, tuttuğunu besler, yem verir, ama onun yavrularını aç bırakırlar.
Şairimizin bir diğer gerekçesi, bülbülü kafese koyarak aynı zamanda onu gülün kokusundan mahrum bırakmalarıdır. Kafesteki bülbülü kuş sütüyle besleseler de hakikat böyledir ve biçare feryat eder. O feryat ederken mutlu olmak (şad) mümkün müdür? Şairimize göre bu tür fiil sahipleri, arzularının peşinde koşan, aklı kaçık kişilerdir. Oysa doğal olan bülbülü gül bahçesinde dinlemektir. Gönlü açacak olan da bu hakikattir. Haz/lezzet kuş dilinde değildir, güzel konuşan şairin kendisindedir.
Şüküfekârîden Kaçınmak
Çiçekçilik, devrin İstanbul’unun yaygın fiillerinden birisidir. Şair bu fiili de boş (bî-hude) fiillerden birisi olarak görür. Şairimizin şüküfekari için verdiği özel isim Laleciliktir.Pek çok kişi laleci lakabını almış, çiçek dizip saksı saymaktadır. Aklı soğan dikmek ve sökmek’e vermiş, yerin altına girmiş sanki.
Şairimiz bu işi/fiili, bahçıvan fiili olarak isimlendirir. Oğluna kendisini onlardan uzak tutmasını öğütler. Soğanla, çiçekle uğraşması yerine ilkbaharda gülbahçesine çıkmasını, açılan çiçekleri seyretmesini, Allah’ın sanatına (Sun’ı Bari) bakmasını, gülbahçesindeki gülleri, sünbülleri seyretmesini öğütler. Şairimiz bakışını gülistandan (fizikten) bağ-ı irfana (metafiziğe) yükseltir. İrfan bağında yetişen sünbül olmasını, gülşende açılan gül olmasını öğütler. O halde şairimize göre erdem, fiziksel güzel çiçek yetiştirmek, çiçekçilik yapmak değil, çiçekteki sanat üzerinden çiçeğin varlık sebebi olana ulaşmaktır. O bu hali, Farabi’nin metaforu olan gül ve sünbül olmak olarak ifade etmekte, ailesiyle örneklemekte, oğlundan gül ve sünbül olmasını istemektedir. Eğer böyle olursa oğlu, ecdat/aile çimeninde yetişmiş taze gül olacak ve ona ‘sünbülzade’ denilecektir. Şairimiz oğluna şu sözlerle seslenir.
Ey temiz soylu yavrum, Allah’tan dilerim ki bağımıza güzel kokulu sünbül olasın. Faziletinle ceddinin şöhretine ulaşasın, Eşbah adlı eserin ikinci şârihi sen olasın. Allah seni mamur etsin, uzun ömürlü kılsın. Lütfuna, nimetlerine layık kılsın.
“Dilerim Hakk’dan eya necl-i necib/Bağımızda olasın sünbül-i tîyb
Fazl ile şöhret-i ceddin bulasın/Sâni-i şârih-i Eşbah olasın
Seni ma’mur-u muammer ide Hakk/Lütf-u in’âmina mazhar Hakk
SONUÇ
Bildiri başlığımızda yer alan ‘poetik-pendname’ terimi, ‘manzum ahlâk’ kavramıyla eşanlamlı kullandığımız bir terimdir. Sünbülzade Vehbi, Osmanlı pendname/ahlâk geleneğini nesir ve nazım/manzum olmak üzere ikiye ayırmakta, kendi eseri Lütfiyye’yi poetik-pendname olarak ifade etmektedir. Kendi ahlâk çizgisini Gazzali-Nasıreddin Tusi-Kınalızade Ali Efendi olarak belirlemektedir. Belirlediği bu çizgi klasik İslam ahlâkının itidal/adalet amaçlı tehzibî ahlâk geleneği çizgisidir. Bu çizginin teorik temelini, cevher-araz, cins-tür, asl-fer teorisi oluşturmaktadır. Araştırmacılar tarafından poetik-pendname geleneğinin kurucusu olarak Yunus Emre, bu çizgide çocuk ahlakına dair ilk eser veren kimse olarak Ahmet Dâ’î kabul edilmektedir. Poetik-pendname geleneğinde Sünbülzade Vehbi’nin yakın örneğini/öncülünü ise Nabi ve eseri Hayriyye oluşturmaktadır. Hem Dâ’î hem Nabi ve hem Sünbülzade, eserlerini ‘hikmet’ bağlamında kaleme almaktadırlar. Her üç yazarın eserinin ana omurgası, tehzib-i ahlak’ın temel konularından birisi olan baba-çocuk ilişkisi üzerinde konumlanmaktadır. Eserlerde çocuk pasiftir. Etkin söz sahibi babadır. Baba ailenin önemli/yetişkin temsilcisidir. Çocuktan gelecekte o aileyi, aile geleneği bağlamında temsil etmesi istenmekte/beklenmekte/dir.
Sünbülzade’nin bir çocuk ahlakı olan eseri Lütfiyye, genel olarak iki konuya/bölüme ayrılmaktadır. İlk bölümde Osmanlı ilimler sistemi/tasnifi/ne, ikinci bölümde ahlâk disiplinine (fenn-i ahlâk) yer verilmektedir. Şair, eserini didaktik amaçla oğlu için hem ilimleri hem ahlâk disiplinini tanıtıp öğretmek için yazmış, ilaveten duygularını, düşüncelerini, düşlerini paylaşmıştır. Bir baba olarak çocuğuna duygulu ve muhayyel cümlelerle hitap etmiş, hikemî/ahlâkî düşüncelerini şiir (poetik-pendname) biçiminde ortaya koymuştur.
Belirttiğimiz özellikleriyle şairimizin eseri, kendisini konumlandırdığı çizgiden oldukça farklılaşmış durumdadır. Bu durum İslam ahlâk çalışmalarının zenginliği açısından olumlu bir durumdur. Eserin zaafı ise şairin eserini ömrünün son zamanlarında kaleme alması nedeniyle iyi düzenlenememiş, eserin sistematize edilememiş olmasıdır. Buna mukabil şair eserinde klasik ahlâkın erdemler-erdemsizlikler temel ayırımına bağlı kalmıştır. Şair, erdemler için poetik-pendname geleneğinin beyan, âdâb, taleb, fezail kavramlarını, erdemsizlikler için men ve ictinab kavramlarını kullanmış, doğrudan çocuğuna hitap etmiştir. Yine hem erdemleri hem erdemsizlikleri öncülü/örneği Hayriyye’yi takip ederek farklı bir tarzda ve tecrübeleriyle zenginleştirerek güncellemiş ve yenilemiş, ahlâkı/hikmeti çocuk olmayan çocuğu Lütfullah için, yani ‘çocuğa göre, çocuk amaçlı ahlak’ olarak sunmuştur. Başka bir ifadeyle şairimiz tecrübeyi çocuk ahlâkı alanına bir bilgi kaynağı olarak taşımış ve eserinde ‘baba ve aile tecrübesi’ne vurgu yapmıştır. Bu vesileyle belirtmemiz gereken şey, şairimizin şahsî ve ailevî tecrübelerinden çıkardığı önemli/temel ahlakî ilkesi ‘fayda’ olmuştur. Başka bir ifadeyle o, ilimleri ‘fayda’ açısından tasnif eden Gazzali’nin İhyau ulumiddin örneğine, kendi şahsî ve ailevî tecrübelerini de ilave ederek oğluna geçim/maişet bakımından faydası olmayan ilimlerden uzak durmasını öğütlemiş, kendi tecrübelerini bu olum/lu/suz durumlara örnek olarak vermiştir. Verdiği örnekler, Osmanlı devlet, toplum, aile hayatından gözlediği, bireysel olarak tecrübe ettiği örneklerdir. Vakıf yöneticiliği, hacegan görevleri, hizmetlilerle ilişkiler, hainler-hilekarlar, azledilmiş bürokratlar, insafsız esnaflar, görevdeki bürokratlar, hazine ve devlet malının kullanımı, şahitlik, vb.konu örnekleri böyledir. Şairimize göre oğlu Lütfi, bu ahlâkı pratiğe aktarırsa Sünbül bağının ideal bir Sünbülü, yani Farabi’nin metaforuyla İslam devlet bahçesinin ‘kırmızı gül’ü olacaktır.
Bu bağlamda özetlemek gerekirse şairimiz, oğluna döneminin lalecilik, çiçekçilik vb. yeni fiil ve davranışlardan/meşguliyetlerden uzak durmasını öğütlemiş, Maraşlı Sünbül ulema ailesinin büyüklerini ideal örnek olarak sunmuştur. Eğer böyle yaparsa çocuk, sünbül bağında yetişen bir ‘sünbülzade’ olacaktır. Bu bağlamda diğer bir tavsiyesi, oğlunun Eşbah adlı fıkıh kitabının ikinci şârihi olmasıdır. Fıkıh, devlet tarafından istihdamı yapılan kadılık mesleği için yararlı bir ilimdir. Şairimize göre yararlı ilmin yararı hiçbir zaman geçmez. O kaybolmaz, çalınamaz, kişinin elinden alınamaz. İkinci olarak şairimiz oğluna poetik-pendname geleneğine sahip çıkmasını, torununa Hayriyye ve Lütfiyye’ye benzer bir eseri yazmasını öğütlemiştir. Çünkü bu iki tür eser (fıkıh şerhi ve poetik-pendname), şairin bağ-ı irfanda sünbül/gül olduğunun göstergesi olacaktır.
Netice itibariyle şairin ‘ideal ulema-şair’ ahlâkı yorumundan şu sonuç çıkarılabilir: Bir çocuk ilim tahsil etmeli ve öğrenmelidir; ama o çocuk, istihdamında/maişetinde yararlı olan ilmi öğrenmelidir. İlaveten o, hikmet ilimlerinden ahlâk fennini öğrenmeli, ahlâkî varlıktan hareketle Yaratıcının sanatını idrak etmeli, böylece Allah ile bağ kurmalıdır. Kurduğu bu bağı ve öğrendiği ahlâkı benzer poetik bir eser (pendname) yazarak kendi nesline/çocuğuna anlatmalıdır. İşte bu ahlak, Sünbülzade’nin hikmetlerinden bir hikmettir; bu hikmetin ideal öznesi sünbül/gül/dür ve bu gül bağ-ı irfan dediği aile içerisinde yetişecek ve onu temsil edecektir.