TÜRKLERDE SPOR VE OYUN KÜLTÜRÜ
Mehmet TÜRKMEN; Muş Alparslan Üniversitesi & Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi
Eski uygarlıkların hemen hepsinde görülen oyun ve spor, her ulusun kültüründe farklı boyutta yer almış ve farklı tatmin tarzı ile farklı fonksiyonlar icra etmiştir. Eski uygarlıklar arasında yer alan Türklerde, geleneksel oyun ve sporlar sosyal yapı ve yaşayışlarının hemen her safhasında yer almıştır. Sanat, edebiyat, adet ve geleneklerinin teşekkülünde mühim bir yer teşkil etmiştir. Çocukluktan gençliğe geçişin edimleri arsında yer alan bu sporlar, Asya’dan Avrupa’ya tüm Türk dünyası ve akraba toplumlarında bir onur formu olarak görülmektedir. Bozkır yaşam tarzına uygun milli irade ve niteliklerine göre Türk toplumlarında başta binicilik, atıcılık ve güreş olmak üzere birçok geleneksel sporlar ve oyunlar meydana gelmiştir. Büyük Asya, Türkistan, Anadolu ve Balkanlar olmak üzere Türk dünyasında toplam 28 adet geleneksel güreş bulunmaktadır. Türkler ata binmeyi, ok atmayı ve güreş yapmayı; ibadet, yapılan yerini; ibadet yeri, yapılan meydanını; er meydanı, cem, muhabbet ve cihat meydanları olarak görmüşlerdir.
Geleneksel sporlar, Türk halkları tarafından teyakkuz ve savaş tekniklerini bileme yolu olarak görülür, fakat aynı zamanda fiziksel mahareti de ruhsal güç ve kutsanmanın bir işareti olarak da görürler. Bu sporların yapıldığı festivaller, sadece ter atma fırsatı, doğal mücadeleci içgüdüleri açığa vurmak veya semboller yoluyla ifade etmek için bir fırsat değil, aynı zamanda geniş ahlaki ve siyasi yankının sosyal değerleri etrafında organize olan dikkatli bir şekilde yapılandırılmış kamuya açık organizasyonlardır. Türk halkı ve devlet büyükleri bu sporlardan güreşe ve güreşçiye karşı sihirli bir muhabbet duymuşlardır. Aydın ve bürokrasi ile halkı bütünleştiren tek spor dalı güreştir. Çünkü güreş bir halk sporudur. 1985 Kırkpınar’ı Turgut Özal 55 saat izlemiştir. Türklerde güreş kadar sembolik ağırlık taşıyan başka bir spor yoktur. Güreşin uyandırdığı duygular statik veya kanun olmaktan uzaktır. Sembol ve imgelerinin yorumları tabii ki farklı şekillerde ve hegemonik süreçlerde ve karşıt emsallerinde araç olarak benimsenebilmiştir. Güreş ulusal gücü anlatan mitlerin meydana getirilmesinde ve ahlak eğitiminde Alplik, Erlik, Pehlivanlık anlayışında yarışma ve gösterilerde sistematik olarak kullanılmıştır.
Az nüfuslu, yüksek idealli Osmanlı ve öncesi Türk Devletleri’nin kurucuları, çoğa karşı durabilmesi, nitelikli insan sahibi olmasıyla mümkündü. Nitelikli insansa, kurumsallaşma ile yetişebilirdi. Doğasında bireysel bir mücadele, savaş tarzı ve proto dinlerin parçası bu sporlar, bu milli karakteriyle Türk devletlerinde Alp Teşkilatı, Osmanlı’da Güreş, Kemankeş, Cündi veya hepsini içine alan Pehlivan Tekkeleri olarak örgütlenmiştir.
Pehlivan tekkeleri, Türk pehlivanlık geleneğinin milli boyutunun dini mahiyetle ve Ehlibeytle kaynaştığı kutsal birer mekânlar olmuşlardır. Buradaki dervişler antrenmanlarının yanısıra beşeri bilimler eğitimi de almışlardır. Âşık Paşa’nın “Garipnâme”sindeki belirttiği Alplik-Yiğitlik (Gâziyan) ve onun dokuz koşullu dünya ve din Apliği sıfatına nail olmalıydılar. Alplik/ Erlik 12.yy Pehlivanlık örgütsel (kurumsal) kişi kalıbıdır. Göktürkler’ de Bilge ve Alp olma; “erdem” sahibi olmak gerektirmektedir. “Er”liğiyle yaşayan örgüt, bu özelliklerini tek bir nitelik olarak sentezlemiş bulunduğu için Alp- Alplik sözkonusudur. Erlik ve Alplik teşkilattan kişiye yansır. Yenisey Şine-Usi: D: 9’da “Edgü bilge kişi edgü, kişiğ’i/ iyi ve ahlaklı kişiler, iyi ve yiğit kişiler” diye geçmektedir.
Güreş de kadim Türklerde “Er” olma ritüellerindendir. Güreş meydanına Er Meydanı denilmesi bundandır. Diğer rakiplerini yenen ve başarı kazanan genç erginlenmiş sayılır ve Kemer kuşanır. Göktürk Alp’ları da Er olduklarında Kılıç ve kemer kuşanırdı. Kemer Türklerde dört kademe Rütbe işaretidir. Bu ritüel çocukluktan erkekliğe geçişti, bir anlamda eşik atlamaktı. İç Asya’daki bu ritüeli Anadolu’da Ahilik teşkilatları sürdürmüş, Osmanlı Güreş Tekkeleri de öğrencilerine sınıf atlatırken bu geleneği temel almıştır. Nitekim bizim Aba güreşi dediğimiz, Türkistan’ın Bel-bağ, Kur, milli veya Çapan dedikleri güreşlerde bu ritüeller hala mahallî olarak uygulanmaktadır.
Güreşin organizasyonundan giysisine, stillerinden kategorilerine, peşrevinden cazgırların lirik manilerine, engin anlamlar taşıyan milli niteliklerle yüklüdür. Diğer bir deyişle geleneksel oyunların uygulanış ritüellerinin fikri yönünde dini unsurlar, şekli yönünde de milli unsurlar yer almaktadır.
Kategoriler: Yesevî düşüncesinde olgun insan olmanın dört (4) şartı vardır. Bunlar şu şekilde sıralanır: Mekân, Zaman, İhvan, Rabt-ı Sultan. Yesevîlik yolunda olgun insan olmanın manevi yükseliş makamlarının amacı, fakr yolu olması gerekmektedir. Ayrıca dört rakamı yine askeri stratejilerinde dört yönlü kodu vurgulamaktadır. Dolayısıyla güreşteki bu dört kategori, Yesevîlik tarikatındaki olgun insan olma şartıyla örtüşmektedir. Bu gelenek daha sonraları Yesevî’ nin sürekleri tarafından Anadolu ve Balkanlarda dört kapı (Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikât) düşüncesiyle devam etmiştir. Nitekim güreş tekkesi dervişleri kıdeme göre “Talip, Acemi, Kalfa ve Ustalık” (Okçulukta: Yamaklık, Çıraklık, Kalfalık, Ustalık Dönemi) şeklinde dört kategoride sınıflandırılırdı.
Osmanlı’da İhsân-ı âlel ihsân, Türkistan da “yettileme- tokkuzlama” denilen ve Pehlivanların belirlenen ödüllerini 7 ya da 9 katına çıkartma geleneği vardır. Yesevî düşüncesinin kâmil insan öğretisinde, hakikati tanımanın yedi derecesi vardır. Aynı zamanda ruhun olgunluğunu göstermeye yarayan yedi çeşit niteliksel makamlar vardır. Bu kategorilerin hepsinin İslam felsefesindeki ontolojik nazariyelerden esinlenen bir çeşit epistemolojik sistemdir. Buradaki 9 sayısı ise yine eski Türk inanç sistemiyle ilintilidir. Pehlivanların giyimi, kispetin 40 parçadan yapılması ve namahrem yerleri örtmesi, kasnağın üç kez bağlanması, peşrev ve temenna çekilmesi vb semboller fazlasıyla artırılabilir.
Dolayısıyla Ahmed Yesevî’nin Türk halk inancı ve geleneklerine dayalı hassasiyetin yoğun etkisi altında oluşturduğu ritüeller, Horasandan Anadolu ve Balkanlara pehlivanlık yolculuğunun kendisi olmuşlardır. Selçuklu ve Osmanlı’da pehlivanlığın kurumsallaşarak zirveye çıkmasında da Yesevîlik düşüncesi itici ve yönlendirici bir güç unsuru olmuştur. Bu geleneğinin Anadolu ve Balkanlar’da öncülüğünü yapan Rumeli Erenleri, Gazileri, Abdalları vs hepsinin ruhi miracında Ahmed Yesevî mutlaka olmuştur.
Türk tarihinin kaymak tabakası olan Osmanlı güreşe daima “ihtirâm/ saygı-hürmet,” güreşçilere “vâcib-ül-ihtirâm/ saygı değer”, spor tekkesi şeyhleri (duacılar) ve başpehlivanlara ihtirâmat-ı fâika (yüksek itibarlı) bir mevki vermiştir. Osmanlı arşivlerinde yapılan geleneksel sporlar için “eskiden beri yapıla geldiği üzere” anlamına gelen “ber-mû’tâd-ı kadîm” veya “min-el kadîm” ifadesi yer almaktadır.
Sosyalist dönemde geleneksel sporlar, Türk azınlıkların grup aidiyetine yönelik duygularını ortaya çıkarıcı ve güçlendirici etkisi olmuş, rekabeti körükleyici yönüyle de milli kimliklerin korumasında büyük rol oynamıştır. Sovyet ideolojisi geleneksel sporların yapılmasına birçok engel koymasına rağmen, bu sporlar kendisi kalmayı başarabilmişlerdir. Nitekim bugün Altay Türklerinin “El Oyunları”, son zamanlarda ataların ahlak anlayışına dönüşü sembolize eden yeni ve derin etniksel anlam kazanmaktadır.
Millet olabilme şartlarından birisi de kültürel devamlılıktır. Bir kültür ürünü kendisini gelecek nesillere aktaracak vasıflardan yoksun düşmüş ise, artık fosil kültürler arasında yer alır ki, telafisi mümkün olmayan bir kaybı beraberinde getirmiş olur ve çalışma alanı daralır.
Sosyolojik verilere göre genelde milli kültür unsurlarının sergilendiği bir toplumda, sosyal bütünleşmenin yanında aynı millet olma şuuru kuvvetlenmektedir. Türk ve akraba toplumlarını aynı şekilde Milli motiflerle donatılmış geleneksel sporların sergilenişinde, milli duygular kamçılanarak milli hazza ulaşılıp, sosyal bütünleşmenin sağlandığı, kaynaştırıp kardeşlik çizgisinde birleştirdiği görülmektedir.
Küreselleşme anaforu tazyikleriyle birlikte geleneksel oyunların birçok ritüellerinde anlam boşalması olmuştur. Ancak kültürel bellek, kolektif bilinçaltı, arketip kültür kodları, bizim gelenek, görenek adını verdiğimiz, ritüel uygulamalar içgüdüsel olarak devam eder. Bunun için bugün dahi Türk kültürünün en göze çarpan yönelimleri özetlenmeye çalışılsa, geleneksel sporlardan daha verimli bir alan bulunamaz. Bir kültür ürününün gelecek nesillere aktarılabilmesi için kültür hatlarına ihtiyacı vardır. Bu hatlarını aksettiren geleneksel sporlardaki malzeme ve tarihi geçmiş, Türk halklarında fazlasıyla vardır. Dolayısıyla Türk tarihi ve kültürünün birçok derin manalarını taşıyan geleneksel sporları, övünülen değerler manzumesi olarak değil yaşanan değerler demeti halinde görebilmek büyük önem arz etmektedir.
Ancak kendi tarih ve kimliğini bilmeyen, bunun şuurunda olmayan hiçbir kültürün anlamı yoktur. Görmezden gelip kayıt altına almadığımız eserler veya Ata sporlarımız gibi millî ve manevî motiflerle donatılmış köklü gelenekler, o mirasa sahip olan, onu değerli gören, ona mensubiyet şuuru duyan şahıs ve kurumlarla yaşatılabilir.
Bu organizasyonunu yaparak geleneklerimizi yaşatabilmeyi, tanıtabilmeyi, gelecek nesillere konu hakkında yazılı belgeler bırakabilmeyi milli bir vazife olarak telakki edenler, aynı zamanda milli kültürünün taşıyıcı ve koruyucu vizyonuyla sosyal bir misyon yüklenmişlerdir. Bu aziz millete, şehitlerin kanıyla yoğrulmuş bu kutsal topraklara mensubiyet şuuru duyan birisi olarak, organizasyona maddi- manevi katkıda bulunmuş herkese minnettarlığımı bildirir, sonsuz teşekkür ederim.