Teketek Haber

TARİH İÇERİSİNDE ÇEŞİTLİ DİN-KÜLTÜR ve BÖLGELERDE YAS TÖRENİ VE AĞITLAR

TARİH İÇERİSİNDE ÇEŞİTLİ DİN-KÜLTÜR ve BÖLGELERDE YAS TÖRENİ VE AĞITLAR
12 Şubat 2018 - 15:10

Dünyada
Mezopotamyalılar ölenin ardından yas tutarlarmış. Bu konuda Gılgamış Destanı’ndan bilgi edinmek-

teyiz. “Arkadaşının tümüne çok üzülen Gılgamış gözünü yokladı (Endiku’nun); fakat Endiku artık gözünü açmadı. Kalbini yokladı; kalbi atmadı… Duyduğu acıdan arslan gibi bir sayha kopardı. Tıpkı yavruları aşı- rılan dişi bir arslan gibi. O, Endiku’nun yüzüne kapanıp saçlarını yoldu ve ortalığı dağıttı. Güzel elbiselerini parçalayıp yerlere fırlattı. ” (DURU 1998: 61)

Gılgamış Destanı’nın başka yerinde ise yasla ilgili şöyle deniyor: “… Senin için Uruk halkına ah ve figan ettireceğim, mesut kimselere etrafında matem tutturacağım ve ben senden sonra etrafımı mundar bir hâle getirip, senin için kendimden vazgeçeceğim. Sırtıma bir aslan postu atıp çöllere düşeceğim. ” (DURU 1998: 61)

Eski Mezopotamya’da ağıtçı kadınların bulunduğunu ise Gılgamış’ın şu sözlerinden anlıyoruz: “Beni dinleyin! Siz ihtiyarlar, beni dinleyin! Ben Enkidu için ağlıyorum. Arkadaşım için. Ağıtçı kadınlar gibi acı sızı döküyorum. ” (DURU 1998: 61)

b) Yahudilik’te Yas Töreni ve Ağıtlar

Yahudilikte, ölen kişi “şeol” denen başka bir dünyaya gider. Ruhu ise mezarda kalır. Tevrat’a göre ölüm, ruh anlamına gelen soluğun alınmasıyla meydana gelir: Yüzünü gizlersin onlar, şaşırırlar; soluklarını alırsın onlar ölürler ve topraklarına dönerler. Yahudilikte cenaze gömüldükten sonra matemli kimse yedi gün evde kalıp taziyeleri kabul eder. (DURU 1998: 64)
Yahudiler, Kudüs’teki Hz. Süleyman’ın mabedinin yıkılışını anmak için her cumartesi günü bu mâbedin“ağlama duvarı”nın önünde toplanarak ağlarlar. Yahudilerde, ölüm sebebiyle düzenlenen yas törenlerinde ağlayıcı kadınlar, elbiselerini yırtıp saçlarını keserek hazır bulunmaktadırlar. Bunlar, yedi günlük yas müd- detince ölen şahsın durumuna uygun olarak uzun veya kısa şiirler söyler ve koro halinde haykırarak ağlar- lar. Tevrat’ta Hz. Dâvud’un Saul (Tâlût) ve Yonathan için yaktığı rivayet edilen ağıtlar, bu tarz şiirlere örnek olarak gösterilebilir. (GÖRKEM 2001: 12)

Mezopotamya’nın ünlü destanı Gılgamış’tan ve Yahudi inanışının esaslarını belirleyen Tevrattan seçti- ğimiz metinlerde ve örneklerde görüldüğü gibi ağıtlar ve ağıtçılık büyük bir yer tutmakta önem arz etmek- tedir. Adeta ağıtlar bu eserlerin özüne ruh vermekte, kurgusuna iskelet olmaktadır.

c) Hristiyanlık’ta Yas Töreni ve Ağıtlar

Hristiyanlığa göre bir kişi öldüğünde önce papaz ve ardından va iz ailesi çağrılır ve sonra üzüntülerini belirtmek, yardımcı olmak amacıyla komşular ölü evini ziyaret ederler… Ölenin vücudu kefenlendikten son- ra bir tabuta konur ve tabut dört kişi tarafından, papazlar ve diyakonların söyleyecekleri ilahilerin eşliğinde kiliseye kadar taşınır.

Mezar hazırlandıktan sonra onun başında ayin ve cenaze töreni yapılır. Sonra da herkes ölü evine gi- dip orada bir şeyler yedikten, üzüntülerini tekrar belirttikten sonra evlerine dönerler. İkinci gün, ölü için yeniden tören yapılır ve ölünün akrabaları kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtırlar. İkinci gün, ölü için yeniden tören yapılır ve ölünün akrabaları kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtır. Üç gün boyunca komşular yas evine üzüntülerini bildirmeye sürekli olarak gelirler. (DURU 1998: 64- 65)

Budizm’de ve Hindu inanışlarına göre Hindistan’da yaşayan akrabalar, ölülerin hayrı için bir sürü hay- van kurban edebilirler, dini ayinler yapabilirler, sadaka verebilirler. (DURU 1998: 76)

Hindistan’da yaşayan Omaholar, söyledikleri ağıtların tılsımlı olduğuna inanırlar. Söyledikleri ağıtlar, dünyayı tekrar görme imkânı olmayacak olan şahsı övücü mahiyettedir. Kalamath Hintlileri ise, “ Can alıcı ruh’un üç gün boyunca ölen şahsın yanından ayrılmadığına inandıkları için, bu süre zarfında hem figan eder, hem de ölüyü can alıcı ruhtan korumak maksadıyla yaktıkları ateşi söndürmezler. (GÖRKEM 2000: 3)

Eski Çin’de; “ölüyü defnetmek için mezara gidilirken, ağıtçılar kendilerini yerden yere atarak ağıt söy- lerler. Bunlara, rahiplerle müzisyenler de iştirak ederler. (ULUDAĞ 1988: 470)

İslamiyet’ten önceki dönemde yaşayan Arapların nihayet-nevha, nedb-nüdbe, resâ-mersiye, matem, bükâ, na’y gibi isimler verilen ağıt yakma ve yas tutma törenleri düzenledikleri bilinmektedir. Bu törenlerde “nâiha-nâihat” denilen ve mesleği ölülerin arkasından saçını yolup elbiselerini yırtarak ağlayıp ağıt söylemek olan, ücretle tutulmuş kadınlar görev yapmaktaydılar. Bunlar “menâha” denilen ağıt mahallinde toplanır ve ölenin fazilet ve kahramanlıklarını anlatan ağıtlar okurlar. Böylece orada hazır bulunanları elem ve ıstıraba boğarlardı. (ULUDAĞ 1998: 471)

Bu bilgi ve örnekler göstermektedir ki ağıt yakmak yalnız Türklerin değil, tüm dünya insanlarının ve kültürlerinin acı karşısındaki benzer tavrı, re eksidir.

d) İslamiyet’te Yas Töreni ve Ağıtlar

İslamiyet’e göre ölünün arkasından ağlamak, yas tutmak, doğru değildir; çünkü ardından ağlanan ölü kabirde rahat edemez, kabir azabı görür. Hz Muhammed ölünün ardından yas tutmakla ilgili şu hadisi söy- lemiştir; “Başına yüzüne vuran, üstünü başını yırtan, cahiliyetteki gibi ağıtlarla yas tutan bizden değildir. (DURU 1998: 76-77) Ancak kadınların ölen eşlerinden sonra yeniden evlenmeleri için geçecek olan 4 ay 10 gün olan süre bir anlamda yas kabul edilmektedir. Hz. Muhammed bu durumla ilgili şöyle bir hadis söyle- miştir: “Allah’a ve ahirete inanan bir kadına üç günden çok yas tutması (süslenmesi anlamında) helal olmaz, meğer ki ölen kocası ola. Ölen kocasıyla henüz gerdeğe girmemiş de olsa 4 ay 10 gün, hamileyse doğurup lohusalığı geçinceye kadar süslenmez, evlenmez”. yasaklanan; yas, haykırarak ağlamak, dövünmek, üstünü başını yırtmaktır. (DURU 1998: 77)

Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi İslâm dünyasında büyük bir üzüntüye sebep olmuş, bu masum peygam- ber torununa yapılan haksızlık, asırlar boyunca ağıtlar yakılmasına sebep olmuştur. (KÖKSAL 2003: 219- 220)

Hz. Hüseyin’in şehadetini duyan herkes acıyı yüreklerinin en derin noktasında hissederler. “Medine kadınları da, her tara an feryada başladılar. Koparılan feryatlardan, Medine yerinden oynadı. O güne kadar, bunun bir benzeri görülmemişti. İbn’i Şirin: “Kadınlar, Yahya Aleyhisselam’dan sonra, Hz. Hüseyin’e ağla- dıkları kadar hiç kimseye ağlamamıştır. ” der… (KÖKSAL 2003: 243)

Hz. Hüseyin için birçok yanık mersiyeler söylenmiş, ağıtlar yakılmıştır. (KÖKSAL 2003: 245)

Hz. Hüseyin veya diğer deyişle Kerbela vakası, bu vakadan sonra yakılan ağıtlar ve vakanın tören nite- liği kazanıp her yıl yeniden yaşatılması bize yüce veya yüksek şahsiyetlerin ölümünün (süblimasyon/yücelt- me) ululama geleneğine uygun olarak tarihsellik kazandığını çok iyi örneklemektedir. Bu vaka aynı zaman- da ölen ve ağıt yakılan insanın ölme biçiminin de önemli olduğunu düşündürmektedir. Zira Hz. Hüseyin öldürülmese, eceli ile ölse, haksızlığa ve zulme uğramasa bu denli büyük ve sürekli bir ilgiye (belki) mazhar olmayacaktı.

e) Eski Mısır’da Yas Töreni ve Ağıtlar

Eski Mısırlılar’ın ölülere büyük önem vermiş olduklarını, ölülerin özel yerlerde mumyalanarak mu- hafaza edilmelerinden anlıyoruz. Eski Mısırlılardaki yas törenini en iyi şekilde “Heredot tarihi”nden öğre- niyoruz. Bir evde hatırı sayılır biri öldü mü evin bütün kadınları başlarına yüzlerine çamur sürerler; sonra ölüyü evde bırakıp sokaklara dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar, memelerini açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler; bütün akrabaları da onlarla beraber giderler; öbür yandan erkekler, onlar da sıvanmış olarak dövünürler. Bu törenden sonradır ki cenaze, tahnit[1] edilmek üzere, ölçüye götürülür. (DURU 1988: 57- 58)

Eski Mısır’da ağıt metni özelliğine sahip olan ve “maneros” adı verilen şiirlerin varlığı bilinmektedir. İnsanlar için söylenmiş olan bu ağıtlara ilaveten, Amen’in kutsal koçu için söylenmiş bir başka ağıt metni daha günümüze kadar gelebilmiştir. (GÖRKEM 2001: 11- 12)

Eski Yunanlılarda ibadetlerin mezarlar etrafında yoğunlaşması Yunan dininin en önemli belirleyici

1 Eski yunanlılarda ağıt söyleyen kadınlara “korainai” adı verilmektedir ve bu kadınlar cemiyet içinde itibarlı bir mumyalama mevki- ine sahiptirler… Yunanlılar ölüm törenlerinde söyledikleri ağıtlara “threnos” adını vermişlerdir. (GÖRKEM 2001: 12) özelliğidir. Birer anıt halinde mezarlar, hazineler ve her çeşit ev eşyasını içermektedir. Mezarlara kurbanlar sunulur, ölülerin mezarlarında ikamet ettiklerine, gölgelerin de Hades ülkesine gittiğine inanılırdı…

İlk çağda, Yunanistan’da cenaze başında veya gömülme törenlerinde ağlamayı meslek edinmiş kadınlar vardı. Sözde derin acı duyuyormuş gibi yaparak, elleriyle üstlerini başlarını yırtarak bu ağlayıcılar bir ağız- dan yas ilahileri söylerlerdi. (DURU 1998: 55)

Eski Yunan’da ağıt söyleyen kadınlara ‘karainai’ adı verilmektedir ve bu kadınlar, cemiyet içinde itibarlı bir mumyalama mevkie sahiptirler… Yunanlılar, ölüm törenlerinde söyledikleri ağıtlara ‘threnos’ adını ver- mişlerdir. (GÖRKEM 2001: 12)

Bu örneklerden çıkardığımız sonuçlardan biri de ağıt yakmanın ustalık ve uzmanlık gerektiren bir uğ- raş olmasıdır çünkü örneklerimizde bu işi meslek edinen insanların varlığına dair atı ar vardır ki bu gön- dermeler hem ağıt yakmanın hem de yakılan ağıtın içeriğinin ve niteliğinin önem kazandığının, önemli görüldüğünün somut delilleridir. Ayrıca ağıt yakabilme becerisine sahip insanlara toplumda ayrıcalıklı bir mevki de verilmesi ilginçtir.

f) Türkiye’de Yas Töreni Ve Ağıtlar

Acıyı kayda geçiren, önemseyen, kutsayan edebi tür ve şiir türü nedir diye bir soru sorulsa , bunun ilk akla gelen tek cevabı vardır o da ağıttır. .Türk edebiyatı ağıt türündeki zengin örnekleriyle Dünya edebiya- tına önderlik ve rehberlik edecek bir çeşitliliğe, deyim yerindeyse geniş bir repertuara sahiptir. Türk ağıt geleneği, Anadolu’da anonim ve âşık tarzı olmak üzere iki yönden gelişmiştir. Çevrede sevilen toplumun ölümünden etkilendiği insanlar için âşıkların söylediği deyişler içinde ağıtlar önemli yer tutmaktadır. Birçok âşık, istek üzerine, ölenler için ısmarlama ağıt söylemişlerdir. (BALİ 1997: 249-250)

Türklerde yaygın olarak yapılan yuğ veya yas merasimi ve bu merasimlerde söylenen ağıt yakma gele- neği geçmişten günümüze bazı değişikliklere uğrayarak günümüze kadar gelmiş ve bugün de yaşatılmak- tadır.

Anadolu’nun hemen hemen her yerinde ölünün arkasından ağıt söylemek gelenektir. Bölgelerimize kısaca bir göz atacak olursak bunları çok net bir şekilde anlarız.

Genelde Ege ve Marmara Bölgesi’nde özelde Afyon Karahisar’da ağıt geleneği değişik şekillerde devam etmektedir. “Emirdağ’ın Bağlıca köyünde ağıtlar, cenaze kaldırılmadan onun baş ucunda ve definden sonra, kadınlar tarafından ölü evinde söylenmektedir. Yas törenlerinde eğer ağıt söylenmezse, ölü sahibi yöre insa- nı tarafından kınanır. ” (GÖRKEM 2001: 21)

Afyon’ un Sincan ilçesine bağlı Akçoşar köyünde ölünün başında nefes söylenir, ağıt yakılır. Ölü gö- mülene kadar ev süpürülmez, eve su getirilmez. (DURU 1999: 78) Afyon’un İscehisar ilçesinin Alanyurt köyünde ölünün gömüleceği gün düğün varsa, ölü gömülene kadar çalgı çalınmaz. (GÖRKEM 2001: 86)

Afyon’ da ölünün ardından 3, 7, 40, 52 ve bir yıl sonrası yemek verilir. Bazı Alevi köylerde de yedi yıl süresince ya da yedisi birden bir yılda olmak üzere kurban kesilir. Yemekle birlikte bazı günlerde mevlit okutulur. (GÖRKEM 2001: 87)

Yas tutma süresi, ölen kişinin yaşına, cinsiyetine ve yas tutan kişiye göre değişmektedir. Yas tutulan yerlerde eğlenceden uzak durulur, kadınlar yeni elbise giymezler. Karacalar köyünde siyah giyilir. Erkekler beş altı gün tıraş olmazlar. Yastan çıkmak için ölü yakını kadınlara komşularınca kına yakılır. (GÖRKEM 2001: 90)

Muğla’nın Ortaca ilçesinin Kemaliye köyünde cenaze olduğunda müsahipli ailelerde saz çalan varsa meyit (nefes) söylenir. Cenaze gömüldükten sonra cenazeden dönenlere yemek verilir. Ayrıca 3. , 7. , 40. günlerde ve yıldönümlerinde kurban kesilir, komşular çağrılır ve yemek verilir.

Kemaliye köyünde 40 gün yas tutulur; ancak bu süre ölenin genç ya da yaşlı oluşuna göre değişir. Öle- nin kadın ya da erkek olması bu süreyi değiştirmez. Ancak en çok çocuk ve gençler için yas tutulur.

Yas tutanlar, eski şeyler giyinmeye, süslenmeye ve eğlenceden uzak durmaya çaba gösterirler. Yas tu- tanlar, renkli ve süslü giyinmez, makyaj yapmaz (kadınsa), eğlenceye gezmeye gitmez, tıraş olmaz (erkekse), cinsel yaşamdan uzak dururlar.

Ölü sahiplerinden ağıt yakmasını bilenler ağıt yakar, bazen öleceğini bilen kişi sevdiği insanlar için de ağıt yakabilmektedir. Ölenin akrabaları düğün, nişan, sünnet gibi olayları 40 gün ertelerler. (DURU 1998: 80-83)

Bursa’nın İnegöl ilçesinde inanç gereği ölünün gömüldüğü gün un helvası yapılır ve komşulara dağıtılır. Ölünün yıkandığı yerde yedi gece boyunca mum yakılır ve evde tebareke okunur. Ölünün yedinci kırkıncı ve elli ikinci gecelerinde mevlit okunur.

Çerkezlerde ve Abazalarda ölü gömülmeden önce ölüyle ilgili ağlayıcılar ağlayarak ölümü çevreye du- yurur. Toplanan kişiler ölüyle ilgili ağıtlar yakarlar. (KARTAL 1985: 40)

Denizli’nin Acıpayam ilçesinde ise yas tutma şöyledir: “Ağıtçı kadın yahut “âşık bacı” adı verilen ağıtçı kadınlar ölü evine siyah yün ip, başörtüsü veya peştamel göndererek davet edilir. Kadın, sesinin ulaşabilece- ği bir yerden ipi ve başörtüsünü sallayarak ağıt söyler. Bu ağıtlar, 7 heceli dörtlüklerdir. ” (KAYA 1999: 253)

Bu bilgilerde ölünün ardından yakılan ağıtlara İslami moti erin eşlik ettiğini, İslami ögelerin ağıt yak- ma, yas tutma geleneğimize tebareke, mevlit okuma, hatim indirme gibi kabullerle girdiğini görmekteyiz.

İç Anadolu Bölgesi’nde ağıt yakma geleneği sürdürülmektedir. Ankara’nın Kalecik ilçesindeki gelenek şu şekildedir: “Kalecik ilçesinin Hançılı köyünde ‘ağıt/ağıt türkü’leri ölü kaldırıldıktan sonra kadınlar gibi erkekler de yakabilir. Ölüm olayının dışında ‘hasretlik, gurbet, felâketler, ayrılıklar, umut kesikliği, yalnızlık, çaresizlik’ gibi sebeplerle de ağıtlar yakılabilmektedir.” (GÖRKEM 2001: 19)

Ağıt denince akla Avşarlar geldiği için Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesindeki Avşarlardan bahsetmeden geç- mek olmaz. “Afşarlar da ölünün başında ağıt yakar. Ne var ki ağıtçılar bu işi para karşılığında yapmaz. Ağıtçı kadın başına siyah bir kefiye (ipekli kara bez) örter. Eline sıra ile ölenin eşyalarını alır, dörtlükler halinde ağıt söyler. Orada bulunanlar, her mısraın sonunda ‘oooy…ha ha!… ’ diyerek ağıtçıya eşlik ederler. ” (KAYA 1999: 254)

Karadeniz Bölgesi’nde yapılan yas törenlerinde de ağıt söyleme geleneği devam etmektedir. “Akçaabat’ta cenaze orta yere konur, kadınlar etrafında halka şeklinde ve ayakta dizilirler. Şalın bir ucundan tutar, bir ucunu da omuzlarına atarlar. Önce baştaki ağıt söyler ve onu, sırayla diğerleri takip eder. Hepsi ağıt söyle- dikten sonra tekrar baştakine gelir. Bu arada bir yandan da ölünün etrafında dönerler. Bu yörede ölü için erkeklerin de ağıt söylediği bilinmektedir. ” (KAYA 1999: 253)

Tokat’ta ağıt töreni daha çok genç yaşta ölenler için düzenlenir. Cenaze defninden sonra mesleği ağıtçı olan kadınlar, ölü evine çağrılır. Ölenin elbiseleri ortaya getirilir; ağıtçı kadın “ölenin şanına uygun beyitleri” ezgi ile yavaş yavaş söyler. Ağıt söyleyen kadınlar ile törende hazır bulunan diğerleri bu sırada elleriyle yüz- lerini, saç ve başlarını yolarlar. (GÖRKEM 2001: 23)

Bayburt’ta sürdürürlen yas töreni geleneği tüm canlılığıyla devam etmektedir: Bayburt’ta ölü mezara konduktan sonra mezarın iki başına birer tahta dikilir. Eğer ölenler gençse mezarın baş tarafındaki tahtaya mavi kırmızı veya yeşil bir bez asılır. Bundaki amaç mezardaki kişinin genç yaşta öldüğünü anlatmaktır.

Ölümden sonra “gaziler helvası” denilen un helvası yapılır, Kur’ân-ı Kerim okunduktan sonra orada- kilere dağıtılır.

Bayburt’ta normal yas süresi, üç gündür. Ancak bu süre yaşlıların ölümünde geçerlidir. Ölenler genç erkek veya kızsa, bu süre bir iki seneye kadar çıkabilir.

Yas süresince eğlence yapılmaz, radyo veya televizyon açılmaz, müzik dinlenmez. Ölenin erkek yakın- ları yas süresince sakal tıraşı olmazlar.

Ölenin ölümünden sonra kırkı ve elli ikisi hesaplanır ve ona göre Kuran okutulur. Kırkıncı günde kom- şulara ölenin yakınları tarafından “kırk ekmeği” denilen bir ekmek verilir. Kurban kesilir. Elli ikinci akşamı da bu gelenek devam eder. (SANTUR 1991: 109-110)

Buraya kadar olan örneklerden çıkan, yas tutma geleneği içindeki dikkat çeken hususlardan birisi in- sanımızın neşe ile acıyı kesin olarak birbirinden ayırması, düğününü, eğlencesini acısından en az kırk gün sonraya ertelemesi ise diğeri ölülerin hatırlanmasının bütün bölgelerimizde ve kültürümüzde ortak olarak üç, yedi, kırk ve elli iki gibi sayılarla ifade edilen günlere denk getirilmesidir. Bu durum Türk Halk edebi- yatında sayılara yüklenen özel anlamlarla ilgili bir tutumdur ki bunun nedenleri ayrı bir araştırma konusu olacak kadar geniştir.

Doğu Anadolu’daki şehirlerimizden biri olan Malatya’da ölünün elbiseleri üzerine ağlama geleneği yay- gındır. “Ağıtları ‘keyneni başı’ adı verilen ağıtçı kadınlar söylerler.” (KAYA 199: 254)

Doğu Anadolu’daki yas tutma ve ağıtlarla ilgili geniş bir çalışması bulunan Yaşar KALAFAT’ın izlenim- lerini fazla yorum katmadan vermeyi uygun gördük:

Eski Türk kültüründe, ölenin sağlığında nice iyi insan olduğu, nice kahramanlıklar, iyilikler yaptığı terennüm olunarak ifade edilirdi. Bu tür yakınmaları ifade etmeye ağıt yakma denirdi. Muş çevresinde bu yakılan ağıtlara sabu denilmektedir. Söz konusu kelime Sagu’dan bozulmadır. Ölü için yakılan ağıtlara eski- den verilen addır. Amaç, yine bu ağıt yolu ile ölenin ruhuna üzüntülerin derinliğini anlatmak ve buna, onu inandırmaktır. Bu inançlar Doğu Anadolu Yöresinde de, muhtelif şekillerde izlerini sürdürmektedir. Kars ilinde, Azeri ve Karakalpaklar, Ağrı’nın Tutak, Taşlıçay, kasabalarında, Muş’un Bulanık, Van’ın Bahçesaray çevrelerinde olduğu kadar, Bitlis, Hakkâri, Malatya, Adıyaman, Tunceli, Ş. Urfa, Gazi Antep, Elazığ, Sivas ve K. Maraş illerinde de, aynı inancın izlerini taşıyan, ağıt yakma mevcuttur.

Kimi yörelerde ölenin ardından aile fertleri arasında ağıt yakma kabiliyetine sahip kimse çıkmazsa, bunu, onlar adına yapacak kimseler bulunur. Para ile tutulan bu ağlayıcı ve ağıt yakıcılar, geride kalanların adına duyulan acıyı, ayrılıktan çekilen üzüntüyü, ağıt yakarak terennüm ederler ve aralarında “oy oy, vay vay, ah ah” gibi çığlıklar atarak ortalığı gözyaşına boğarlar.

Fırat/Elazığ çevresinde ölenin ardından kırk gün yas tutarlar. Ölenin ardından daha çok kadınlar ağlar. Kızlar ve kadınlar, acılarını ifade etmek için saçlarını/başlarını yolar, başlarını taşa vururlar. Ölen kimse, çok sevilen biri ise, ardından ağıt da yakılır. (KALAFAT 1995: 128- 129)

Kars çevresinde, ölenin yakınları, ardından ağlarken, dövünürler, üstlerini başlarını yırtarlar. Göğüsle- rini döverler ve elbiselerinin bu kısmını yırtmaya çalışırlar. Ağlayanlar arasında yüzünü tırmalayan, başını duvara vuran da olur…
Van’da yas süresi, üç ile yedi gündür. Van’ın Karahan köyünde, bir ölen varsa ölü çıkan evin kızları elbiselerini ters giyinirler. Kadınlar yas boyunca elbiselerini ters giyer, başlarına kara yazma bağlarlar. Kadın ve kızlar yüzlerini tırmalayıp kanatır. Bu, ölenin ruhunun, geride kalanları beraberinde alıp götürmemesi için alınan bir tedbirdir. Türk inancına göre, ölen kimi zaman çok sevdiği veya kötülük etmek istediği kişileri de beraberinde alıp götürür. Söz konusu inancın bir neticesi olarak, ölenin ruhunu soğutmak amacıyla, elbise ters çevrilir. Yas aylarca sürer. Erkekler sakallarını yas bitinceye kadar kesmez ve Ters giyinme çeşitli dini törenlerde, Altay ve Oğuz Türklerinde de görülmektedir. (KALAFAT 1995: 129- 130)

KALAFAT, devamında yas tutma bitince yas evindekilerin köyden bir kişi tarafından yemeğe çağrıl- dığını, yemeğe başlamadan önce elbiselerini ters giyen kadın ve kızların bunları düzelttiğini başlarından kara yazmaları çıkarıp al ve ak renkli yazmaları bağladıklarını, o ana kadar tıraş olmayan yasçıların tıraş olduğunu, verilen yemeğin ölenin ruhunu memnun etmek için verildiğini ve bunun “yas kaldırma” olarak anılabileceğini belirtmektedir.

Siverek kasabasında, ölü çıkan evin mensupları ve akrabaları ile yakın komşuları da, yas alameti olarak kara giyinirler. Üç gün süren yas sonunda kara elbiseleri çıkarıp renkli giyinirler Böylece “yas kaldırma” yapılmış olur. (KALAFAT 1995: 130)

Erzincan civarında, yas evinin kadını kızları, yasın yedinci günü hamama çağrılır. Komsular, burada onlara aş döker. Yemek yenir. Birlikte yıkanılır. Böylece yas bitmiş olur. Aynı işlem Erzurum’da üçüncü ve yedinci gününde yapılır. Ancak, burada hamama, komşu kadınları, ölenin sahipleri tarafından davet edilir ve aş verilir.

Doğu Anadolu’da cenaze töreninin üçüncü günü “semimi” adı verilen özel bir ekmek pişirilir ve ikram edilir.

Urfa ve yöresinde hamama ölü evi mensupları gider… Sivas’ta, ölünün on beşinci günü, ölü evi men- supları hamama götürülür.

Doğu Anadolu’nun hemen her tarafında karalar giyilmesi yas tutulduğunu gösterir, “yastan çıkmak” karaları çıkarmak demektir. (KALAFAT 1995: 130-131)

Muş ilinde, ölenin evinde yas tutma ha alarca sürer. Bu zaman içinde, ağlayıcılar, ağıtçılar, ölenin ar- dından acılarını dile getirir, terennüm eder. Yas sırasında ölü evi badana edilmez. Hamama gidilmez, kına yakılmaz, takı takılmaz, baş sağlığına gidenlerde buna uyarlar… Yastan çıkma, ancak bayram geçince olur.

Türk inançlarında ıduk aynı zamanda ölenin ardından dökülen yaşı, onun adına dağıtılan yiyecekleri ifade eder. Yani, ölenin ruhu için adanmış, onu ruhunu memnun etmek için verilen yiyeceklerdir. Bu inanç Doğu Anadolu’da yaşamaktadır. Urfa yöresinde, ölü çıkan evin mensupları, onun adına komşu ve akrabala- ra helva dağıtırlar. Tuz ve ekmek / tatlı da un olması / hakkı inancı, Türklerde çok eski bir inançtır ve buna büyük saygı duyulur. Ayrıca Doğu Anadolu’nun hemen her yerinde, aynı inançtan kaynaklanan bir adet vardır. Her Cuma akşamı helva kavurmak, helva kavurma sırasında çıkan tatlı koku ile ruhların memnun olacağına, kokuyu duyanların yemesi halinde sevaba gireceğine inanılır. (KALAFAT 1995: 131)

Radlo Altay ve Türk boylarında ölüm münasebetiyle yakılan ağıtları anlatırken, genç ölülerin ellerine kına yakıldığını belirtmektedir. Orhun Abideleri’nde; yastaki milletin saçını kulağını kestiği belirtilmektedir. Diyarbakır’da ölenin ardından kırk gün yas tutulur. Ölenin, öldüğü günün yıl dönümünde, ruhunun,evini ziyarete geldiğine inanılır.
Hakkâri’de baş sağlığına gidenler, ölü evine değil, yakın komşularına gider ve yedi kapı dolaşırlar. Bunun altında, kötü ruhu şaşırtmak, insanların ruhunu alıp götüren iyeyi atlatmak, aynı durumla karşılaşma- mak inancı yatar. Orta Asya Türk inançlarında yer alan bu hareket de, mahiyeti unutulmuş olmakla beraber devam etmektedir…

Ağrı köylerinde, yasta olan kadın, kara renkli elbise giyer. Zülü erini toplayıp kimseye göstermez. Yü- zünü yırtar kanatır. Elbiselerini ters giyer. Kırk gün yas tutulur. Bunu yapmayanlar hem ayıplanır hem de o kişinin başına felaketlerin geleceğine inanılır…

Bitlis’te, ağıtçı kadınlar ağlayıp acınır ve ölen için methiye niteliğinde sözler söylerken yaslı ailenin ka- dınları da saçlarını keserler. Bu şekilde, ölene saygı gösterildiğine, duyulan acıyı ifade ettiklerine inanılır. (KALAFAT 1995: 132)

Malatya’nın Darende kasabasında, ölenin ardından tutulan yas kırk gün sürer. Bununla beraber, aile ilk bayrama kadar da yaslı sayılır. İlk kırk gün içinde, erkekler tıraş olmaz. Ölü aşı, ölenin evinde yenir. Kom- şular bu eve yedi gün yemek taşır. Yedi gün sonra ocak yakılır ve ölü evinin ocağında helva pişer. Helva ko- kusunun etrafı sarması sağlanır. Helva konu / komşuya dağıtılır. Yasın kırkıncı günü, yine aş verilir, mevlüt okunur ve fakirlere para dağıtılır. İlk bayram ile yastan tamamen çıkılmış olur. Başlangıçtaki inançlarımızın kalıntısı olan bu işlemler, Darende’de hâlâ yaşamaktadır.

Malatya’nın Kuluncak ilçesinde ise ağıt yakma geleneğinin devam ettiği, ancak, ağıt yakmanın, ölünün başında değil de ölümden birkaç gün sonra yapıldığı belirtilmektedir.[2]

Elazığ, Kars, Ağrı, Hakkâri, Malatya ve Sivas’ta, ölen kardeşin eşini alma veya ölen gelinin kız kardeşiyle evlenme ile ölenin ruhunun rahat edeceğine, huzur bulacağına inanılır. Bu eski bir Türk inancıdır. (KALA- FAT 1995: 132-133)

Bugün Kars ve Erzurum yörelerinde ağıt söyleme geleneği devam etmektedir. Ağıt söylemeye “bayatı söylemek” denilmektedir. Kadın ağıtçıların yanında Âşık Şeref TAŞLIOVA, Âşık Reyhanî ve Âşık Murat ÇOBANOĞLU, Âşık Maksudî gibi ozanlarımız da bu geleneğin yaşatılmasına katkıda bulunmaktadır.

Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde ve özellikle Gazi Antep ve Şanlı Urfa’da yaşayan Türkmenler bu geleneği sürdürmektedir. “Antep’te yaşayan Türkmenler, “Genç ölmüş bir adam gömüldükten sonra, onun atını süslerler ve ölünün üstünden çıkarılan elbiseyi bir ağaca giydirirler. Köyün kadınları donatılmış bu atın ve giydirilmiş ağacın karşısına geçerek ağıtlar okur ve ağlarlar. ” (YALMAN /YALGIN 2000: 61)

“Şanlı Urfa’nın Siverek ilçesinde tâziye üç gün sürmektedir: Kadınlar ağkar yas tutarlar. Ağlayıcı bir kadın, ölünün elbiselerini alarakherkese gösterir; çektiklerini hastalığını anlatır, iyiliğini metheder. Ağlayıcı kadın evde üç gün kalır vekendisine her gün için bir gümüşmecidiye verilir.” (Türk Dünyası Edebiyat Tarihi c. 3: 2003)

Akdeniz Bölgesi, ağıt yakma geleneğinin diğer bölgelere göre daha yoğun olduğu ve folklorun daha canlı tutulduğu bir yerdir. Bu nedenle Akdeniz Bölgesi’ni en son işleyerek daha geniş bir şekilde ele almayı uygun gördük. Özellikle Toroslar, Çukurova, Adana, Osmaniye, Kahraman Maraş civarında yaşayan Türk ve Yörük olan halkımız arasında ağıt söyleme geleneği yaygındır.

Kadirli ve Osmaniye Ağıtları üzerine araştırma yapan Esma ŞİMŞEK “Kadirli’de Yetişen Ağıtçı Hanım- lar” adlı makalesinde, yöredeki ağıt geleneği hakkında şöyle der: “Çalışmaya başlamadan önce, bu kadar ağıtçının olabileceğini biz de tahmin etmemiştik, ancak Kadirli’nin birçok köyüne ulaşamamamıza rağmen, çok sayıda ağıtçı hanımın varlığını tespit etmemiz, teknolojinin hızla geliştiği günümüzde “ağıt söyleme geleneği”nin yerini muhafaza ettiğini göstermiştir. (ŞİMŞEK 1994: 202)

İsmail GÖRKEM’in Çukurova Ağıtları adlı çalışmasında, Çukurova’daki ağıt geleneği hakkında bilgi aldığı kaynak şahıslardan Hama Yeşilyurt, yöredeki ağıt geleneği hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Ben de ağıt düzerim. İçimden geliyor. Genç bir ölü olurdu; ben de cenazeye giderdim. Kadınlar beni ite ite ölü sahibinin yanına kadar çıkarırlardı. Beni görüp ağlayıp söylerlerdi; ben de söylerdim. Cenaze kalk- madan ağıda başlanırdı. Pırtılarını elimize alıp ağlardık. Birbirimize sarılıp ağlardık. Mezarın başına gidip orada da ağlardık. (…) Ağıt söylediğim için para almam; vermezler. Eğer cenazeye gidip de ağlamazsanız sizinle konuşmazlar; ‘filanın ölüsüne ağlamadın’ derler. Daha çok, genç ve acıklı olan ölümlerde ağıt yakılır.” (GÖRKEM 2001: 95)

Aynı eserden edindiğimiz bilgilere göre bir başka kaynak şahıs da ağıt yakma geleneği hakkında şunları söylemektedir: “Eskiden ölüye esvabıyla ağlarlardı. Esvabını silke silke ağlarlardı. Biri esvabı eline alır, bir beyit söylerdi; hep beraber ağlarlardı. O, esvabı diğer birisine atardı; o da ağlardı. Mezarın başında ağlamaz- lar; orada Kur’ân-ı Kerim okurlar. Cenaze ânında gelenler olursa, onları da ağıda katarsın. Dışarıdan gelen tanıdıklarına sarılıp ağlarsın. ” (GÖRKEM 2001: 95)

Çukurova yöresinde ağıt üzerine araştırma yapan yazarlarımızdan Yaşar KEMAL, 1940-1941 yılların- da Kadirli ve yöresinde ağıt yakma geleneğini araştırır ve bu konuda şunları söyler: “Bir köyde ölüm olduğu vakit, bunu duyanların hepsi ölü evinde toplanır. Bu sırada, halka olmuş kadınların içinden biri kalkarak, ölünün elbise ve çamaşırları bulunan bohçayı kadınların birinin önüne atar. Önüne bohça atılan kadın, bohçayı açar, içindeki eşyalardan birini eline alarak ağıdı söylemeye başlar. Ağıtın bir beyti söylenince, söy- leyen ve öteki kadınlar hep birden ağlamaya başlarlar. Bu ağlamak, bazen da kıt’a sonunda olur. O, kadının uydurduğu besteye bakar.

Artık her beyit söylendikçe arkasından ağlanır. Birinci kadın yorulunca, diğer bir kadın bohçadan bir eşya alarak söylemeye başlar. Böylece söylemek isteyen kadınlar söyler ve ağlarlar. Bu, yorgunluk duyun- ca, içlerinden biri bohçayı dürer ve sükûnet içinde yerlerinden ayrılırlar. Ölü de yıkanmak için kaldırılır. ” (GÖĞÇELİ 1997: 54)

Bölgemizdeki ağıt yakma geleneğinde Avşarların önemi ve katkısı çok büyüktür. Adana Yöresi Avşar Ağtıları ve Bu Ağıtların Adana Âşıklık Geleneğine Etkisi adlı doktora tezini hazırlayan Zekiye ÇAĞIMLAR; Adana ve çevresinde 1000’den fazla ağıt derlediğini ve bunun 333’ünün Avşar Ağıdı olduğunu söylemek- tedir: “Dili canlı tutmada en büyük etken Avşarların türküleri, ağıtları, hikâyeleri ve menkıbeleri olmuştur. Ağıtlar, bunlar içinde ayrı bir yeri oluşturur. İskân ve isyan, aşiret kavgaları, Avşarların hayatıyla acı ve yok- luk içinde özdeşleşen “ağıt” kavramını zenginleştirmiş, geleneğin bir parçası haline getirmiştir. Adı belli ya da belirsiz âşık kendilerinin parçası oldukları boyun acılarını ağıtlarla dile getirmişlerdir. Acının makamı olan “bozlak” onların müzik yaşamlarına öyle hâkim olmuştur ki, kahramanlık maceralarını anlatan tür- küler bile “bozlak makamı”nda söylenmektedir. Bu bozlağa da kendi adları verilerek “Avşar bozlağı” den- mektedir. (…) Tarihlerinde yaşadıkları acılar nedeniyle de yukarıda belirtildiği gibi “ağıt” Avşarların önemle korudukları geleneksel kültürel değerlerindendir. Bu nedenle Çukurova’da ağıt söyleme geleneği son derece yaygındır ve geleneksel özellik göstermektedir. ” (ÇAĞIMLAR 1999: 24)

Bütün bu anlatılanlarda da görüldüğü gibi Türk dünyası geleneksel inanç biçimi içinde önemli bir yeri olan defin, ağıt ve yas törenleri yüzlerce yıl korunmuş ve uygulanmıştır. Bazı farklılıklar olmasına rağmen ağıt yakma geleneğinin günümüze kadar sürmesi çok önemlidir. Beklentimiz, bu geleneğin teknolojinin za- rarlı etkilerine rağmen yaşatılmasıdır. Özellikle yöredeki ağıtları söyleyerek canlı kalmasını sağlayan Hacer TEMİZ, Fatma TEMİZ, Belkıse TAŞ- GÖK, Saliha GÖK, Safiye TEMİZ, Ayşe TEMİZ, Sıdıka GÖK, Mah- mut TAŞKAYA, Âşık Feymanî, Âşık İmamî, Âşık Hacı KARAKILÇIK, Âşık Gül Ahmet YİĞİT, Âşık Ayşe ÇAĞLAYAN, Âşık Hüseyin TOPAL, Âşık Mustafa KELEŞ ve adını hatırlayamadığımız sanatçılarımızın sayılarının artarak devam etmesini, ağıt söyleme geleneğini unutulmaktan kurtarmasını umuyoruz.