Teketek Haber

ÇİNÇİN KALESİ’NİN FETHİ’NE YAZILAN BİR MESNEVİ ÜZERİNE

ÇİNÇİN KALESİ’NİN FETHİ’NE YAZILAN BİR MESNEVİ ÜZERİNE
11 Şubat 2018 - 15:08

Prof. Dr. Filiz KILIÇ[1]

ÖZET

Bu bildiride Selçuklu müellifi İbn Bibi’nin El-Evâmirül-Alâ’iyye Fi’l-Umûri’l-Alâ’iyye ya da tanınmış adıyla Selçukname adlı eserindeki Çinçin Kalesi’nin fethini anlatan yazarı bilinmeyen Farsça bir mesnevi üzerinde durulacaktır. “Zikr-i Mesâ’î-i Emîr Mübârize’d-dîn Çâvlî-i Çâşnîgîr Ve Komnanos Mavrozomes Der-Vilâyet-i Ermen Ve Feth-i Kılâ’ Ki ZikrReved” başlığı altında Çinçin Kalesi’nin alınışı nesir ve nazım olarak anlatılmıştır. Sultan I. Alâeddin Keykubad zamanında Selçuklu Ordusu 1225 yılında Ermenilerin elinde bulunan Çinçin Kalesi’ni fethetti. Bu kale Maraş’ın Göksun İlçesi’nin sınırları içinde olup daha önce I. İzzeddin Keykavus tarafından alınmıştı. Sarp bir kale olan Çinçin’i fethetmek için Selçuklu ordusu Kayseri üzerinden Çinçin’e doğru yola çıkar. Ordunun başında Sultan, Emir Mübarizeddin Çavlı ve Emir Komnanos bulunmaktadır. Mesneviye ordunun kalenin önüne gelişinden başlanmış, kaledeki halka yardım için gelen Hıristiyan ordusu ile kalenin önündeki ovada yapılan meydan muharebesi, kazanılan zafer anlatılmış ve kalenin fethedilerek içine girilişiyle şiir bitirilmiştir.

İbn Bibi[2] (13.yy) El-Evâmirül-Alâ’iyye Fi’l-Umûri’l-Alâ’iyye ya da daha çok bilinen söyleyişiyle Selçuknameveya Tarih-i İbn Bibi[3] adlı eserini, 1281 tarihinde Farsça olarak kaleme almıştır. Selçukname devlet adamı ve tarihçi Alâeddin Ata Melik Cüveynî[4]’ye (Horasan 1226-Azerbaycan 5 Mart 1283) takdim edilmiştir. Eser 1192-1280 yılları arası Anadolu Selçukluları tarihinin temel kaynağı durumundadır. Nazım-nesir karışık olarak kaleme alınmıştır. Müellif her bölümde nesir tarzında anlattığı olaylardaki anlatımı güçlendirmek ya da nesrin tekdüzeliğine hareket kazandırmak için şiirle de olayı tasvir etmiştir. Bu, eski nesirde çok sık görülen bir üslup özelliğidir. Eserdeki Arapça ve Farsça manzumelerin bir kısmı müellife aittir. İbn Bibi’nin yazdıkları dışında büyük bir yekûn tutan şiirlerin kim ya da kimlere ait olduğu belli değildir.

Selçukname’deki Alâeddin Keykubad (1220-1237) ve ondan önceki Anadolu Selçuklu sultanlarına yazılan methiyeler de İbn Bibi’nin kendisine ait değildir. Mürsel Öztürk, çeşitli deliller ortaya koyarak bu şiirlerin Kâni’i-i Tusî’ni[5] Selçukname adlı mesnevisinden alındığını iddia etmektedir. Hatta El-Evâmirü’l-Ala’iyye adlı eserin büyük bir bölümü Kâni’i-i Tusî’nin manzum Selçukname’sinin özetidir[6].

Selçukname’ye dair bu kısa girişten sonra, asıl konumuza geçmeden kaleye ad olan Çinçin kelimesinin anlamları üzerinde de durmak isterim: “Çinçin, Cincin, Cencen, Çınçın” şeklinde okunan kelime Türkçe Ağızlar Sözlüğü’nde çinçin yazılışıyla, serçe büyüklüğünde ve toprak renginde bir çeşit kuş; tek ayak üzerinde sekerek oynanan bir çocuk oyunu; ağızda ezilip çocuklara yedirilen çiğnem, yutum; su kuyusu ve hamam tası olarak; cincin şeklinde, ağustos böceği; çınçın şeklinde ise serçe ve Yusufçuk kuşu[7] olarak anlamlandırılmıştır. Ayrıca cincin(e) ya da cencens söylenişinde, çoğulunun cenâcin olduğu Arapça bir kelimenin “göğüs kemiği” manasına geldiği belirtilmektedir[8]. Kelime Anadolu’da bazı yerleşim yerlerinin adı da olmuştur[9].

Çinçin Kalesi bugün Kahramanmaraş’a bağlı Andırın’ın Geben ile Göksun’un Değirmendere kasabaları arasında, yöre halkının Çinçin Boğazı olarak adlandırdıkları yerdeki kale kalıntılarının bulunduğu mevkidir[10].

Selçukname’de “Zikr-i Mesâ’î-i Emîr Mübârize’d-dînÇâvlî-i[11] Çâşnîgîr Ve Komnanos Mavrozomes Der-Vilâyet-i Ermen Ve Feth-i Kılâ’ Ki ZikrReved[12]” (Çaşnigir Emir Mübarizeddin Çavlı İle Komnanos Mavrozomes’in Ermen Vilayetini Almak İçin Çaba Harcamaları Ve Anlatacağımız Kalelerin Fethi) başlığı ile Ermen Vilayeti’nin fethi bahsine geçilmiştir. Bu bölümde, “Çaşnigir Emir Mübarizeddin Çavlı ile Komnanos, sultanın yüce emrine uyarak, ordunun başında Ermenistan’a hareket ederler. Yolda her yanı ağaç ve sert kayalarla örtülü, zorlukla yürünen çok dar bir yere varırlar. Orada karşılarına, düşüncenin bile ulaşamayacağı yükseklikte, içi zahire ve Ehremen[13]’i korkutan savaşçı yiğit dolu bir kale çıkar”[14], ifadeleriyle Çinçin Kalesi’ne gelindiği belirtilir.

Nesirle başlayan bölüm girişinden sonra konumuz olan mesnevinin ilk dört beyti verilir. Şiir mesnevilerde çok kullanılan aruzun mütekârip bahrinin Fe‘ûlün / Fe‘ûlün / Fe‘ûlün / Fe‘ûl kalıbı ile yazılmıştır. Mesnevide mahlas beyti bulunmadığı ve İbni Bibi de belirtmediği için şiirin yazarı bilinmemektedir.

Sipehbüdçünezdîk-iderbendreft
Dil-i û zi-endîşederbendreft
[15]

Beytiyle başlayan dört beyitte kalenin alınmasının güçlüğünü anlatabilmek için mübalağalı tasvirlere yer verilir. Kale öyle yüksektir ki üzerinde yücelerin kuşu olarak bilinen kartal uçamaz. Hatta bulutlar bile Çinçin’i aşıp gidemez. Kalenin yapıldığı kayalık/dağlık alan öylesine dik ve zorludur ki,  keskin taşlardan kaplanın ayağı parçalanır. At, o taşların üzerinde ancak Tanrı’nın yardımı ile yürüyebilir. Bu durumu gören Komnanos Mavrozomes’in de içine bir korku salınır ve kaleyi alamazsak endişesiyle kalbi küt küt atar. Mavrozomes’in bu endişesini gidermek, ona moral vermek istercesine Mübarizeddin Çavlı “gerekirse ölelim ama kutlu padişahımızın nuruyla zaten hakkımız olan bu kaleyi alalım” der.

Hamasi ve coşkulu ifadelerden sonra “Zikr-i Feth-i Kal’a-i Cincin” başlığıyla 45 beyit yazılır. Şiirin ilk 10 beytinde kale tasvir edilir. Kale yücelerden yücedir, güçlüdür, sağlamdır. Daha önceki beyitlerde üzerine bulut çıkamaz denirken burada gökteki ayı bile kapattığı söylenerek yine kozmik bir unsurdan hareket edilmiş ve kalenin yüksekliği, aşılmasının güçlüğü pekiştirilmiştir. Çinçin, Kaf Dağı gibidir. Kaf Dağı’nın adı verilmez ama üzerinde Simurg’un yuva yaptığının söylenmesinden hareketle bu sonuca ulaşırız. Simurg dünyayı kapladığına ve eteklerinin bulutların üzerinde olduğuna inanılan Kaf Dağı’nın tepesinde yuvası olan efsanevi bir kuştur. Oraya varmak için yedi zorlu ve dipsiz vadiyi geçmek gerekirmiş. İstek, aşk, marifet, istisna, tevhit, hayret ve yokluk vadileri. Kaleye ulaşmak için de adeta Kaf Dağı’nın vadileri gibi zorlu granit kayalarını ve dar yolunu aşmak gerekir. Kaleye ulaşan yol o kadar dardır ki hayal bile edilemez.

Kalenin önündeki eşsiz güzellikteki otlağın ortasından berrak bir su akmaktadır. Burada su, “helal edilmiş şaraba” benzetilerek cennetteki helal şaraba gönderme yapılmış, dolayısıyla etrafın cennet kadar güzel olduğu vurgulanmıştır. Selvi ağaçları, erguvanlar, al renkli gelincikler saba rüzgârının esintisiyle adeta raks etmektedirler. Bu betimlemelerden sefere bahar mevsiminde çıkılmış olduğunu anlıyoruz. Bu cennet yerde öten kumrular da adeta iyi yaradılışlı insanları eğlenceye davet eder ve kısa bir süre sonra çıkacak savaştan önce son anlarını mutluluk içinde geçirmelerini öğütler. Kumrular bu eğlencenin kısa süreceğini çok şiddetli bir savaşın olacağını ve kılıçların açtığı yaralardan akan kanların adeta birer gül olup etrafı kan gülleriyle süsleneceğini de haber vermektedirler.

  1. beyitte komutanın emriyle bu cennet mekânda karargâhın kurulduğu ve askerin toplandığı bilgisi verilir.
  2. beyitten 28. beyte kadar savaş öncesi yapılan eğlenceden verilen ziyafetten, içilen şaraptan bahsedilir. Meclisin kurulduğu yernergis, nesteren (yaban gülü) gibi çiçeklerle süslenmiş ve öyle çok aydınlatılmış ki adeta Pervin yıldızı[16] gökten inmiştir. Çalgıcılar hanendelerle en güzel ezgileri terennüm etmektedirler. Çalgı olarak ney özellikle zikredilmiştir. Daha sonra sofralar kurulur, içkiler su gibi akar. Şarabı keşfettiğine inanılan Cemşid[17] anılır. Komutan yeri öper ve yüce yaratanı tazim eder. Yemekten sonra başta komutan olmak üzere beyler kalbi temiz padişahın şerefine içerler. Gece olunca herkes uykuya dalar. Üç beyitte nefis bir gece tasviri yapılır. Gece koyu mavi bir çadır gibi kurulunca birer kandil olan yıldızlar başlarını yere eğerler. Dünya düşmandan ve yanlış düşüncelerden daha kara olunca gece eline bir sürme alıp göğün yüzüne sürme çeker.

Çügüsterd şebhayme-i nîlgûn

Kanâdîl-i encümşode ser-nigûn

Cihân ez-dil-i hasmbârîk-ter

Sühâmânde ez-fikr-i târîk-ter

Cihân sürme sûde be-gird-i felek

Şodenûr ez û rûşenân yek-be-yek

Nihayet sabah olur. Güneş, üzerine altın giysiler giymiş muzaffer bir komutana benzetilir. Bu haşmetli, zafer kazanmış komutan yerinden kalkınca her yer sarı renge boyanır. Etrafa huzur hâkim olur ve mutluluk sesinden başka bir ses kulağa gelmez.

Ordu komutanı da yengeç burcunda parlayan dolunay gibi bütün ihtişamıyla otağından çıkar ve çadırların arasında dolaşır. Hala eğlenen askerler görünce “artık eğlence, rud (kemençe) ve şarap zamanı değil, savaş zamanı olduğunu” söyler. Şimdi silahlanma, savaş sazını akort etme ve saldırma vaktidir. Burada eğlence meclisinin hemen ardından savaşa geçildiği için silahlar da birer müzik aleti gibi hayal edilmiş ve temizlenip savaşa hazır hale getirilmeleri bir müzik aletinin akort edilmesine benzetilmiştir. Kaplan gibi düşmanın üzerine saldırılacaktır. Ve sonunda komutan saldırı emrini verir. Selçuklu ordusu öylesine büyük ve ihtişamlı bir ordudur ki, gök bile bu büyüklüğe şaşırır kalır. Haşmetli komutanın uğurundan yüce ve sarp dağ, Selçuklu askerine ova gibi gözükür. Komutan ve askerler yukarıya, kalenin bulunduğu yüksekliğe kadar çıkarlar ve iki ordu savaşa başlar. Savaş aletleri, kılıçlar, mızraklar birbirine karışır. Mesnevinin 45 beyitlik bu bölümünün son beytinde de komutan kâfirin bahtı ters dönsün diye çadırların yukarı çıkarılması emrini verir.

“Çinçin Kalesi’nin Fethi Bölümünde” verilen bu mesnevide görüldüğü üzere savaşın olduğu mekânın tasviri, savaşa girişmeden önceki hazırlık dönemi ve savaşın başlangıcı anlatılarak şiir bitirilmiş ve nesre geçilmiştir.

Selçukname’nin bundan sonraki nesir kısmında da sanatlı bir ifade ile mekân ve zaman tasvirleri yapılmış ve savaşın ileriki aşamaları anlatılmıştır. Bu betimlemeler şiirdekilere çok benzemektedir. Teşbih, teşhis, telmih vb. sanatlar kullanılmış, Şehname kahramanlarına göndermeler yapılmıştır.

Nesir kısmında, komutanın emri üzerine çadır ve sancakların dağın üzerine çıkarılıp dikildiği ve kalenin etrafının sarıldığı anlatılır. Ertesi gün ok yağmuruyla kale halkının nefesi kesilir. Çaresiz kalan kale halkı Tekfur Leon’a bir mektup göndererek yardım ister.

Tekfur ordu toplayıp Hıristiyanlığı korumak adına Çinçin Kalesi’nin bulunduğu dağın eteklerindeki ovaya gelir. Bu sırada Selçuklu ordusu da ovaya inmiştir. Emir Mübarizeddin öncü birlikleri tekrar kaleye gönderir, diğer askerlerle ovada kalır. Kâfir ordusunun etrafı sarılır.

Seher-gehcüvâz perniyân-ı benefş

Berâhıhtîn Gâvyânîdırefş

Beyti ile sabahın erken vaktinde tıpkı Gâve’nin bayrağı gibi mutlak zafer için sancaklar dikilir ve muharebe başlar.

Bundan sonraki bölümde nesir kısmı daha ağırlıklı olmak üzere şiir ve düz yazı şeklinde mücadelenin şiddeti, Müslüman askerlerin gayreti, kahramanlığı anlatılır.

Gene beş beyitle savaşın şiddeti, yer ve göğün kanlara boyanmasından toz ve kanın birbirine karışmasından bahsedilir. Allah’ın ordusu olarak nitelenen Alâeddin’in ordusu büyük bir hamle yapar. Öyle çok kâfir askeri öldürürler ki yedi cehennemin hâkimi ve kapıcısı olan, zebanileri idare eden melek yani Mâlik’in içi sevinçle dolar. Çünkü binlerce kâfir cehenneme girecektir.

Yine nesre geçilir ve kâfir askerlerinin bu müthiş hücum karşısında kaçmaktan başka çareleri kalmadığı ve düşman ordusunun dağıldığı anlatılır.

Bir beyitle komutanın (sipeh-büd) kaçan kâfirlerin ardından ateş gibi saldırmalarını istediği belirtilir.

Tekrar nesre dönülür ve kelleleri kesilen kâfirleri kaleden gören diğer kâfirler şaşkınlıktan ve korkudan ne yapacaklarını bilemezler. Melikü’l-Ümerâ Mübârizeddin zafer kazanmış komutan edasıyla mutlu bir şekilde beyleriyle karargâha döner ve zafer kutlamaları yaparlar. Kutlamalardan sonra içleri huzur dolu bir şekilde uyurlar. Şiir:

Seher-gehçütâvus-ı zerrîn-seleb

Be-minkârbe’ş kestsandûk-ı şeb

“Seher vakti, altın zırhlı tavus, gagasıyla gecenin sandığını kırınca” diye Türkçeye aktarabileceğimiz, nefis bir gece ve sabah tasvirinin yapıldığı beyitten sonra tekrar nesirle devam edilir. Beyitte güneş kuyruğunu açmış sarı renkli bir tavus kuşuna, gece de sırlarla dolu bir sandığa benzetilmiştir. Güneşin ışık hüzmeleri ile tavus kuşunun altın renkli kanat çizgileri arasında ilişki kurulmuştur.

Sabah olur olmaz kaleden çıkan bir keşiş kale halkı adına Emir Mübarizeddin’den aman diler, canları ve malları için güven mektubu talep eder. Emir de bu mektubu verir, silah ve zahire dışında halkın kendi mallarını alıp istedikleri yere gidebilecekleri güvencesini sağlar.

Dört beyitle güven mektubunda yazılanlar anlatılır:

Göğü yüksekte tutan ve canların kendisiyle hayat bulduğu Hakk’ın adıyla,

Dinin yüzünün doğruluğundan şafak gibi aydınlandığı Hakk’ın elçisi Muhammed’in ruhuna,

Devletin kendisine sığınak aradığı taht ve tac sahibi şahlar şahının mübarek adına,

Yemin ederim ki benim bu nam sahibi ordumdan o topluluğa hiçbir zarar gelmeyecek.

Mektubu alan keşiş geri döner ve kale halkı mallarını kalenin dışına taşır ve kale alanını boşaltırlar. Kalenin boşaldığı haberi emire gelince Çinçin Kalesi’nin fethinin anlatıldığı bu bölümün son iki beyti yazılır. Şiir:

Be-gurrîdkûs ez der-i bârgâh

Be-kal’a der-âmed ser-â-ser sipâh

Sipehbüd be-kef sancak-ı şehryâr

Be-kerdeşbüzürgân-ı hançer güzâr

Bargâhın kapısının önünde zafer davulları çalmaya başlayınca askerler kaleye girerler. Komutan elinde sultanın sancağı ve etrafında savaşı kazanan kahraman beyleriyle durmaktadır.

Sonra sancak kalenin burcuna dikilince Emir Mübarizeddin Sultan Alâeddin’e kalenin alındığını, kale halkına yardım etmek için gelen ordunun bozguna uğratıldığını müjdeleyen haberi gönderir. Bu arada etrafta alınacak diğer kaleler için de mühimmat ve cephane gönderilmesi gerektiğini bildirir. Ardından tekfurla anlaşma yapılır ve diğer kaleler de fethedilir.

Sonuç itibariyle, İbn Bibi’nin El-Evâmirül-Alâ’iyye Fi’l-Umûri’l-Alâ’iyye ya da daha çok bilinenen adıyla Selçukname adlı eserinde bugün Kahramanmaraş ili sınırları içinde bulunan Çinçin Kalesi’nin 1245 yılında kâfirden alınması bahsi de mevcuttur. Sanatlı bir nesirle yazılan bölümde önce 4 beyit ardında hiç ara vermeden 45 beyit ve yine ağırlıklı olarak nesir tarzı anlatımın arasına serpiştirilen 14 beyitle, toplamda 63 beyitlik bir mesneviye de yer verilmiştir. Özellikle 45 beyitlik bölümden sonraki beyitlerin arasında bir iki yerde beyitte anlam tamamlanmadan nesre geçilmiş ve anlam nesir cümlesiyle tamamlanmıştır. Bu durum mesnevinin bazı beyitlerinin eksik olduğunu düşündürebilir. Mahlas beytinin olmaması da şiirin eksik olduğu iddiasını güçlendirmektedir.  “Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûlün Fe’ûl” vezniyle yazılan mesnevinin şairi bilinmemektedir. Ancak I. Alâeddin devrinde Selçuklu sarayında bulunan ve sultana Farsça medhiyeler yazan meşhur Fars şairi Kâni’i Tûsî olması ihtimali kuvvetlidir. Mesnevide Şehname kahramanlarından, mitolojik ve kozmik unsurlardan faydalanarak kalenin, üzerinde bulunan dağın, dağın eteğindeki ovanın, etraftaki bitkilerin, gece ve gündüzün, eğlence meclisinin, ordu komutanının, savaşın şiddetinin, saldırının ve zaferi kazanmanın tasviri yapılmıştır. Bu haliyle mesnevi son derece ahenkli ve güzel benzetmelerle süslüdür. Şiirde kalenin adı ile Emir Mübarizeddin Çavlı ve Komnanos’un isimleri doğrudan geçmemiş, sipehbüd yani komutan olarak zikredilmiştir.

Orijinal Metin

Mürsel Öztürk’ün Çevirisi:

1.Komutan kalenin yanına yaklaşımca kalbi endişeden çarpmaya başladı.

2.Kendi kendine şöyle dedi: “Buranın üzerinden kartal uçmaz. Bulut orayı aşamaz.

3.Bu dağlık yerde kaplan dahi dolaşsa, keskin taşlardan ayağı parçalanır.

4.At, ayağını o taşların üzerine ancak Tanrı’nın yardımıyla koyabilir”.

5.Üzerinde Simurg’un yuva yaptığı Çinçin adında yüksek ve sağlam bir kale

6.Onun üzerinde, bakıldığı zaman ayın yüksekliğiyle farkı anlaşılmayan bir dağ vardı.

7.Her yanı granit taşı ve kayaydı. Oranın yolu düşünce için bile çok dardı.

8.Önünde güzellikte ve renkte göğü geride bırakan yemyeşil bir otlak vardı.

9.Ortasında ise helal edilmiş şaraba benzeyen berrak bir su akıyordu.

10.Orda saba rüzgârı erguvan renkli bayrağını dikmiş, selvi fidanını dansa kaldırmıştı.

11.Çemen arasında lale başını çıkarmış, avucuna lal renkli bir buhurdanlık almıştı.

12.O arada kumru şunları söyledi: “Ey iyi huylu, şimdi çengin, eğlenmenin ve şarabın vaktidir.

13.Buradan sonra önüne bir savaş çıkacak ki o savaşta canlar kendinden bıkacak.

14.O acımasız mücadelede kılıç yarasından binlerce gül açıldığını göreceksin”.

15.Komutanın buyruğu üzerine orda karargâh kurdular ve askerleri topladılar.

16.Sonra şahane bir meclis düzenlediler. Orayı bir gül bahçesi gibi düzenlediler.

17.Nergis, nesteren ve diğer çiçeklerle orayı bezediler. Orayı aydınlatmak için sanki Pervin yıldız gökten inmişti.

18.Güzel okuyan bir çengi çağırıp ondan sesini neye uydurmasını istediler.

19.Meclis işini bitirdikten sonra arkadaki perdeyi kaldırdılar.

20.Emirler ve yiğitler gittiler. Askerler, sipehdar ve ileri gelenler

21.Oturdular. Sâki arada dolaşarak herkesin eline bir kadeh verdi.

22.Şarap, hızlı bir şekilde dolaştı. Orda bulunan herkes Cemşid’i hatırlamaya başladı.

23.Ondan sonra aşçılar gelip ortaya mükellef bir sofra kurdular.

24.Yemeği yedikten sonra ellerini yıkadılar ve oturma yerlerine çekildiler.

25.Tekrar saki ortada dolaştı ve herkesin eline bir kadeh koydu.

26.Komutan taştan bir şarap kâsesi istedi. Sonra savaş aslanı gibi yerinden kalktı.

27.Kapıya yaklaşınca yeri öptü. Önce Canları Yaradan’ın adını andı.

28.Ondan sonra da gök gibi nurlu yüzlü cihan padişahının şerefine,

29.Bir anda erguvan renkli şarabı içti. Onun ateşinden yanağı erguvan rengini aldı.

30.Büyüklerin hepsi de kadehlerini, kalbi temiz olan cihan padişahının şerefine,

31.İçtiler. Başları şaraptan ağırlaşınca o yiğit ve ünlü kişiler oradan ayrıldılar.

32.Gece koyu mavi çadırını yayıp, yıldız kandilleri yere eğince,

33.Dünya düşmanın kalbinden daha kara, yanlış düşünceden daha karanlık olunca,

34.Dünya göğün yüzüne sürme çekip aydınlık yerlerden ışık birden çekilince

35.Askerler ve komutan şarabın etkisiyle birer birer başlarını uykuya koydular.

36.Altın elbiseli muzaffer sultan, yarı yerinden altın ışıklarını saçmaya başlayıp,

37.Mutlu şahlar şahının avucunda kılıç ve belinde kemer olduğu halde doğudan doğunca,

38.Havanın aydınlanıp yerin sarılar giyindiği, kulağa mutluluk sesinden başka bir sesin gelmediği vakitte

39.Komutan Yengeç Burcunda parlayan ay gibi çadırından (bargâh) dışarı çıktı.

40.Ateş tabiatlı (şarabın) yanına oturdu. Canları rüzgâr gibi tez olan pehlivanlar da

41.Oradan kalkıp çadırların etrafını dolandı. Gezerken eğlenen bir askere rastladı.

42.Askere şöyle dedi: “Rud ve şarap her yere uygun düşmez.

43.Gel de savaş konusunu görüşelim. Bu dağa kaplan gibi saldırıda bulunalım”.

44.Bunu söyledikten sonra savaş sazını akort etmelerini ve askerlerin vakit geçirmeden yerlerini almalarını

45.Silahlanıp dağa yürümelerini ve toplu olarak saldırmalarını buyurdu.

46.Yürüdükleri zaman yer daraldı. Onların ihtişamında gök şaşkın kaldı.

47.Başı dik şahlar şahının uğurundan o sarp dağ ova gibi göründü.

48.Askerler ve komutan yukarıya çıktı. Kılıçlar ve mızraklar birbirine karıştı.

49.O sırada komutan, kâfirlerin bahtı ters dönsün diye çadırı yukarı götürmelerini buyurdu.

50.Seher vakti menekşe kadifenin (gök) üzerine bu Gâviyânî bayrak dikince

51.Yer yarık yarık, hava rengârenk oldu. Taştan erguvan gülü çıkmaya başladı.

52.İki taraftan da ordu savaşa tutuşup hançerlerle her yere lâle ektiler.

53.Ordular arasında savaş kızışınca toz ve kan birbirine karıştı.

54.O arada Allah’ın ordusu olan padişahın askerleri bir hamlede bulundu.

55.Orada alınmış olan çok sayıda candan, cehennemdeki Malik’in kalbi sevinçle doldu.

56.Sipeh-büd çözülüp dağıldığını görünce peşlerinden ateş gibi saldırmalarını (emretti),

57.Seher vakti altın zırhlı tavus, gagasıyla gecenin sandığını kırınca,

58.Göğü yüksekte tutan ve canların kendisiyle hayat bulduğu Hakk’ın adıyla,

59.Dinin yüzünün doğruluğundan şafak gibi aydınlandığı Hakk’ın elçisi Muhammed’in ruhuna,

60.Devletin kendisine sığınak aradığı taht ve taç sahibi şahlar şahının mübarek adına,

61.Yemin ederim ki benim bu nam sahibi ordumdan o topluluğa hiçbir zarar gelmeyecek.

62.Bârgâhın kapısının önünde davul çalmaya başlayınca bütün ordu kaleye girdi.

63.Komutanın elinde padişah sancağı ve etrafında savaşçı büyükler vardı.

 

[1]Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörü.

[2] Nâsırüddin Hüseyn bin Muhammed bin Alî el-Ca’ferî er-Rugadî el-Münşî. Anadolu Selçukluları hakkındaki “El-Evâmirü’l-Alâ’iyyefi’l-umûri’l-Alâiyye” adlı Farsça eseriyle tanınan İranlı yazar ve tarihçi.

[3] Eser üzerinde Türkiye’de yapılan kitap bazındaki çalışmaların belli başlıcaları şunlardır: M. Nuri Gençosman (çeviren), F. N. Uzluk (notlandıran), “Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi (İbn Bibi’nin Farsça Muhtasar Selçuknâmesinden)”, Uzluk Basımevi, Ankara 1941; İbn-i Bîbî, El-Evâmirü’l-Alâ’iyyeFi’l-Umûri’l-Alâ’iyye, (Önsöz ve fihristi hazırlayan: Adnan Sadık Erzi), I. Tıpkıbasım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956; Ahmed Bin Mahmud – Selçukname 1-2 (Hazırlayan: Erdoğan Merçil), Tercüman Yayınları, İstanbul 1977; İbn Bibi, El-Evâmirü’l-Alâ’iyyeFi’l-Umûri’l-Alâ’iyye(Selçukname)-I- (Çev. Mürsel Öztürk), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996; Mükrimin Halil Yinanç, İbn-i Bibi, Selçukname, Kitabevi Yay., İstanbul 2007.

[4] Farslı bir Moğol tarihçisi olup Moğol İmparatorluğu hesabına Tarih-i Cihan-Güşâ ismindeki kitabı yazmıştır. Vikipedi.

[5]Melikü’ş-şu’arâ Emir Bahâüddin Ahmed b. Mahmûd. Anadolu’da Farsça söyleyen İranlı bir şairdir. XII. yüzyılın sonlarında Tus’ta doğmuş, Anadolu Selçuklu hükümdarlarına hizmet etmiş, manzum Kelile ve Dimne ile bugün elimizde olmayan manzum Selçukname’yi yazmıştır.

[6]İbn Bibi, El-Evamirü’l-Ala’iyye Fi’l-Umuri’l-Ala’iyye (Selçukname) -I- (Çev. Mürsel Öztürk), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996, s. 5-8.

[7]Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü, TDK.

http://www.osmanlicanedemek.com/cincine-75529, Dihhoda, Ali Ekber, Lugatnâme, Tahran 1349, C. 2. s. 587.

[9] Cincin Kalesi, Aydın İli, Koçarlı İlçesi, Cincin Köyü’ndedir. Cihanoğulları’nın güvenliğini ve çevre üzerindeki ekonomik denetimini sağlamak amacıyla 18. yüzyılda Cin Bey tarafından yaptırılmıştır.

Çinçin Bağları veya Çinçin Mahallesi, Ankara’nın Altındağ İlçesi’nde bulunan bir semttir.

[10] İlyas Gökhan, Selçuklular Zamanında Maraş, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi Yay. Kahramanmaraş 2013, s. 70. Kilikya Ermenilerinin elinde bulunan bu kaleyi I. İzzeddin Keykavus fethetti. Daha sonra Ermenilerin eline geçen Çinçin’i I.Alâeddin Keykubat 622/1225 tarihinde tekrar aldı. Bkz. Faruk Sümer, Keykubad I, TDVİA, c. 25, s. 358.

[11] “Mübarizeddin Çavlı, Türkiye Selçuklularında kölelikten yetişen emirlerden biridir. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, I. İzzeddin Keykavus, I. Alâeddin Keykubad ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev dönemlerinde önemli devlet görevlerinde bulunmuştur. Ermeniler ve Gürcüler üzerine sefere katılmıştır. Kahta Kalesi’ni almış, Yassıçimen Savaşı’nda (1230) önemli bir rolü olmuştur. Kösedağ mağlubiyetinden kısa bir süre sonra da (1243) vefat etmiştir”. Doç.Dr. Ergin Ayan, Türkiye Selçuklularında Köle Emirler (I) “Mübarizeddin Çavlı” Karadeniz, s.125-139.

[12] Bu çalışma yapılırken eserin Farsça aslı ve Türkçeye çevirisinden faydalanılmıştır. (İbn-i Bîbî, El-Evâmirü’l-Alâ’iyye Fi’l-Umûri’l-Alâ’iyye, (Önsöz ve fihristi hazırlayan: Adnan Sadık Erzi), I. Tıpkıbasım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956; İbn Bibi, El-Evâmirü’l-Ala’iyye Fi’l-Umuri’l-Ala’iyye (Selçukname)-I- (Çev. Mürsel Öztürk), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996.

Farsça yazma metinde harflerin yazımında ve özellikle noktalarının konulmasında özensiz davranılmıştır.

[13] Zerdüştlerin inandıkları kötülük ve karanlık tanrısı; şeytan, dev (Ehremen, Ehrâmen, Ehrimen, Ehren, Ehrime)

[14]İbn Bibi, El-Evâmirü’l-Ala’iyyeFi’l-Umuri’l-Ala’iyye (Selçukname)-I- (Çev. Mürsel Öztürk), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996, s. 345.

[15]İbn-i Bîbî, El-Evâmirü’l-Alâ’iyye Fi’l-Umûri’l-Alâ’iyye, (Önsöz ve fihristi hazırlayan: Adnan Sadık Erzi), I. Tıpkıbasım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956, s. 334.

[16] Peren, Ülker de denilen çıplak gözle görülebilecek kadar parlak bir yıldızdır.

[17]İran’ın mitolojik hükümdarlarından biri. Cem olarak da bilinir. Yedi yüz ya da bin yıl yaşamış, insanlara pek çok güzel şey öğretmiş, şarap yapmayı keşfetmiş, güneşin Koç burcuna girdiği günü bayram ilan etmiş, son zamanlarında Tanrılık iddiasında bulununca halkı ondan soğumuş, Dehak isimli bir Arap İran’ı ele geçirmiş, Cemşid de Çin’e kaçmış ve orada ölmüştür.